Hayat her gün farklı bir oyun oynuyor, insanların karşısına farklı bir şey
çıkartıyor ve bundan hiç yorulmuyordu. Bir yerde birileri bu oyunlardan pes
edip hayattan vazgeçiyor, birileri ısrarla başkaldırıyor, bu oyunlara anladığı
dille cevabını veriyordu. Ama bir grup tamamen oyunları hem yenip hem
kazanıyordu. Hani derler ya “Benden bu kadar biri benim yerime devam etsin.”
İnsanın en büyük yenilgisi de bu olur. Aslında o yenilgi diye hissedilen yerde
kendisini toparlamalı insan. Ebrar’ın şu an ki konumu da pes etmeye yakındı.
Dün gece olanlardan sonra uykusuz bir gece geçiren Ebrar, sabah alelade bir
şekilde kendini kafeye attı. Oldukça erken bir saatte kafeye gelmişti. Daha
mahallede kimse dükkanını açmamıştı. Çantasını gelişigüzel bir yere koyduktan
sonra saçlarını sıkı bir atkuyruğu yaptı. Ellerini ensesinde birleştirip başını
yukarı kaldırıp bir süre tavanı inceledi. Gözlerine dolan yaşların geri
gitmesini bekledi. İçinden gelen titrek nefesi yuttu. Derin bir nefes alıp
verdi. Mutfağa doğru çevirdi adımlarını. Erdem’in mabedine ilk defa Erdem’den
önce girmişti.
Etrafta Erdem’in yaptığı düzeni inceledikten sonra büyük tezgahı süzdü.
Ardından eline geçen çikolata kaselerini büyük tezgaha sıraladı. Daha sonra
klasik kek malzemelerini. Tam işe koyulacağı sırada gözlerinin önüne düşen
kıvırcık saçlar rahatsız etti ve çantasında toka almak için dükkana döndü.
Diğer yandan keki neyli yapacağına karar vermeye çalışırken gözüne çarpan kahve
kavanozuyla kendi kendine ‘Neden olmasın?’ dedi. Kavanozu aldığı gibi mutfağa
geri döndü. Kahveyi de diğerlerinin yanına koyduğunda derin bir nefes aldı ve
başladı. Tolga’yı da toplayamadığı saçlarını da unutmuştu.
Mahalledekiler dükkanlarını açmaya başladıklarında Nehir önce Süleyman Bey’e
gazete bırakmış, sonra doğruca kafeye yönelmişti. Göker ile başıyla
selamlaştıktan sonra kafeyi açmak için önüne döndü. Açık olan kafeyi gördüğünde
kaşlarını çattı. Saatine bakıp başını kaldırdı. Her zamanki saatinde gelmişti.
İçeriye girip kapalı olan ışıklarla karşılaştığında derin bir nefes aldı.
“Erdem abi!”
Yüzü gözü unlu bir şekilde mutfaktan çıkan Ebrar elindeki eldivenleri
çıkartmaya başladığında Nehir şaşkınca onu izliyordu.
“Günaydın.”
Ebrar’ın duygusuz bir şekilde verdiği tepkiyle çantasını çıkartıp ona doğru
yaklaştı.
“Kuzum neyin var senin?”
Ebrar’ın kırgın bir şekilde bir bakış atmasıyla gözleri dolması bir oldu.
Nehir hiç düşünmeden ona sarıldığında Ebrar hıçkırıklarını serbest bıraktı.
Nehir ne yapacağını bilemez bir halde Ebrar’ı teselli ederken geri çekilip
yüzünü ellerinin arasına aldı.
“Bak bakayım bana bir sen. Ağlamasana kızım. Anlat ne oldu. Korkmaya
başladım bak Ebrar.”
Ebrar başını sallayıp elleriyle dudaklarını kapadı ve bir sandalyeye çöktü.
Nehir de bir sandalyeyi ters çevirip tam Ebrar’ın karşısına geçti. Bir şeyler
anlatması için ona bakarken Ebrar derin titrek bir nefes verdi.
“Dün Tolga ile karşılaştım.”
“Nerede?”
“Evimin önünde. İşten çıkıp evime gelmiş. O kadar perişan görünüyordu ki,
öyle görünmesinin sebebi bendim.”
“Saçmalama, sonra ne oldu?”
“Sonra işte eve çıktık. Oturduk. Konuşamadım. Ne konuşacağımı bilmiyordum.
Off! Nehir o bana aşık ama-“
“Ama sen ona aşık değil misin?”
Ebrar dudağını kemirip başını bilmiyorum dercesine salladığında, Erdem kafeye
girdi.
“Günaydın hanımlar. Ebrar?”
Erdem ile kısaca bakışan Nehir oturduğu yerden kalkıp dışarı çıkmak için
hareketlendi.
“Kahvaltılık almaya gideyim ben. Büfe’ye de uğrarım. Tost alırım Ebrar’a.”
Erdem, Nehir gittikten sonra Ebrar’ın karşısına geçti. Ebrar’ın
suskunluğuna ortak olmayı seçti. İlk defa onu böyle görüyordu. Nasıl
davranacağını bilemedi. Ebrar’ın ona yaşlı gözleriyle bakmasıyla içinden bir
şeyler koptu. Ebrar’ın ayağa kalkıp “Abi.” deyip sıkıca sarılmasıyla boğazına
oturan yumruya lanet etti. Başını göğsüne koyup ağlayan Ebrar’ın saçlarını okşarken
hafifçe geri çekilip Ebrar’ın yüzüne baktı.
“Abisinin gülü, bak bakalım bir bana.”
Ebrar’ın dudağından bir hıçkırık koptuktan sonra bakışlarını Erdem’e
çevirdi.
“Ağlama. Sakın... Sakın bir daha ağladığını görmeyeyim. Şimdi elini yüzünü
yıka, gel oturup konuşacağız.”
Ebrar başını salladıktan sonra arka tarafa gitti. Erdem sandalyeye oturup
elini saçlarının arasından geçirdikten sonra derin bir nefes alıp verdi. Bir
kızla nasıl dertleşirdi, o daha önce böyle bir duruma düşmemişti ki. Ne
yapacağını bilmediği durum karşısında daha da strese giren Erdem, onu kırmamak
için kelimeleri iyi seçmesi gerektiğine karar verdi. Ebrar kızarmış ve daha da
ön plana çıkan çilleriyle karşısına geçip oturduğunda tebessüm etti.
“Şimdi daha iyi misin?”
Ebrar başını sallayıp ona baktığında başını hafifçe yana doğru eğip tekrar
tebessüm etti.
“Seninle istersen saatlerce susarım. İstersen saatlerce konuşurum, ama
anlat. Anlat ki derdine bir çözüm bulmaya çalışalım.”
Ebrar dudaklarından titrek bir nefes verdikten sonra Erdem’i onayladı ve
parmaklarıyla oynarken konuşmaya başladı.
“Tolga ile aramız gittikçe açılıyor. Bunun sebebi kesinlikle Gökmen değil.
Tolga... O bana aşık ama ben bilmiyorum. Ya da korkuyorum. Erdem abi az çok
beni, annemi ve babamı biliyorsun. Sen bile tanımadın daha onları. Tolga'yı
bile doğru düzgün tanımıyorlar. Beni bir ara aradıklarında hala evlenmedin mi
diye laf ettiler. Daha damadı olacak adamı tanıma tenezzülünde bile
bulunmadılar. Geçenlerde de aradıklarında 'Şu düğün işini aradan çıkartalım
İstanbul'a geleceğiz en kısa zamanda.' dediler. Ben her şey bir nevi geleneklere
göre olsun istedim başından beri ama olmadı. Her şey o kadar üst üste geliyor
ki. Tüm bunlara dayanacak gücü kendimde bulamıyorum. Dipte gibi hissediyorum
kendimi. Tolga dün gece evime geldi. Evlilik konusunu açtı. Bana bir şeylerin
bitmeyeceğine beni inandır dedi. Tek kelime edemedim.”
Erdem’e bakıp boynunu büktü.
“Sabahta mutfağını ele geçirdim bir şeyler yapmaya çalıştım. Şimdiden
içeride ki hasar için özür dilerim.”
Erdem son cümleyle gülümseyip Ebrar’ın elini tuttu.
“Bak bakayım bana... Öncelikle-“
Ebrar’ın yüzük parmağındaki yüzüğü usulca çıkarttı.
“Bazı şeyleri sırf zorunda olduğun için takma. Ben sana tepki göstersem de
sen kendin için en iyisi neyse onu yap.”
Ebrar parmağından çıkan ve şu an masada olan yüzüğe bakıp Erdem’e döndü.
“Sonra... Benim ilişkilere bakış açımı biliyorsun. Tolga bir erkek kendince
haklı yanları var. Ama bu şekilde seni üzme noktasına getirecek kadar değil.
Aşkından veya sevgisinden seni ne derece kırdığını belli ki anlamıyor. Salak
herif.”
Ebrar kıkırdağında Erdem Tolga’yı gömmenin en iyi çözüm olacağını anladı.
“Bu kadar süre içinde senin ona ne derece değer verdiğini hala anlamamışsa
da oturup öküzlüğüne ağlasın. Erkek adam sevdiği kadının sevgisinden şüphe eder
miymiş hiç.”
Ebrar başını sallayıp onu onayladığında gülmeye devam ediyordu.
“İstersen dükkana falan girmeye kalkarsa kapıya bir uyarı asalım. Eskiden
cennet mahallesi diye bir dizi vardı ya orada pembe diye bir kadın ‘küpekler ve
Feratlar giremez’ diye bir yazı asmıştı hani. Biz de ‘Tolgalar ve onun gibiler
giremez’ yazalım mı?”
Ebrar daha fazla dayanamayıp kahkaha atmaya başladığında Erdem rahat bir
nefes koy verdi.
“Erdem abi ya! İyi ki varsın. Ve yazı konusuna gelirsek fena fikir değil,
yazdım köşeye.”
Gülümseyerek konuşan Ebrar’a gülen Erdem oturduğu yerden kalktı.
“Şimdi biraz daha iyi misin?”
Gülümseyerek başını sallayan Ebrar ayağa kalktı.
“İyiyim, teşekkür ederim.”
“O zaman bir daha ağlamak yok. Bu seni ilk ve son olacak anlaştık mı?”
Ebrar, bir kez daha başını salladığında Erdem memnun olmuşcasına gülümsedi,
daha sonra Ebrar’ın omzunu destek verircesine sıkıp mutfağa yöneldi.
“Ama ben, şimdi mutfağı çok kötü bulursam, ‘Ebrar’lar ve yardakçıları
giremez’ yazısını yazıp asacağım.”
Arkasından duyduğu itiraz sesiyle kahkaha atarak mutfağa giren Erdem savaş
alanını gördüğünde eline hiç düşünmeden kağıt kalem aldı ve “EBRARLAR VE
YARDAKÇILARI GİREMEZ.” yazısını yazdıktan sonra mutfağın kapısına astı.
Gökmen, sabah ailesiyle eğlenceli bir kahvaltı yapıp kardeşleri okula
gittikten sonra doğruca kafesine geçti. Bugün Göker okuldaki hayran kızlarıyla
ilgilenecekti. Evdeki konuşma aklına geldiğinde kafenin girişinde gülmeye
başladı.
“Off bu kızın adı neydi, Gökçe?”
“Hangisi.”
“Şu kıvırcık saçlı olan sarışın.”
“He o mu? Şey o Buse.”
“Heh dur bir ilgi göstereyim de bugün gönlünü alayım.”
Kahvaltı masasında Gökçe ile Göker’in arasındaki diyalog Arslan Bey’in
kaşlarını çatmasına sebep olurken Neşe hanım “Zevzekler.” diyerek tepkisini
koymuştu. O esnada Gökmen haylaz bir ifadeyle kardeşine bakmakla yetinmişti.
Gökçe ise ders bitiminden sonra direk yanına gelecekti. Anahtarları
ceketinin cebine atıp kasanın tarafına geçti ve hoparlöre bağlı bilgisayardan
şarkı listesini açıp işe koyuldu. Arada bir istemsizce karşı kafeye kayan
bakışlarına engel olmadı. Dün piknikte Ebrar bırak gülmeyi selam dahi
vermemişti. Hala devam eden bir sorun silsilesi vardı aralarında. Tam bitti
derken, yeniden başlamıştı o aralarındaki soğukluk. Normalde bu kadar kafasına
takmayacağı bir şeyi ilk defa kafaya takar hale gelmişti.
Kafesinde her zaman ki gibi müşterileriyle ilgileniyordu Ebrar. Ama
yüzündeki buruk ifadeyi fark etmemek için aptal olmak gerekirdi. Bir an karşı
tarafa gidip Ebrar ile konuşmayı düşündü, fakat aralarının daha da kötü olmasını
istemediği için vazgeçti. O esnada radyoda çalan şarkının cümlesi
Gökmen’in aklına kazınmıştı.
Söz olur kalbe değer, söz
olur kalbi kırar.
İki kafenin de müşterilerinin yoğun olduğu anlarda Gökçe abisinin yanına
gelmişti. Gökmen hemen önlüğü ona atıp bekleyen müşterileri işaret etti ve
Gökçe daha çantasını çıkarmaya fırsat bulamadan müşterinin yanında soluğu aldı.
“Hoşgeldiniz. Ne alırdınız?”
Derin bir nefes alıp müşterilere bakıp gülümsedi. Söylenilen siparişleri
hızlıca not aldıktan sonra başını salladı.
“Başka bir şey?”
“Hayır, yok teşekkürler.”
Tekrar gülümseyen Gökçe abisine doğru döndü ve siparişleri sallayarak
tezgahın üzerine kağıdı koydu.
“Baya iyi gidiyor gibi.”
Çantasını çıkartıp kenara koyduktan sonra dirseklerini tezgaha
yasladı. Gökmen kız kardeşine bakıp göz kırptı ve kafeye genel bir bakış atıp
kız kardeşine doğru eğildi.
“Güzel bir kızın geleceğini duydular galiba ondan bu kalabalık.”
Gökçe kaşlarını merakla kaldırıp etrafa hızlıca bir bakış attıktan sonra
abisi gibi eğildi.
“Kimmiş o kız?”
Gökmen göz kırpıp kendisini işaret ettiğinde Gökçe gözlerini kısıp dikkatle
Gökmen’e baktı.
“Bugün ben varım diye yalakalık yapıyorsun resmen, yuh artık abi.”
Gökmen kardeşinin haline bakıp kahkaha attıktan sonra siparişleri uzattı.
“Müşteri bekletilmez. Haydi bakalım.”
Gökçe ciddiyetle aldığı siparişleri müşteriye götürürken arkasından Gökmen
sırıtıyordu. Gökçe onu yanıltmıştı. Bu zamana kadar müşteriyi kovacak herhangi
bir hareketi olmamıştı, oysa cadalozluğunu göreceğini düşünüyordu.
Gökçe gün boyu müşteriyle gülümseyerek ve oldukça cana yakın bir şekilde
ilgilenmiş abisini şok etmişti. Müşterinin azaldığı bir ara dışarı çıkıp hava
almak istediğini söyledi. Gökmen fazla vakit kaybetmemesi gerektiğini
söylediğinde onu onaylayıp kafeden ayrıldı.
Karşı kafedeki Erdem ise mutfağı tamamen toparladıktan sonra siparişleri
hazırlamaya başlamıştı. Kapıya astığı uyarıyı ilk gören Nehir olmuştu. Ebrar’ın
yanına koşar adım gidip mutfağı işaret etti.
“O kapıya ne yazmış öyle?”
Ebrar kaşlarını merakla kaldırıp Nehir’in işaret ettiği yere doğru baktı.
“Kim? Ne yazmış?”
“Erdem abi işte. ‘Ebrarlar ve yardakçıları giremez’ yazmış büyük harflerle.”
Ebrar duyduğu cümleyle şok olup mutfağa doğru ilerledi. Kapıda gördüğü
yazıyla “Erdem abi!” diye cırladı.
Erdem mutfakta pasta kalıplarını Ebrar’ın cırlamasıyla ıslık çalarak
çıkartmaya koyulmuştu.
Nehir’in “Sussana geri zekalı müşteriler duyacak.” diye uyarısıyla keyiften
dört köşe olan Erdem kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu.
“Kızım görmüyor musun? Erdem abi, hani senin Hulk’a benzettiğin. Ne asmış
kapıya. Kız kafasına darbe falan mı aldı bu acaba?”
Kapıya vurup “Erdem abi, iyi misin?” diye sakince sordu.
Erdem memnun bir ifadeyle “İyiyim.” dedi ve bir kahkaha attı. Ebrar biraz
daha kendine gelmeye başlamıştı. Erdem mutlulukla kalıpları çıkartmaya devam
ederken başka kadınların sesini duymasıyla donup kaldı.
Ebrar ve Nehir mutfak kapısında dikilirken bankadan gelen kadın
müşterilerin ikisi yanlarına gelmişti.
“Kızlar bir sorun mu var?”
Nehir “Aslında yok-“ diye cümleye başladığında Ebrar “Ah evet aslında
pastacımız bizden bıkmış.” diyerek kapıdaki yazıyı kadınlara gösterdi. Şu an
Erdem’in yüz ifadesini deli gibi merak etmeye başlamıştı.
Kadınlar yazıyı okuyup birbirlerine baktıktan sonra Ebrar’dan ve Nehir’den
müsaade isteyip kapının önünde durup kapıya vurdular.
“Biz girebilir miyiz?”
Ebrar, dudaklarını büzüp Nehir’e baktı. Nehir başını olumsuzca sağa sola
sallarken “Biz bittik kızım bittik.” diyerek Ebrar’a sessizce isyanını
sıralıyordu. Çok geçmeden kapı açıldığında kadınlar karşılarında Erdem’i
görmenin heyecanıyla derin bir nefes aldılar. Erdem yazıyı tek bir hareketle kadınlara
bakmadan çıkarttıktan sonra kenardaki çöpe attı ve net bir sesle
“Giremezsiniz.” dedikten sonra çıkışa yöneldi. Arkasından “Nereye?” diye
seslenen Ebrar’a karşılık “İşim erken bitti. Yarın görüşürüz.” dedi.
Kendisini kafeden dışarı atan Erdem hemen sokaktan çıkmayı hedefledi. Eş
zamanlı Gökçe, birkaç arka sokakta kendini bir kaldırıma bırakmıştı. Gökyüzüne
doğru başını kaldırıp gözünü kısarken ani bir dürtüyle sokağın başına çevirdi
bakışlarını. Erdem hızlı adımlarla olduğu yere geliyordu fakat başını yere
dikmiş hiçbir şekilde kaldırmıyordu. Gökçe’nin orada olduğunun farkında bile
değildi. Gökçe olduğu yerde gülümseyip, Erdem ile karşılaşmasından saniyeler
öncesinde aklında sinsi bir plan yapmıştı. Kendinden emin bir şekilde oturduğu yerden
kalkıp Erdem ile tesadüfen karşılaşmış moduna geçti ve Erdem onu fark etmeden
başını önüne eğip ona doğru yürümeye başladı.
Erdem, Ebrar ile Nehir’i içinden azarlarken bankacı
kadınlara öfkesini ayrı yaşıyordu. Tamamen yere odaklanmış adımlarını kafenin
sokağından çıktıktan sonra serbest bırakmış ayakları nereye götürürse oraya
gitme kafasındaydı. Gökçe’nin varlığından bir haberdi. Gökçe, tam Erdem ile yan
yana geçecekleri esnada sertçe Erdem’in koluna çarptı.
“Koskoca kaldırımda başka yer mi yok ben anlamıyorum
ki!”
Erdem’in ani çıkışı çarptığı kişiye başını
çevirmesiyle durdu. Gökçe böyle bir tepki beklemiyordu. Onun beklediği, hata
kendisinde olsa bile Erdem’in özür dilemesi sonrasında da belki bir muhabbet
döndürmeydi. Şok olmuş bir şekilde Erdem’e bakıp iki adım geriledi. Erdem tam
karşısına geçip elini saçının arasından geçirdikten sonra derin bir nefes alıp
verdi.
Dün gece Gökçe ile karşılaşmaması gerektiğine karar
vermişti uzun bir süre boyunca. Dün piknikte olanlar evine gidince bile
aklından çıkmamıştı, kendini derin düşüncelere bırakmıştı. İçten içe kendine
kızmıştı. Bir an neye uğradığına şaşırmıştı çünkü. Şimdi böyle karşılaşınca
Gökçe ile yine afallamıştı. Kendisine şaşkın bir şekilde bakan gözler dişlerini
sıkmasına sebep oldu. Bu kız çırpı bacaktı ona göre. Öyle de kalmalıydı. Bir
şey demeden yoluna devam etmeyi düşündü. Kendi kendine en doğru seçeneğin bu
olduğuna karar verdi. Önüne dönüp bir adım atacağı esnada arkasında duyduğu
sesle olduğu yere mıhlandı ayakları.
“Özür dilerim.”
Gözlerini kapayıp bir elini istemsizce kalbine
götürdü. Gökçe’nin bunu görmemesi avantajdı o an. Omzunun üstünden Gökçe’ye
kısa bir bakış attığında genç kızın bakışlarının yerde olduğunu gördü. Tekrar
karşısına geçti ve bakışlarını kaçırmadan yüzüne baktı.
“Ben özür dilerim.”
Gökçe hızla başını yerden kaldırdığında, Erdem vurgun
yemiş gibi bir an kasıldı. Kız cüretkar bir şekilde bakışlarına karşılık
veriyordu şimdi de. Başını yerden kaldırmaması gayet yararınaydı oysa.
Gökçe ise içinden kendini tebrik ederken dışa vurduğu
yüz ifadesi ile oldukça masumdu. Erdem karşısında bocalamıştı, bu gözle
görülür şekilde belliydi. Nedenini bilmese de karşısında bu kadar tutarsız
davranması hoşuna gitmişti. “Neyse.” diyerek uysal bir şekilde başını diğer
tarafa çevirdiğinde, Erdem gözlerini sımsıkı kapayıp açtı. Gökçe gitmek için
hareketlendiğinde çevik bir hareketle bileğinden yakaladı. Gökçe duraksayıp bir
bileğini tutan ellere bir de Erdem’e baktı. Kalbi bir an kasıldığında kendine
şaşırdı.
Sokakta ikisinden başka kimse yokken garip bir
durumdalardı, ikisi de akıllarından sürekli bir şeyler geçiriyordu. Gökçe’nin
her zaman ki hazır cevap halinden eser kalmamıştı. Şu an bu harekete karşı
cırlaması gerekiyordu. Oysa sadece bir bakış atmayla kalmıştı. Erdem Gökçe’nin
bakışlarını fark ettiğinde usulca bıraktı bileğini. Boğazını temizleyip hafifçe
öksürdü ve tepkisiz bir ifadeye bürünerek konuşmaya başladı.
“Pardon... Yani, yersiz bir çıkış yaptım az önce
tekrardan özür dilerim.”
Gökçe hafif bir tebessümle kendisine baktı başını,
hafifçe yana doğru eğip karşılık verdi.
“Sorun değil, sanırım elektrik yüklüsün.”
Erdem’in dudağının bir kenarı hafifçe yukarı doğru
kıvrıldı. Benzetmesi komiğine gitmişti. Gökçe onun anlık kıvrılan dudağını
gördüğünde boğazını temizledi ve hafifçe öksürdü.
“Neyse benim kafeye geçmem lazım, malum abime yardımda
sınır yok. Sen...”
Erdem saçlarını karıştırdıktan sonra bir eli ensesinde
“Benim işim bitti diyelim.” dedi.
Gökçe başını sallayıp tekrar tebessüm ettiğinde, Erdem
bakışlarını yere çevirdi.
“O zaman sonra görüşürüz.”
Erdem’in cevabını beklemeden arkasını dönüp yürümeye
başladığında, Erdem içinden “En azından kendime gelene kadar
görüşmeyelim.” diye geçiriyordu.
Gökçe bir kez daha soğuk nevale diye düşünmeden
edemese de ilk düzgün diyaloglarının bu olduğunu bir kenara yazdı. Sırıtarak
abisinin kafesine doğru giderken kahkaha atmadan duramadı. Erdem ilk defa karşısında
ne yapacağını bilememişti ona göre. Ki haksız sayılmazdı. Dün olandan sonra
üzerine falcı Zümrüt gibi gitmeyi düşünmüyor aksine, daha ılımlı yaklaşmayı
düşünüyordu.
“Aferin kızım Gökçe. Kedi olalı bir aslanı yola
getireceksin aferin.”
Sırıtarak abisinin kafesine girdiğinde Gökmen
kardeşine şaşkınca baktı.
“Ne oldu cadı?”
Gökçe kasanın arka tarafına geçip beline önlüğü bağlarken
sırıtarak “Yok bir şey.” dedi ve ardından müşterilere bakınmaya başladı. Gökmen
tek kaşını havaya kaldırıp kız kardeşindeki ani duygu değişimine anlam vermeye
çalışsa da, birkaç saniye sonra vazgeçip başını sağa sola sallayıp önüne döndü.
O esnada telefonunun çalmaya başlamasıyla elini cebine atıp, telefonu çıkarttı
ve gülerek telefonu açtı.
“Ooo sinsi Ferdi.”
“Kardeşim nasılsın?”
“İyiyim, sen nasılsın?”
“Bende iyiyim, iyiyim de. Ocağına düştüm Gökmen,
yardımın lazım.”
“Dur be oğlum. Hayırdır. Anlat.”
“Ya abi benim üniversiteden beri sevdiğim kim?”
“Arzu.”
“Heh işte, Arzu’ya evlenme teklifi edeceğim ama beklemediği
şekilde. Ee bizim üniversite zamanında kızların yana yakıla hayran olduğu
şanslı herifte sendin. Anla işte ne diye kıvrandığımı.”
Gökmen gömleğinin yakasını havalı bir şekilde
üniversiteden arkadaşı görmese de düzelttikten sonra boğazını temizledi.
“Bu kadarı yetmez, yalvar Ferdi.”
“Ulan var ya, ocağına düştük ya süründür.”
“Tabi aslanım, ne sandın? Bu zamanda bir Gökmen Kılıç kolay
yetişmiyor.”
Ferdi bir kahkaha attığında dayanamayıp Gökmen’de
gülmeye başladı.
“Bugün boş olduğun an benim kafeye gel. Planlarız bir
şeyler. Konum atarım sana.”
Ferdi, Gökmen’in cevabıyla memnun bir şekilde
“Tamamdır.” dedi ve iki arkadaş telefonları kapattı.
İlerleyen saatlerde eski dost Gökmen’in kafesine
gelmişti ve anında koyu bir sohbete giriştiler. Gökçe bu esnada olanı biteni
anlamaya çalışıyor, sinsi Ferdi’nin sinsi planlarını merak ediyordu. Abisi
hiçbir şekilde ona bir şey dememiş ne olduğunu sorduğunda boş ver diyerek
geçiştirmişti onu. Müşterinin yoğunluğu azaldığında kapıya yaslanıp kollarını
göğsünde bağladı, ardından karşı kafeye çevirdi bakışlarını. Ebrar’ın müşteri
ile ilgilenirken yüz ifadesini izledi bir süre. Daha sonra Nehir’e baktı.
Erdem hiç kimseye olmadığı kadar bu iki kadına fazla
yakındı. İstemsizce kaşları çatıldığında Nehir’in gülen suratı elini yumruk
yapmasına neden oldu. Isınamamıştı onlara, ısınamayacaktı. Kendine bunu
hatırlatıp bakışlarını diğer esnafa doğru çevirdi. Güzin Hanım bir müşterisini
yolcu ettikten sonra Gökçe ile göz göze gelip el salladı. Gökçe karşılığında
gülümseyip başıyla selam verdi. Güzin Hanım dükkanına girip gözden kaybolduktan
sonra bakışlarını yere çevirdi. Aklına sürekli Erdem ile karşılaştıkları an
geliyor ve istemsizce sırıtmasına engel olamıyordu.
Erdem kendisini bir kitapçıya atıp raflar arasında
gezinirken aklına gelen Gökçe istemsizce sırıtmasına sebep olsa da kafasını
olumsuzca sallayıp kitaplara odaklanmaya çalışıyordu. Gözüne kestirdiği bir
kitabı tebessüm ederek eline aldı. Sayfalar arasında gelişigüzel gezinirken
birkaç satır gözlerine takıldığında derin bir nefes aldı. Tekrar gözlerini
satırlar arasında gezdirirken boğazında oluşan yumruyu yutkunamadı.
“Gözden ırak, gönülden de ırak olur mu efendimiz?”
“Hayır Olric. Yüreğinde bir yer açıp oraya oturttuğun
her kimse, seninle birlikte gider her yere.”
Kitabı kapayıp dikkatle yerine koyduktan sonra yere
dikti bakışlarını. Ayağını sertçe kitap rafına vurduktan sonra çıkışa yönelip,
başka hiçbir kitaba bakma gereksinimi duymadan dışarı attı kendini. Sadece o
repliğin etkisinden kurtulmayı kafasına koymuştu.
Gökçe, abisinin Ferdi ile konuşmasının sonunda tatmin
olmuş bir şekilde memnun ifadesini gördüğünde kaşlarını çattı. Ferdi heyecanla
yanından çıkıp gittikten sonra kafenin açık yazan yazısının arkasını çevirdi ve
abisinin karşısına geçip oturdu.
“Eee?”
“Ne eee?”
“Aman abi, arkadaşlarından en tehlikelisi sinsi Ferdi
kafeye damlıyor ani bir şekilde ve sırıtık bir ifadeyle ayrılıyor, anlatsana
yine neyin peşinde bu?”
Gökmen kız kardeşinin meraklı haline bakıp keyifle
oturduğu yerde arkasına yaslandıktan sonra omuzlarını silkip saçlarını
kırıştırdı.
“Hayırlı bir iş için diyelim. Ayrıca abartma en
kötülüğünü gördün çocuğun?”
Gökçe dirseklerini masaya koyup ellerini çenesine
yasladı ve birkaç saniye abisine dik dik baktıktan sonra bakışlarını arka
tarafta bir noktaya sabitledi.
“Hayırlı bir iş ve Ferdi? İkisi biraz zor geliyor bana…
Ay yoksa aşık mı bu!”
Gökmen alayla gülmeye başladığında, Gökçe önlüğünün
cebindeki bezi hızla çıkartıp abisinin yüzüne attı.
“Gülmesene, tahmin yürütüyorum başka ne hayırlı işi
olacak bu sinsinin. Ay kız güzel mi bari? Iy buna kim bakmış ya!”
Gökmen kardeşinin tavrıyla kaşlarını hafifçe çattıktan
sonra kucağındaki bezi masaya koyup ona doğru eğildi.
“Birincisi küçük hanım, şu insanları tipine göre
yargılama tavrına son ver. İkincisi her ne kadar sinsi olsa da her insan gibi
hayatında bir kez ve gerçek aşkı tadan birini küçümseme, son olarak üçüncüsü de
sen benim gibi bir karizmaya bu bez parçasını nasıl atarsın ya!”
Gökçe abisinin kurduğu son cümleyle yüzünü buruşturup
oturduğu sandalyeyi geri itip kalkarken “Kendine pay çıkarmasan olmuyor değil
mi?” diye mırıldandı. Gökmen başını olumsuz anlamda sallayıp “Dünyanın yedi
harikası olduğunu dile getirenler tam bir salak küçük kardeşim, böyle bir
harikalığı -yani ben oluyorum bu- nasıl keşfedemedi bu aptallar anlamıyorum.
Tabi ki hak ettiğim paya sahip çıkacağım.” diyerek kendini övmede bir dünya
markası olmuştu yine ve yine...