Hayat. Dile ne kadar da kolay geliyor değil mi? Aslında evrenin
en mucizevi olayıyken içinde barındırdığı kaosu hepimiz iyi biliyoruz. Her ne
kadar klişe olsa da kabul edin hepimizin içinde bir yerler onu uzun bir yola
benzetiyor. Derme çatma arabalarımıza binip bazen planlı bazen anlık heveslerle
üzerinden geçip gidiyoruz. Bazen tenimizi okşayan rüzgara kollarımızı açıp şen
kahkahalarımızla ona sarılırken bazense birilerinin arkasında bıraktığı
çivilere takılıp patlayan lastiğimizle ortasında kala kalıyoruz. Örnekleri çoğaltmak
elbette mümkün ama bunu hayal gücünüze bırakırken, size birisinden bahsetmek
istiyorum. Tam şuan arabasının frenlerinin patladığını hisseden Nehir’den.
Böyle hissetmesinin nedeni gerginlikten esmer teni
kıpkırmızı kesilmiş Erdem yada sıkkın bakışlarla onları izleyen diğer üç
adamdan ziyade asla aramalarına cevap vermeyen patronu ve pek yakın arkadaşı
Ebrar’dı.
Umutsuzca yirmi dördüncü aramasının da meşgule düşmesini
beklerken son anda kulağına gelen neşeli ve bir o kadar da gamsız sesle kan
beynine sıçradı.
“Arım, balım, peteğim gece rüyanda beni mi gördün? Bu ne
heyecan böyle?”
Nehir neşeli kızın sözlerine bıkkınlıkla gözlerini devirip
sinirle soludu.
“Neredesin sen? Kaç saattir seni arıyorum? Şu telefona
bakmak neden bu kadar zor?”
Ebrar arabasından inip kafeye doğru yürürken bir an
duraksadı.
“Hey! Sakin ol kızım. Telefonu sessizde unutmuşum az önce
gördüm. Bir sorun mu var?”
“Düşün bakalım acaba bir şey unutmuş olabilir misin?”
Ebrar olduğu gibi kalıp ciddi bir şekilde düşünmeye
başladı. Birkaç saniye sonra dün öğle yemeğini yerken, kafe için anlaştığı
çikolata firmasının sorumlusuyla yaptığı telefon görüşmesi doldu zihnine.
“O zaman yarın
sabah 08:30 – 09:00 arası sizin için uygun mudur?”
“Tabii, tabii. Şu
yeni çıkan beyaz çikolatalardan da gönderiyorsunuz değil mi?”
Beyninde çakan şimşeklerle dehşete düşmüştü Ebrar.
“Hiii! Lütfen gelmediler de. Lütfen. Lütfen!”
Nehir elini hafifçe dudaklarına siper edip fısıltıyla
konuştu.
“Üzgünüm canım, yaklaşık yirmi dakikadır kardeş kardeş
oturduk seni bekliyoruz.”
Ebrar adımlarını hızlandırıp her zaman sabah tostunu yemek
için uğradığı Bakırköy Meydanı’nın ortasındaki büfeyi es geçerken başıyla içerideki
çalışanlara selam verdi. Onlar genç kadının bu telaşlı haline anlayışla
gülümserken Ebrar beynini panik moduna aldığı için görmemişti bile.
“Erdem abi nasıl?”
Nehir gözlerini hafifçe Erdem’e değdirdi. Erdem sessiz ama
çok çabuk sinirlenen bir adamdı. Sorumluluk konusunda hassastı ve yapması
gerekenden daha fazlası beklendiğinde geriliyor yanlış bir şey yapmaktan
çekiniyordu. Şuanda olduğu gibi. Çenesi kaskatı kesilmiş, boynundaki damarlar
iyice meydana çıkmış ve yüzündeki kırmızılık kulaklarına ve boynuna yayılmıştı.
Onun bu hali Nehir’e komik geliyordu çünkü bu Erdem’in bilmediği veya
halledemeyeceği bir şey değildi. Her zaman dağ gibi dimdik duran bu adamın böyle
zamanlarda kendini tamamen geri çekmesi herkesi şaşırtıyordu. Nehir yerinde
doğrulup hafifçe öksürdü. Erdem’den çekindiği için telefonu iyice dudaklarına
yaklaştırıp sesini daha da kısarak konuştu.
“Müjdemi isterim Ebrar’cığım Hulk’ımız evrimleşti. O artık
bir Red Hulk.”
Ebrar zihninde yankılanan ‘Smash! Smash!’ efektleriyle
birlikte ağzından kaçan yüksek sesli nidaya engel olamadı.
“Demeee!”
Nehir istemsizce telefonu kulağından çekerken dışarı taşan
ses Erdem’in kısa devre yapan sinirlerinin üstüne bir koca bir bardak kahve
dökmekte hiç çekinmemişti. Gözlerini sıkıca kapatıp içli bir “Ya sabır!”
çekerken Nehir’in alayı ifadesi anında kaybolmuştu.
“Dedim bile. Hangi cehennemde kaldın bilmiyorum ama biraz
daha gecikirsen bu dükkandan kimsenin sağ çıkabileceğini düşünmüyorum.”
“Geldim, geldim!”
Nehir’in bir şey demesini beklemeden telefonu yüzüne
kapatıp çantasına attı. Dükkanı açalı bir yıldan fazla olsa da ne zaman yeni
ürünler gelse yanlış bir şey yapmaktan çekinerek geride duruyordu Erdem. Bu
bazen yorucu olabiliyordu. Dükkanın sahibi Ebrar olsa da ikisi olmadan şu an
oraya gelen müşterilere aile sıcaklığı sunamayacağına emindi.
Nihayet dükkanın sokağına girdiğinde derin bir nefes aldı
ve gülümsedi. Eğer enerjisini yüksek tutmazsa durumu toparlayamazdı. Her
zamanki gibi şirinliğiyle işin içinden sıyrılabilmeyi umuyordu.
Sokağın köşesindeki restoranın sahibi Süleyman Bey çoktan
kapısının önüne çıkıp sabah çayını yudumlamaya başlamıştı. Göz göze
geldiklerinde Ebrar’ın bir şey demesine fırsat vermeden "Koş kızım koş!
Erdem kalpten gidecek." diye seslendi.
"Sana da günaydın Süleyman amca." diyerek eliyle
selam verdi.
Restoranın çaprazında kalan kuaförün sahibi Berrak Hanım ve
onun yanındaki Gratis'in sorumlusu Suna Hanım da keyiften dört köşeydi. Erdem’in
bu halleri hepsine komik geliyor ve onunla uğraşmaya malzemeleri oluyordu.
"Erdem telaşta!" diyerek kahkahayı patlatan Berrak Hanıma aşk olsun dercesine baktı Ebrar. Suna Hanım "Haydi kız oyalanma." dediğinde başıyla selam verip "Dükkana bekliyorum gün içinde." demekle yetindi.
Dükkana girmek üzereyken sağ tarafında ve karşı çaprazda
kalan diğer esnaflara da başıyla selam verip içeriyi işaret etti ve tepkilerine
bile bakamadan kendini içeri attı.
"İşte geldim!"
Gülümseyerek ve enerjiyle girdiği dükkanda ona bakan beş
kişiye adeta otuz iki diş sırıtıyordu Ebrar. Nehir onu görmenin rahatlığıyla
kendini sandalyeye bırakırken, Erdem derin bir nefes vermişti. Ürünleri getiren
üç elemanda Erdem gibi bırakmışlardı soluklarını. Biri bir adım öne çıkıp
başıyla selam verip konuşmaya başladı.
"Hoş geldiniz Ebrar Hanım. İstediğiniz ürünleri
getirdik. Bizdeki listeye bir bakın isterseniz, sorun yoksa aracı kapının önüne
getirip içeriye taşıyalım."
Ebrar eline aldığı listeyi dikkatle kontrol etti. Özel
olarak istediği beyaz çikolatalar da dahil bütün istedikleri tamdı. Genişçe
gülümseyip listeyi elemana geri verirken
"Tamamdır, eksik yok getirebilirsiniz." dedi.
Üçü de hızla dükkandan çıkıp aracı almak için harekete
geçtiğinde Erdem’e göz kırparak sırıttı. Erdem umutsuzca başını sallasa da
dudaklarında yeşermiş küçük tebessüm Ebrar’ın hedefine ulaştığının büyük bir
kanıtıydı. Nehir tezgahın arkasına geçip Ebrar’a önlüğünü verdiğinde sessizce
"Sen gerçekten inanılmaz bir kadınsın!" diyerek alayla sırıttı.
Araç kapıya gelmiş, ürünleri içeri taşımaya başlayan
elemanlar büyük bir dikkatle işlerini yapıyorlardı. Ebrar etrafta göz gezdirip
Nehir'in temizliği yapıp yapmadığına bakındı. Boydan camlar pırıl pırıl masalar
ve sandalyeler her zaman ki özen ve güzellikle karşısındaydı. Keyfi iyice
yerine gelmişti. Nehir'in bu işi severek yapması gururunu okşuyordu.
Ürünlerin tamamı içeri geldiğinde ödenecek tutarı
hesaplayıp parayı elemanlara teslim edip teşekkür etti. Elemanların gitmelerinin
ardından dükkanda kalan üç kişi birbirine boş bakışlar atmaya başladı. Nihayet
ortamdaki sessizliği Erdem bozdu.
"Ben mutfağa geçiyorum. Yapılacak pastalar ve çikolata
tartları var."
"Benim işim tamam sadece müşteri bekliyorum."
diyen Nehir Ebrar’a baktı.
"Etraf yine mükemmel tatlım ellerine sağlık, her yer
tertemiz." Ebrar’ın iltifatıyla genç kızın yanakları kırmızının farklı
tonlarına palet olmuştu.
"Teşekkür ederim."
Onun bu utangaç halleri Ebrar’ın gözüne o kadar sevimli
geliyordu ki tüm gün oturup, eli ayağı birbirine dolanmış şapşal hareketlerini
izleyesi geliyordu. Ebrar koşturmaktan iyice kabaran saçlarını azimle tepeden
dağınık bir topuz yaparken Nehir'le bakışmaya devam ediyordu.
"Bir sorun mu var Nehir?"
Nehir Ebrar’ın sesiyle birlikte daldığı düşüncelerden
irkilerek sıyrıldı.
"Hayır, hayır bir sorun yok."
"Ben kahvaltımı bile yapamadım sen yaptın mı
peki?"
Nehir dudaklarını büzüp başını olumsuzca sallarken Ebrar, mutfak
girişine doğru yürüyüp Erdem’e seslendi.
"Kahvaltını yaptın mı?"
"Kahvaltımı yapıp geldiğimi biliyorsun, her gün
sormaktan bıkmayacak mısın?"
"Aman düşünmeye de gelmiyor zaten!"
"Sen beni bırak sokaktakilere yine dalga konusu oldum
değil mi?"
"Berrak Abla ve Suna ablaya fena malzeme verdin
adamım."
Huysuz homurtularla karşılık verdiğinde Nehir kıkırdamaya
başlamıştı. Elinde telefonla kahvaltı için Ebrar’ın önerisini bekliyordu.
"Bizim büfeyi ara tatlım. Karışık tost göndersinler,
ama iki tane. Sabah sabah çok strese girdim. Kendine de istediğini söyle."
Başını sallayıp aramaya koyuldu. Siparişleri verdikten
sonra bir sandalyeye oturdu. Yarım saat önce boğazındaki gıcık gibi olan his
yavaşça boynuna dolanan ipe dönmüştü. Birisine anlatma ihtiyacına yenilip konuştu.
"İçimde garip bir his var Ebrar."
"Daha açıklayıcı konuş."
Ebrar genç kızın bir anda üzerine çöken durgunluğun
fazlasıyla farkındaydı. Yavaşça karşısındaki sandalyeye oturdu.
"Bilmiyorum, sanki kötü bir şey olacak gibi."
Ebrar bir süre durdu. Nehir’in garip bir şekilde hislerinin
kuvvetli olduğunu ve çoğunlukla doğruyu söylediklerini biliyordu. Ama bu sefer
içtenlikle yanılmalarını diledi ve "Her şey yolunda." diyerek onu
rahatlatmaya çalıştı. Bunun üzerine sessizliğe bürünüp siparişler gelene kadar
konuşmadılar. Siparişler geldiğinde ise Erdemin istisnasız her sabah
hazırladığı çaylardan birer bardak doldurup kahvaltımızı etmeye başladılar.
***
"İki numaralı masa bir sıcak çikolata istiyor,
Ebrar." diyerek tezgaha yaklaşan Nehir'e başını sallayıp bardakla makineden
koyu sıcak çikolatayı doldurdu Ebrar. Üzerine küçük şekerlerle rengarenk görüntü
verip tepsiye yerleştirerek Nehir'e teslim etti. Müşterilerin çoğuyla artık yüz
aşinası oldukları için siparişini bekleyen bir müşteri yine hızlı hareketlerine
bakıp gülümsemiş ve başıyla selam vermişti.
Ebrar "Afiyet olsun!" diyerek karşılık verdiğinde
samimiyetle teşekkür etti.
Açılan dükkanın kapısından giren liseli tayfasıyla, Nehir hemen
tezgahın arkasına geçip Ebrar’a yalvarmaya başlamıştı.
"Ne olur bu geri zekalılarla beni uğraştırma. Ablaları
yaşında olmama rağmen hep bir uğraş içindeler. Aslında içinde desem daha doğru
ama her neyse, al birini vur ötekini."
Beş kişilik grubun üçü erkek ikisi kızdı. Ebrar gözlerini
kısıp kısaca süzdükten sonra Nehir'e döndü.
"Tamam kasadan bir yere ayrılma."
Gençlere yönelip "Hoşgeldiniz gençler!" dediğinde
bana bakıp gülümsediler.
"Hoş bulduk. Köşe tarafındaki masa boşsa oraya
geçebilir miyiz?" diyerek aralarında kibar bir şekilde konuşan çocuğa
"Tabii boş geçebilirsiniz. Ben de menüyü burada veriyim ve birazdan
siparişlerinizi almaya geleyim." diyerek uzattıkları ellerine menüleri
dağıttı. Nehir'e dönüp "Gayet kibar gibiler." dedi.
"Melek yüzlü sinsi bunlar Ebrar, o konuşan zaten en
aklı başında olan sanırım. Geri kalan Allah'a emanet."
Siparişleri almaya gittiğinde kızlar ciddi bir ifadeyle
Ebrar’ı süzmekle meşguldüler. Erkeklerden biri siparişleri saymaya başladığında
ciddiyetle not alırken kızlardan biri ağzındaki sakızı şapırdatarak "Diğer
kız nerede?" diye soru sordu.
Kaşlarını kaldırıp "Pardon?" dediğinde
"Anlama kıtlığı mı yaşıyorsun?" diyerek karşılık verdi.
"Yaşına göre hoş bir tavır sergilediğini mi
düşünüyorsun?" diyerek not defterini önlüğünün cebine koydu Ebrar.
"Sahra kendine gel. Terbiyesizlik yapma!" diye
ani bir çıkış yaptı girişte konuşan çocuk. Hemen ardından Ebrar’a dönüp
samimiyetle "Onun adına çok özür dilerim." dediğinde mahcup yüz
ifadesine dayanamayıp başını önemsiz der gibi salladı. Nehir'e siparişleri
sıralarken o hızlıca hazırlamaya koyulmuştu bile.
"Ağzında sakız şapırdatan embesil seni de sinir etmiş
galiba."
"Her zaman ağzında sakız mı var onun? Seni
sordu."
"Ah evet var. Neyse durumun iyi mi?"
"Katlanabilirim."
Siparişleri götürüp verdikten sonra tezgahın arkasına geçip
Nehir'le yer değiştirdi. O esnada dükkana gelen müşterilere aynı anda "Hoş
geldiniz!" diyerek gülümsediler.
"Ah kızlar bu dükkanın yaşam enerjisi veren havasına
ve size bayılıyoruz." diyen devamlı müşteriler her zaman ki yerlerine
kuruldular. Ebrar Nehir yanlarına gitmeden kasadan onlara seslendi.
"Siparişler aynı mı?"
"Ah evet mozaik pasta ve şu yakışıklı şefin içecek
önerisi."
Kahkaha atıp "Çay yani." dediğinde onayladılar.
Bankada çalışan memur kadınların Erdem'i bir kere üstü başı
unla mutfaktan çıkarken görmelerinin üzerine Erdem'in "Çay yok mu kızım
çay doldursana bana!" diye isyan etmesiyle kadınların favorisi olmuştu. Ama
Erdem’in onları pek umursadığı yoktu. Kadınlara karşı ördüğü duvarları hiç
kimse aşamamıştı. Hayatına birini almayı düşünmüyordu. Ona kök söktürecek
birisi daha anasının karnından doğmamıştı ona göre. Ebrar’a kalırsa onu gafil
avlayıp ettiği bütün büyük lafları teker teker yedirmeyi bekliyordu.
Koşuşturmalı geçen saatler sonucunda dükkanın kepenklerini
kapatıp birbirlerine el sallayarak ayrıldılar. Ebrar meydanın başındaki
marketin oraya park ettiği arabaya doğru yöneldi. Gün boyu eline almadığı
telefonu aklına gelince çantasına uzandı. Nişanlısı Tolga'dan altı cevapsız
arama ve sekiz mesaj vardı. Kısaca mesajlara göz atıp direk onu aradı.
"Benim sevgilim yine iş aşkıyla gerçek aşkını
birbirine karıştırıp beni unuttu!" diyerek isyan ettiğinde
"Unutmadım! Sadece yoğun geçen bir gündü özür dilerim." diye
cevapladı üzgünce.
"Tamam, tamam neredesin? Eve geçtin mi?"
"Hayır, arabama doğru ilerliyorum."
"O zaman bebeğim sana attığım konuma geliyorsun ve
mükemmel bir akşam yemeği yiyoruz. İtiraz kabul etmiyorum."
Arabasına ulaşıp içine girdiğinde savaşmadan pes etti.
"Tamam, öyle olsun."
Telefonu kapatıp Tolga’nın attığı konuma göre harekete geçtiğinde
Nehir'in sabah kurduğu cümle istemsizce aklına geldi. İçimde garip bir
his var Ebrar. O hissin kötü bir şeyler meydana getirmemesi için
dualarımı sıralamaya başladı.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kader hayatın vazgeçilmez bir parçasıydı. Her bir dakikamız
incecik iplerle birbirlerine bağlıydı ve biz göremediğimiz o ipleri
parmaklarımıza dolamış çoğunlukla kör bir şekilde oynatıyorduk ömür kuklamızı.
Tüm bunların yanında tesadüflere inanmak da bir seçenekti tabii ancak hayat
yolunun keyifli noktalarına daha yeni vardığını düşünen Gökmen için tesadüfler
fazla ütopik kalıyordu. Bu zamana kadar rotasını kendisi çizmişti hep ve şimdi
asıl yaşaması gereken hayatın başında beklerken, eğer gerçekten varsa bile kendini
tesadüflere bırakamazdı.
"Aynalar çatlayacak be abi, yeter!”
Kapıya yaslanıp isyan eden kardeşi Göker'e dönüp saçlarını
karıştırdı.
"Bugün o kafe mevzusunu hallediyorum koçum. Benim bu
seksapalitem ile karşımda bir kadın durursa konuşmama bile gerek kalmaz, ki
açıkçası boşu boşuna çene çalmak istemiyorum. Anlarsın ya hani bir bakış hoş
bir gülüş-"
"Belki de bir öpücük." diyerek Göker'in
arkasından çıkan Gökçe karnını tutup kusar gibi yapmıştı. Gökmen kız kardeşinin
hareketine alayla sırıtıp "Neden olmasın?" diye mırıldandığında Genç
kız gözlerini büyüterek abisine baktı.
"Ciddi olamazsın. Umarım tonton bir amcaya denk
gelirsin abi!" diyerek merdivenlerden huysuzca inmeye başladı. Arkasından
başını olumsuzca iki yana sallayıp yüzünde hoş bir tebessümle son kez aynaya
döndü.
Bir görenin dönüp ikinci kez bakacağı kadar yakışıklı bir
adamdı Gökmen. Onu tanımayanların ego diye tanımlayacağı kadar da öz güvenliydi.
Aynanın karşısına geçip kendini övmeyi severdi. Aynı şuanda olduğu gibi.
“Ah, yine harikayım. Allah’ım yarattın ya beni takip
etmesen de olur takipçim çok.”
Açıkçası şuan biraz heyecanlıydı. Hayallerini
gerçekleştirmeye ne kadar az kaldığının daha yeni fark ediyordu ve heyecanın
yanında hafif bir korku sarmaya başlamıştı.
Ya başaramazsam?
Ya ailemi hayal kırıklığına uğratırsam? Ya ba-
Ellerini kaldırıp birkaç kez vurdu yanaklarına hafifçe. Sonra
gözlerini kısıp aynadaki Gökmen’in gözlerine dikti.
“Ya şöyle olursa, ya böyle olursa yok Gökmen Efendi.” diye
mırıldandı işaret parmağını sallayarak. “Yapacaksın. Başaracaksın. Başka yolu
yok. Bugüne kadar ne zaman başarısız oldun ki. Evet, bu elindeki tek şans ancak
unutma ki senin elinden bir uçan bir de kaça-“
“Abi… Ne yapıyorsun?”
Gökmen duyduğu sesle irkilirken elini kalbine götürüp hızla
kapıya döndü. Göker kaşlarını kaldırmış dikkatle abisini izliyordu.
“Oğlum! Niye sinsi sinsi geliyorsun öyle?!” diye yükseltti
sesini. Korkudan nefes nefese kalmış, sanki yavaşlatabilirmiş gibi elini sertçe
kalbine bastırmaya devam ediyordu.
“Gitmedim ki…”
Göker’in kendine zıt bir şekilde masumca kurduğu sözlerine
sinirle gözlerini devirdi. Yatağın üzerindeki ceketini alıp kapının önünde
dikilen Göker’i iterek çıkarken hırsla söylenmeye devam ediyordu.
“Hay anasını…Oda, oda değil yol geçen hanı! Sen de çekil
şuradan.”
Göker de merdivenlerden inen abisini takip ederken hayretle
karşılık veriyordu ona.
“Ya ben ne yaptım şimdi? Kendi kendine konuşup egosunu
okşayan sen, azar yiyen ben. Allah’ım ya!”
Göker pes etmeden başını kaldırmış merdivenlerden inerken
çarptı bedenle durup bakışlarını yavaşça aşağı indirdi. Bir karış ötesinde
durmuş ifadesizce kendisine bakan Gökmen ile sertçe yutkundu. Hemen şirince
sırıtıp öpücük attı. Gökmen gözlerini kapatıp sabır dilenircesine derin bir
nefes alırken fırsattan istifade yanındaki boşluktan fırlayıp aşağı, olanları
izleyip tekrar kusma seansına giren ikizinin yanına gitti.
“Sen hala kusuyor musun ya?” dediğinde Gökçe onu
umursamadan söylendi.
“Sanırım az önce kör oldum.”
Gökmen içinden neden sakin olması gerektiğini kendine
hatırlatıp ikiliyi görmezden gelerek salona yöneldi. İçeri girdiğinde aşık
olduğu çiçekleriyle konuşarak onları sulayan annesini gördüğünde bütün
sıkıntıları gitmiş yüzünü parlak bir gülümseme kaplamıştı.
“Ben çıkıyorum annem. Bir isteğin var mı?”
Melek Hanım elindeki sulama kabını bırakıp tatlı bir
tebessümle oğluna döndü.
“Yok oğlum. Sen şu işi gönlünce hallet de başka bir şey
istemem.”
Gökmen hızla annesinin yanına gidip sıkıca sarıldı.
“Kurban olurum ben sana, Meleğim benim!”
Melek Hanım oğlunun sözlerine gurur ve keyifle gülerken,
Gökmen annesinin saçlarına öpücükler bırakıyordu.
“Hadi, hadi oyalanma daha. Geç kalacaksın.” Diye kollarından
ayrıldığında gözlerini kısıp alayla annesine baktı Gökmen.
“Doğruyu söyle Melek Sultan, bir an önce çiçeklerine dönmek
için beni başından savıyorsun değil mi?”
“O kadar belli oluyor mu ya? İyice formdan düşmüşüm.”
“Aşk olsun anne!” diye söylene söylene kapıya giderken
Melek Hanım da gülerek oğlunu takip ediyordu.
Gökmen kapıyı açıp bahçeye çıktığında arkasından seslendi.
“İyi şanslar.”
"Bunu karşıma gelecek olan kişiye söylediğini var
sayıyorum matmazel.” diyerek eğilip referans yaptığında aldığı tepki alaylı birkaç
gülüş arasındaki “Hadi be sen de, zevzek!” sözler ve suratına kapatılan bir
adet kapıydı.
Gökmen gülerek önüne dönüp garaja doğru yöneldi. Annesi her
zaman enerji kaynağı olmuştu onun için. Lacivert spor arabaya yaklaşırken artan
heyecanı da yine annesinden aldığı güzel enerjinin eseriydi.
Arabaya bindiği gibi camları açıp son sürat yola
koyulmuştu. Bütün dikkatini yola vermişken bir anda dikiz aynasında karşı
karşıya geldiği kendi gözleri onu şaşırtmıştı. Yüzüne vuran güneş gibi parlayan
ela gözler her şeyin beklediğinden de güzel olacağına işaret ediyordu Gökmen
için. Büyük bir kahkaha atarak teninde gezinen rüzgara kucak açtı.
“Güzel olacak. Her şey güzel olacak.”
***
Kafenin olduğu konuma geldiğinde arabayı kenara çekip
havalı bir şekilde indi. Güneş gözlüğünü çıkarıp gömleğinin açıkta kalan kısmına
taktıktan sonra kendi kendine gülümsedi. Etrafına şöyle bir göz gezdirdiğinde
karşılaştığı nezih ve güzel ortam gülümsemesini iyice genişletmişti. Tam da
hayal ettiği gibi…
"Gökmen Bey?" diyerek ona doğru yaklaşan kadın
tereddütle sorduğunda sırıtmasını hiç bozmadan kadına cevap verdi.
"Evet, benim."
“Merhaba. Yağmur Emlak’tan Ebru ben. Sizinle telefonda
konuşmuştuk.”
Kadının uzattığı eli tutup hafifçe sıkarken rahatsız
etmemeye çalışarak kısaca süzdü. Kalem bir etek ve dar ekoseli bir gömlek...
Güzel ve kesinlikle etkileyici bir kadındı. Resmiyeti pek sevmeyen Gökmen’i
bile etkilemişti, helal olsundu.
“Evet, hatırladım. Memnun oldum Ebru Hanım.”
“Ben de. İsterseniz hemen dükkana geçelim.”
“Kesinlikle. Sayfaya koyduğunuz resimleri defalarca inceledim
ama yine de çok merak ediyorum.”
Bir yandan Gökmen’in sözlerine gülerken bir yandan da Ebru’nun
önderliğinde dükkana doğru yöneldiler.
“Tahmin edebiliyorum. Fotoğrafla gerçeği bir olmuyor tabii
ki. Fotoğrafta çok beğenip gelen, gelip görünce beğenmedim deyip giden çok kişi
oluyor.”
Sokağın bir ucundan diğer ucuna doğru yürüyen ikili esnafın
dikkatini çekerken onlar dükkan hakkında tatlı bir sohbete tutulmuşlardı.
“Dükkanın içi hakkında görmeden bir şey diyemem ama kesinlikle
konum olarak aradığım çevreye sahip. Mahalle arası esnaflık kültürünü çok seviyorum
ve bu konuda tam olarak hayallerimi karşılıyor.”
“Buna gerçekten sevindim. Çünkü buranın esnafı aile gibi. Her
zaman sıcaklar ve eğer seni içlerine alırlarsa daima koruyup kollarlar.”
Yavaş yavaş yaklaşırken her adımda Ebru’ya başlarıyla selam
veren insanları görünce sözlerinde fazlasıyla samimi olduğunu anladı.
“Sanırım sizi de bayağı içlerine almışlar?” dediğinde
dükkanın önüne gelmişlerdi. Ebru Gökmen’in yorumuna gülerken kilidi açmaya
koyuldu.
“Eh, müşteriler için gide gele ahbap olduk hepsiyle. Buyurun
efendim.”
Ebru kapıyı açıp Gökmen için tuttuğunda gülmeden edemedi.
“Ah, teşekkür ederim Ebru Hanım. Bu kadar centilmen
olmanızı beklemiyordum açıkçası.”
İçeri girerken yüzlerini kaplayan gülümseme dolaşırken de
anlaşırken de hiç solmamıştı. Sonunda dışarı çıktıklarında Ebru kapıyı
kilitlerken Gökmen, ilk defa bebeğini kucağına alan bir baba gibi hayranlıkla
dükkanına bakıyordu. İçerideyken gerekli görüşmeler yapılmış, imzalar atılmış ve
para yatmıştı. Bu dükkan artık onundu, değil mi?
“O zaman çarşamba günü notere gidip geri kalan işlemleri
hallediyoruz ve tamamen benim oluyor?”
“Çarşamba gününü beklemenize gerek yok Gökmen Bey. Bu dükkan
artık tamamen sizin.”
Gökmen Ebru’nun uzattığı anahtarı heyecanla alırken Ebru
onun bu çocuksu hallerine gülmeden edemedi.
“Tekrardan hayırlı olsun. Umarım hayallerinizi layığıyla
gerçekleştirebilirsiniz.”
“Her şey için çok teşekkür ederim.”
“Rica ederim. Her zaman.”
Kısa bir tokalaşma ve vedayla ayrıldıklarında Gökmen elinde
havaya atıp tuttuğu anahtar yüzünde sarhoş bir gülümsemeyle arabasına bindi. Bir
süre oturduğu koltukta sakinleşmeyi beklerken gözleri tekrar dikiz aynasındaki
yansımasına çarptı. Bu sefer gözlerinde gördüğü parlaklığın içi boş değildi. Ona
‘Başardın!’ diyordu. Gökmen yüzündeki
meydan okuyan tebessümle başını iki yana salladı.
“Hayır.” diye fısıldadı. “Her şey daha yeni başlıyor.”
Buralar değerlenir rez 👍 şimdi okumaya başlayabilirim
YanıtlaSilO zaman keyifli okumalar 😊
Sil