25 Ocak 2018 Perşembe

KAFA DAĞITMA TEKNİĞİ(10)

Hayat her gün farklı bir oyun oynuyor, insanların karşısına farklı bir şey çıkartıyor ve bundan hiç yorulmuyordu. Bir yerde birileri bu oyunlardan pes edip hayattan vazgeçiyor, birileri ısrarla başkaldırıyor, bu oyunlara anladığı dille cevabını veriyordu. Ama bir grup tamamen oyunları hem yenip hem kazanıyordu. Hani derler ya “Benden bu kadar biri benim yerime devam etsin.” İnsanın en büyük yenilgisi de bu olur. Aslında o yenilgi diye hissedilen yerde kendisini toparlamalı insan. Ebrar’ın şu an ki konumu da pes etmeye yakındı.

Dün gece olanlardan sonra uykusuz bir gece geçiren Ebrar, sabah alelade bir şekilde kendini kafeye attı. Oldukça erken bir saatte kafeye gelmişti. Daha mahallede kimse dükkanını açmamıştı. Çantasını gelişigüzel bir yere koyduktan sonra saçlarını sıkı bir atkuyruğu yaptı. Ellerini ensesinde birleştirip başını yukarı kaldırıp bir süre tavanı inceledi. Gözlerine dolan yaşların geri gitmesini bekledi. İçinden gelen titrek nefesi yuttu. Derin bir nefes alıp verdi. Mutfağa doğru çevirdi adımlarını. Erdem’in mabedine ilk defa Erdem’den önce girmişti.

Etrafta Erdem’in yaptığı düzeni inceledikten sonra büyük tezgahı süzdü. Ardından eline geçen çikolata kaselerini büyük tezgaha sıraladı. Daha sonra klasik kek malzemelerini. Tam işe koyulacağı sırada gözlerinin önüne düşen kıvırcık saçlar rahatsız etti ve çantasında toka almak için dükkana döndü. Diğer yandan keki neyli yapacağına karar vermeye çalışırken gözüne çarpan kahve kavanozuyla kendi kendine ‘Neden olmasın?’ dedi. Kavanozu aldığı gibi mutfağa geri döndü. Kahveyi de diğerlerinin yanına koyduğunda derin bir nefes aldı ve başladı. Tolga’yı da toplayamadığı saçlarını da unutmuştu.



Mahalledekiler dükkanlarını açmaya başladıklarında Nehir önce Süleyman Bey’e gazete bırakmış, sonra doğruca kafeye yönelmişti. Göker ile başıyla selamlaştıktan sonra kafeyi açmak için önüne döndü. Açık olan kafeyi gördüğünde kaşlarını çattı. Saatine bakıp başını kaldırdı. Her zamanki saatinde gelmişti. İçeriye girip kapalı olan ışıklarla karşılaştığında derin bir nefes aldı.

“Erdem abi!”

Yüzü gözü unlu bir şekilde mutfaktan çıkan Ebrar elindeki eldivenleri çıkartmaya başladığında Nehir şaşkınca onu izliyordu.

“Günaydın.”

Ebrar’ın duygusuz bir şekilde verdiği tepkiyle çantasını çıkartıp ona doğru yaklaştı.

“Kuzum neyin var senin?”

Ebrar’ın kırgın bir şekilde bir bakış atmasıyla gözleri dolması bir oldu. Nehir hiç düşünmeden ona sarıldığında Ebrar hıçkırıklarını serbest bıraktı. Nehir ne yapacağını bilemez bir halde Ebrar’ı teselli ederken geri çekilip yüzünü ellerinin arasına aldı.

“Bak bakayım bana bir sen. Ağlamasana kızım. Anlat ne oldu. Korkmaya başladım bak Ebrar.”

Ebrar başını sallayıp elleriyle dudaklarını kapadı ve bir sandalyeye çöktü. Nehir de bir sandalyeyi ters çevirip tam Ebrar’ın karşısına geçti. Bir şeyler anlatması için ona bakarken Ebrar derin titrek bir nefes verdi.

“Dün Tolga ile karşılaştım.”

“Nerede?”

“Evimin önünde. İşten çıkıp evime gelmiş. O kadar perişan görünüyordu ki, öyle görünmesinin sebebi bendim.”

“Saçmalama, sonra ne oldu?”

“Sonra işte eve çıktık. Oturduk. Konuşamadım. Ne konuşacağımı bilmiyordum. Off! Nehir o bana aşık ama-“

“Ama sen ona aşık değil misin?”

Ebrar dudağını kemirip başını bilmiyorum dercesine salladığında, Erdem kafeye girdi.

“Günaydın hanımlar. Ebrar?”

Erdem ile kısaca bakışan Nehir oturduğu yerden kalkıp dışarı çıkmak için hareketlendi.

“Kahvaltılık almaya gideyim ben. Büfe’ye de uğrarım. Tost alırım Ebrar’a.”

Erdem, Nehir gittikten sonra Ebrar’ın karşısına geçti. Ebrar’ın suskunluğuna ortak olmayı seçti. İlk defa onu böyle görüyordu. Nasıl davranacağını bilemedi. Ebrar’ın ona yaşlı gözleriyle bakmasıyla içinden bir şeyler koptu. Ebrar’ın ayağa kalkıp “Abi.” deyip sıkıca sarılmasıyla boğazına oturan yumruya lanet etti. Başını göğsüne koyup ağlayan Ebrar’ın saçlarını okşarken hafifçe geri çekilip Ebrar’ın yüzüne baktı.

“Abisinin gülü, bak bakalım bir bana.”

Ebrar’ın dudağından bir hıçkırık koptuktan sonra bakışlarını Erdem’e çevirdi.

“Ağlama. Sakın... Sakın bir daha ağladığını görmeyeyim. Şimdi elini yüzünü yıka, gel oturup konuşacağız.”

Ebrar başını salladıktan sonra arka tarafa gitti. Erdem sandalyeye oturup elini saçlarının arasından geçirdikten sonra derin bir nefes alıp verdi. Bir kızla nasıl dertleşirdi, o daha önce böyle bir duruma düşmemişti ki. Ne yapacağını bilmediği durum karşısında daha da strese giren Erdem, onu kırmamak için kelimeleri iyi seçmesi gerektiğine karar verdi. Ebrar kızarmış ve daha da ön plana çıkan çilleriyle karşısına geçip oturduğunda tebessüm etti.

“Şimdi daha iyi misin?”

Ebrar başını sallayıp ona baktığında başını hafifçe yana doğru eğip tekrar tebessüm etti.

“Seninle istersen saatlerce susarım. İstersen saatlerce konuşurum, ama anlat. Anlat ki derdine bir çözüm bulmaya çalışalım.”

Ebrar dudaklarından titrek bir nefes verdikten sonra Erdem’i onayladı ve parmaklarıyla oynarken konuşmaya başladı.

“Tolga ile aramız gittikçe açılıyor. Bunun sebebi kesinlikle Gökmen değil. Tolga... O bana aşık ama ben bilmiyorum. Ya da korkuyorum. Erdem abi az çok beni, annemi ve babamı biliyorsun. Sen bile tanımadın daha onları. Tolga'yı bile doğru düzgün tanımıyorlar. Beni bir ara aradıklarında hala evlenmedin mi diye laf ettiler. Daha damadı olacak adamı tanıma tenezzülünde bile bulunmadılar. Geçenlerde de aradıklarında 'Şu düğün işini aradan çıkartalım İstanbul'a geleceğiz en kısa zamanda.' dediler. Ben her şey bir nevi geleneklere göre olsun istedim başından beri ama olmadı. Her şey o kadar üst üste geliyor ki. Tüm bunlara dayanacak gücü kendimde bulamıyorum. Dipte gibi hissediyorum kendimi. Tolga dün gece evime geldi. Evlilik konusunu açtı. Bana bir şeylerin bitmeyeceğine beni inandır dedi. Tek kelime edemedim.”

Erdem’e bakıp boynunu büktü.

“Sabahta mutfağını ele geçirdim bir şeyler yapmaya çalıştım. Şimdiden içeride ki hasar için özür dilerim.”

Erdem son cümleyle gülümseyip Ebrar’ın elini tuttu.

“Bak bakayım bana... Öncelikle-“

Ebrar’ın yüzük parmağındaki yüzüğü usulca çıkarttı.

“Bazı şeyleri sırf zorunda olduğun için takma. Ben sana tepki göstersem de sen kendin için en iyisi neyse onu yap.”

Ebrar parmağından çıkan ve şu an masada olan yüzüğe bakıp Erdem’e döndü.

“Sonra... Benim ilişkilere bakış açımı biliyorsun. Tolga bir erkek kendince haklı yanları var. Ama bu şekilde seni üzme noktasına getirecek kadar değil. Aşkından veya sevgisinden seni ne derece kırdığını belli ki anlamıyor. Salak herif.”

Ebrar kıkırdağında Erdem Tolga’yı gömmenin en iyi çözüm olacağını anladı.

“Bu kadar süre içinde senin ona ne derece değer verdiğini hala anlamamışsa da oturup öküzlüğüne ağlasın. Erkek adam sevdiği kadının sevgisinden şüphe eder miymiş hiç.”

Ebrar başını sallayıp onu onayladığında gülmeye devam ediyordu.

“İstersen dükkana falan girmeye kalkarsa kapıya bir uyarı asalım. Eskiden cennet mahallesi diye bir dizi vardı ya orada pembe diye bir kadın ‘küpekler ve Feratlar giremez’ diye bir yazı asmıştı hani. Biz de ‘Tolgalar ve onun gibiler giremez’ yazalım mı?”

Ebrar daha fazla dayanamayıp kahkaha atmaya başladığında Erdem rahat bir nefes koy verdi.

“Erdem abi ya! İyi ki varsın. Ve yazı konusuna gelirsek fena fikir değil, yazdım köşeye.”

Gülümseyerek konuşan Ebrar’a gülen Erdem oturduğu yerden kalktı.

“Şimdi biraz daha iyi misin?”

Gülümseyerek başını sallayan Ebrar ayağa kalktı.

“İyiyim, teşekkür ederim.”

“O zaman bir daha ağlamak yok. Bu seni ilk ve son olacak anlaştık mı?”

Ebrar, bir kez daha başını salladığında Erdem memnun olmuşcasına gülümsedi, daha sonra Ebrar’ın omzunu destek verircesine sıkıp mutfağa yöneldi.

“Ama ben, şimdi mutfağı çok kötü bulursam, ‘Ebrar’lar ve yardakçıları giremez’ yazısını yazıp asacağım.”

Arkasından duyduğu itiraz sesiyle kahkaha atarak mutfağa giren Erdem savaş alanını gördüğünde eline hiç düşünmeden kağıt kalem aldı ve “EBRARLAR VE YARDAKÇILARI GİREMEZ.” yazısını yazdıktan sonra mutfağın kapısına astı.



Gökmen, sabah ailesiyle eğlenceli bir kahvaltı yapıp kardeşleri okula gittikten sonra doğruca kafesine geçti. Bugün Göker okuldaki hayran kızlarıyla ilgilenecekti. Evdeki konuşma aklına geldiğinde kafenin girişinde gülmeye başladı.

“Off bu kızın adı neydi, Gökçe?”

“Hangisi.”

“Şu kıvırcık saçlı olan sarışın.”

“He o mu? Şey o Buse.”

“Heh dur bir ilgi göstereyim de bugün gönlünü alayım.”

Kahvaltı masasında Gökçe ile Göker’in arasındaki diyalog Arslan Bey’in kaşlarını çatmasına sebep olurken Neşe hanım “Zevzekler.” diyerek tepkisini koymuştu. O esnada Gökmen haylaz bir ifadeyle kardeşine bakmakla yetinmişti.

Gökçe ise ders bitiminden sonra direk yanına gelecekti. Anahtarları ceketinin cebine atıp kasanın tarafına geçti ve hoparlöre bağlı bilgisayardan şarkı listesini açıp işe koyuldu. Arada bir istemsizce karşı kafeye kayan bakışlarına engel olmadı. Dün piknikte Ebrar bırak gülmeyi selam dahi vermemişti. Hala devam eden bir sorun silsilesi vardı aralarında. Tam bitti derken, yeniden başlamıştı o aralarındaki soğukluk. Normalde bu kadar kafasına takmayacağı bir şeyi ilk defa kafaya takar hale gelmişti.

Kafesinde her zaman ki gibi müşterileriyle ilgileniyordu Ebrar. Ama yüzündeki buruk ifadeyi fark etmemek için aptal olmak gerekirdi. Bir an karşı tarafa gidip Ebrar ile konuşmayı düşündü, fakat aralarının daha da kötü olmasını istemediği için vazgeçti.  O esnada radyoda çalan şarkının cümlesi Gökmen’in aklına kazınmıştı.

Söz olur kalbe değer, söz olur kalbi kırar.



İki kafenin de müşterilerinin yoğun olduğu anlarda Gökçe abisinin yanına gelmişti. Gökmen hemen önlüğü ona atıp bekleyen müşterileri işaret etti ve Gökçe daha çantasını çıkarmaya fırsat bulamadan müşterinin yanında soluğu aldı.

“Hoşgeldiniz. Ne alırdınız?”

Derin bir nefes alıp müşterilere bakıp gülümsedi. Söylenilen siparişleri hızlıca not aldıktan sonra başını salladı.

“Başka bir şey?”

“Hayır, yok teşekkürler.”

Tekrar gülümseyen Gökçe abisine doğru döndü ve siparişleri sallayarak tezgahın üzerine kağıdı koydu.

“Baya iyi gidiyor gibi.”

 Çantasını çıkartıp kenara koyduktan sonra dirseklerini tezgaha yasladı. Gökmen kız kardeşine bakıp göz kırptı ve kafeye genel bir bakış atıp kız kardeşine doğru eğildi.

“Güzel bir kızın geleceğini duydular galiba ondan bu kalabalık.”

Gökçe kaşlarını merakla kaldırıp etrafa hızlıca bir bakış attıktan sonra abisi gibi eğildi.

“Kimmiş o kız?”

Gökmen göz kırpıp kendisini işaret ettiğinde Gökçe gözlerini kısıp dikkatle Gökmen’e baktı.

“Bugün ben varım diye yalakalık yapıyorsun resmen, yuh artık abi.”

Gökmen kardeşinin haline bakıp kahkaha attıktan sonra siparişleri uzattı.

“Müşteri bekletilmez. Haydi bakalım.”

Gökçe ciddiyetle aldığı siparişleri müşteriye götürürken arkasından Gökmen sırıtıyordu. Gökçe onu yanıltmıştı. Bu zamana kadar müşteriyi kovacak herhangi bir hareketi olmamıştı, oysa cadalozluğunu göreceğini düşünüyordu.

Gökçe gün boyu müşteriyle gülümseyerek ve oldukça cana yakın bir şekilde ilgilenmiş abisini şok etmişti. Müşterinin azaldığı bir ara dışarı çıkıp hava almak istediğini söyledi. Gökmen fazla vakit kaybetmemesi gerektiğini söylediğinde onu onaylayıp kafeden ayrıldı.



Karşı kafedeki Erdem ise mutfağı tamamen toparladıktan sonra siparişleri hazırlamaya başlamıştı. Kapıya astığı uyarıyı ilk gören Nehir olmuştu. Ebrar’ın yanına koşar adım gidip mutfağı işaret etti.

“O kapıya ne yazmış öyle?”

Ebrar kaşlarını merakla kaldırıp Nehir’in işaret ettiği yere doğru baktı.

“Kim? Ne yazmış?”

“Erdem abi işte. ‘Ebrarlar ve yardakçıları giremez’ yazmış büyük harflerle.”

Ebrar duyduğu cümleyle şok olup mutfağa doğru ilerledi. Kapıda gördüğü yazıyla “Erdem abi!” diye cırladı.

Erdem mutfakta pasta kalıplarını Ebrar’ın cırlamasıyla ıslık çalarak çıkartmaya koyulmuştu.
Nehir’in “Sussana geri zekalı müşteriler duyacak.” diye uyarısıyla keyiften dört köşe olan Erdem kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu.

“Kızım görmüyor musun? Erdem abi, hani senin Hulk’a benzettiğin. Ne asmış kapıya. Kız kafasına darbe falan mı aldı bu acaba?”

Kapıya vurup “Erdem abi, iyi misin?” diye sakince sordu.
Erdem memnun bir ifadeyle “İyiyim.” dedi ve bir kahkaha attı. Ebrar biraz daha kendine gelmeye başlamıştı. Erdem mutlulukla kalıpları çıkartmaya devam ederken başka kadınların sesini duymasıyla donup kaldı.

Ebrar ve Nehir mutfak kapısında dikilirken bankadan gelen kadın müşterilerin ikisi yanlarına gelmişti.

“Kızlar bir sorun mu var?”

Nehir “Aslında yok-“ diye cümleye başladığında Ebrar “Ah evet aslında pastacımız bizden bıkmış.” diyerek kapıdaki yazıyı kadınlara gösterdi. Şu an Erdem’in yüz ifadesini deli gibi merak etmeye başlamıştı.

Kadınlar yazıyı okuyup birbirlerine baktıktan sonra Ebrar’dan ve Nehir’den müsaade isteyip kapının önünde durup kapıya vurdular.

“Biz girebilir miyiz?”

Ebrar, dudaklarını büzüp Nehir’e baktı. Nehir başını olumsuzca sağa sola sallarken “Biz bittik kızım bittik.” diyerek Ebrar’a sessizce isyanını sıralıyordu. Çok geçmeden kapı açıldığında kadınlar karşılarında Erdem’i görmenin heyecanıyla derin bir nefes aldılar. Erdem yazıyı tek bir hareketle kadınlara bakmadan çıkarttıktan sonra kenardaki çöpe attı ve net bir sesle “Giremezsiniz.” dedikten sonra çıkışa yöneldi. Arkasından “Nereye?” diye seslenen Ebrar’a karşılık “İşim erken bitti. Yarın görüşürüz.” dedi.

Kendisini kafeden dışarı atan Erdem hemen sokaktan çıkmayı hedefledi. Eş zamanlı Gökçe, birkaç arka sokakta kendini bir kaldırıma bırakmıştı. Gökyüzüne doğru başını kaldırıp gözünü kısarken ani bir dürtüyle sokağın başına çevirdi bakışlarını. Erdem hızlı adımlarla olduğu yere geliyordu fakat başını yere dikmiş hiçbir şekilde kaldırmıyordu. Gökçe’nin orada olduğunun farkında bile değildi. Gökçe olduğu yerde gülümseyip, Erdem ile karşılaşmasından saniyeler öncesinde aklında sinsi bir plan yapmıştı. Kendinden emin bir şekilde oturduğu yerden kalkıp Erdem ile tesadüfen karşılaşmış moduna geçti ve Erdem onu fark etmeden başını önüne eğip ona doğru yürümeye başladı.

Erdem, Ebrar ile Nehir’i içinden azarlarken bankacı kadınlara öfkesini ayrı yaşıyordu. Tamamen yere odaklanmış adımlarını kafenin sokağından çıktıktan sonra serbest bırakmış ayakları nereye götürürse oraya gitme kafasındaydı. Gökçe’nin varlığından bir haberdi. Gökçe, tam Erdem ile yan yana geçecekleri esnada sertçe Erdem’in koluna çarptı.

“Koskoca kaldırımda başka yer mi yok ben anlamıyorum ki!”

Erdem’in ani çıkışı çarptığı kişiye başını çevirmesiyle durdu. Gökçe böyle bir tepki beklemiyordu. Onun beklediği, hata kendisinde olsa bile Erdem’in özür dilemesi sonrasında da belki bir muhabbet döndürmeydi. Şok olmuş bir şekilde Erdem’e bakıp iki adım geriledi. Erdem tam karşısına geçip elini saçının arasından geçirdikten sonra derin bir nefes alıp verdi.

Dün gece Gökçe ile karşılaşmaması gerektiğine karar vermişti uzun bir süre boyunca. Dün piknikte olanlar evine gidince bile aklından çıkmamıştı, kendini derin düşüncelere bırakmıştı. İçten içe kendine kızmıştı. Bir an neye uğradığına şaşırmıştı çünkü. Şimdi böyle karşılaşınca Gökçe ile yine afallamıştı. Kendisine şaşkın bir şekilde bakan gözler dişlerini sıkmasına sebep oldu. Bu kız çırpı bacaktı ona göre. Öyle de kalmalıydı. Bir şey demeden yoluna devam etmeyi düşündü. Kendi kendine en doğru seçeneğin bu olduğuna karar verdi. Önüne dönüp bir adım atacağı esnada arkasında duyduğu sesle olduğu yere mıhlandı ayakları.

“Özür dilerim.”

Gözlerini kapayıp bir elini istemsizce kalbine götürdü. Gökçe’nin bunu görmemesi avantajdı o an. Omzunun üstünden Gökçe’ye kısa bir bakış attığında genç kızın bakışlarının yerde olduğunu gördü. Tekrar karşısına geçti ve bakışlarını kaçırmadan yüzüne baktı.

“Ben özür dilerim.”

Gökçe hızla başını yerden kaldırdığında, Erdem vurgun yemiş gibi bir an kasıldı. Kız cüretkar bir şekilde bakışlarına karşılık veriyordu şimdi de. Başını yerden kaldırmaması gayet yararınaydı oysa.

Gökçe ise içinden kendini tebrik ederken dışa vurduğu yüz ifadesi ile oldukça masumdu.  Erdem karşısında bocalamıştı, bu gözle görülür şekilde belliydi. Nedenini bilmese de karşısında bu kadar tutarsız davranması hoşuna gitmişti. “Neyse.” diyerek uysal bir şekilde başını diğer tarafa çevirdiğinde, Erdem gözlerini sımsıkı kapayıp açtı. Gökçe gitmek için hareketlendiğinde çevik bir hareketle bileğinden yakaladı. Gökçe duraksayıp bir bileğini tutan ellere bir de Erdem’e baktı. Kalbi bir an kasıldığında kendine şaşırdı.

Sokakta ikisinden başka kimse yokken garip bir durumdalardı, ikisi de akıllarından sürekli bir şeyler geçiriyordu. Gökçe’nin her zaman ki hazır cevap halinden eser kalmamıştı. Şu an bu harekete karşı cırlaması gerekiyordu. Oysa sadece bir bakış atmayla kalmıştı. Erdem Gökçe’nin bakışlarını fark ettiğinde usulca bıraktı bileğini. Boğazını temizleyip hafifçe öksürdü ve tepkisiz bir ifadeye bürünerek konuşmaya başladı.

“Pardon... Yani, yersiz bir çıkış yaptım az önce tekrardan özür dilerim.”

Gökçe hafif bir tebessümle kendisine baktı başını, hafifçe yana doğru eğip karşılık verdi.

“Sorun değil, sanırım elektrik yüklüsün.”

Erdem’in dudağının bir kenarı hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. Benzetmesi komiğine gitmişti. Gökçe onun anlık kıvrılan dudağını gördüğünde boğazını temizledi ve hafifçe öksürdü.

“Neyse benim kafeye geçmem lazım, malum abime yardımda sınır yok. Sen...”

Erdem saçlarını karıştırdıktan sonra bir eli ensesinde “Benim işim bitti diyelim.” dedi.
Gökçe başını sallayıp tekrar tebessüm ettiğinde, Erdem bakışlarını yere çevirdi.

“O zaman sonra görüşürüz.”

Erdem’in cevabını beklemeden arkasını dönüp yürümeye başladığında, Erdem içinden “En azından kendime gelene kadar görüşmeyelim.” diye geçiriyordu.



Gökçe bir kez daha soğuk nevale diye düşünmeden edemese de ilk düzgün diyaloglarının bu olduğunu bir kenara yazdı. Sırıtarak abisinin kafesine doğru giderken kahkaha atmadan duramadı. Erdem ilk defa karşısında ne yapacağını bilememişti ona göre. Ki haksız sayılmazdı. Dün olandan sonra üzerine falcı Zümrüt gibi gitmeyi düşünmüyor aksine, daha ılımlı yaklaşmayı düşünüyordu.

“Aferin kızım Gökçe. Kedi olalı bir aslanı yola getireceksin aferin.”

Sırıtarak abisinin kafesine girdiğinde Gökmen kardeşine şaşkınca baktı.

“Ne oldu cadı?”

Gökçe kasanın arka tarafına geçip beline önlüğü bağlarken sırıtarak “Yok bir şey.” dedi ve ardından müşterilere bakınmaya başladı. Gökmen tek kaşını havaya kaldırıp kız kardeşindeki ani duygu değişimine anlam vermeye çalışsa da, birkaç saniye sonra vazgeçip başını sağa sola sallayıp önüne döndü. O esnada telefonunun çalmaya başlamasıyla elini cebine atıp, telefonu çıkarttı ve gülerek telefonu açtı.

“Ooo sinsi Ferdi.”

“Kardeşim nasılsın?”

“İyiyim, sen nasılsın?”

“Bende iyiyim, iyiyim de. Ocağına düştüm Gökmen, yardımın lazım.”

“Dur be oğlum. Hayırdır. Anlat.”

“Ya abi benim üniversiteden beri sevdiğim kim?”

“Arzu.”

“Heh işte, Arzu’ya evlenme teklifi edeceğim ama beklemediği şekilde. Ee bizim üniversite zamanında kızların yana yakıla hayran olduğu şanslı herifte sendin. Anla işte ne diye kıvrandığımı.”

Gökmen gömleğinin yakasını havalı bir şekilde üniversiteden arkadaşı görmese de düzelttikten sonra boğazını temizledi.

“Bu kadarı yetmez, yalvar Ferdi.”

“Ulan var ya, ocağına düştük ya süründür.”

“Tabi aslanım, ne sandın? Bu zamanda bir Gökmen Kılıç kolay yetişmiyor.”

Ferdi bir kahkaha attığında dayanamayıp Gökmen’de gülmeye başladı.

“Bugün boş olduğun an benim kafeye gel. Planlarız bir şeyler. Konum atarım sana.”

Ferdi, Gökmen’in cevabıyla memnun bir şekilde “Tamamdır.” dedi ve iki arkadaş telefonları kapattı.

İlerleyen saatlerde eski dost Gökmen’in kafesine gelmişti ve anında koyu bir sohbete giriştiler. Gökçe bu esnada olanı biteni anlamaya çalışıyor, sinsi Ferdi’nin sinsi planlarını merak ediyordu. Abisi hiçbir şekilde ona bir şey dememiş ne olduğunu sorduğunda boş ver diyerek geçiştirmişti onu. Müşterinin yoğunluğu azaldığında kapıya yaslanıp kollarını göğsünde bağladı, ardından karşı kafeye çevirdi bakışlarını. Ebrar’ın müşteri ile ilgilenirken yüz ifadesini izledi bir süre. Daha sonra Nehir’e baktı.

Erdem hiç kimseye olmadığı kadar bu iki kadına fazla yakındı. İstemsizce kaşları çatıldığında Nehir’in gülen suratı elini yumruk yapmasına neden oldu. Isınamamıştı onlara, ısınamayacaktı. Kendine bunu hatırlatıp bakışlarını diğer esnafa doğru çevirdi. Güzin Hanım bir müşterisini yolcu ettikten sonra Gökçe ile göz göze gelip el salladı. Gökçe karşılığında gülümseyip başıyla selam verdi. Güzin Hanım dükkanına girip gözden kaybolduktan sonra bakışlarını yere çevirdi. Aklına sürekli Erdem ile karşılaştıkları an geliyor ve istemsizce sırıtmasına engel olamıyordu.



Erdem kendisini bir kitapçıya atıp raflar arasında gezinirken aklına gelen Gökçe istemsizce sırıtmasına sebep olsa da kafasını olumsuzca sallayıp kitaplara odaklanmaya çalışıyordu. Gözüne kestirdiği bir kitabı tebessüm ederek eline aldı. Sayfalar arasında gelişigüzel gezinirken birkaç satır gözlerine takıldığında derin bir nefes aldı. Tekrar gözlerini satırlar arasında gezdirirken boğazında oluşan yumruyu yutkunamadı.

“Gözden ırak, gönülden de ırak olur mu efendimiz?”

“Hayır Olric. Yüreğinde bir yer açıp oraya oturttuğun her kimse, seninle birlikte gider her yere.”

Kitabı kapayıp dikkatle yerine koyduktan sonra yere dikti bakışlarını. Ayağını sertçe kitap rafına vurduktan sonra çıkışa yönelip, başka hiçbir kitaba bakma gereksinimi duymadan dışarı attı kendini. Sadece o repliğin etkisinden kurtulmayı kafasına koymuştu.




Gökçe, abisinin Ferdi ile konuşmasının sonunda tatmin olmuş bir şekilde memnun ifadesini gördüğünde kaşlarını çattı. Ferdi heyecanla yanından çıkıp gittikten sonra kafenin açık yazan yazısının arkasını çevirdi ve abisinin karşısına geçip oturdu.

“Eee?”

“Ne eee?”

“Aman abi, arkadaşlarından en tehlikelisi sinsi Ferdi kafeye damlıyor ani bir şekilde ve sırıtık bir ifadeyle ayrılıyor, anlatsana yine neyin peşinde bu?”

Gökmen kız kardeşinin meraklı haline bakıp keyifle oturduğu yerde arkasına yaslandıktan sonra omuzlarını silkip saçlarını kırıştırdı.

“Hayırlı bir iş için diyelim. Ayrıca abartma en kötülüğünü gördün çocuğun?”

Gökçe dirseklerini masaya koyup ellerini çenesine yasladı ve birkaç saniye abisine dik dik baktıktan sonra bakışlarını arka tarafta bir noktaya sabitledi.

“Hayırlı bir iş ve Ferdi? İkisi biraz zor geliyor bana… Ay yoksa aşık mı bu!”

Gökmen alayla gülmeye başladığında, Gökçe önlüğünün cebindeki bezi hızla çıkartıp abisinin yüzüne attı.

“Gülmesene, tahmin yürütüyorum başka ne hayırlı işi olacak bu sinsinin. Ay kız güzel mi bari? Iy buna kim bakmış ya!”

Gökmen kardeşinin tavrıyla kaşlarını hafifçe çattıktan sonra kucağındaki bezi masaya koyup ona doğru eğildi.

“Birincisi küçük hanım, şu insanları tipine göre yargılama tavrına son ver. İkincisi her ne kadar sinsi olsa da her insan gibi hayatında bir kez ve gerçek aşkı tadan birini küçümseme, son olarak üçüncüsü de sen benim gibi bir karizmaya bu bez parçasını nasıl atarsın ya!”


Gökçe abisinin kurduğu son cümleyle yüzünü buruşturup oturduğu sandalyeyi geri itip kalkarken “Kendine pay çıkarmasan olmuyor değil mi?” diye mırıldandı. Gökmen başını olumsuz anlamda sallayıp “Dünyanın yedi harikası olduğunu dile getirenler tam bir salak küçük kardeşim, böyle bir harikalığı -yani ben oluyorum bu- nasıl keşfedemedi bu aptallar anlamıyorum. Tabi ki hak ettiğim paya sahip çıkacağım.” diyerek kendini övmede bir dünya markası olmuştu yine ve yine...

18 Ocak 2018 Perşembe

BENİ BİR ŞEYLERİN BİTMEYECEĞİNE İNANDIR (9)

“Erdem abi! Erdem abi nerdesin!”

Nehir’in yaklaşan adım sesleriyle derin bir nefes alıp “Burdayım.” diyerek oturduğu yerden kalktı Erdem. Nehir saçını dağınık bir topuz yapmış, bir eli belinde gözlerini kısıp Erdem’e bakıyordu. Erdem kaşlarını kaldırıp “Bir sorun mu var?” diye sordu.

Nehir dudaklarını büzüp omuz silkerken yerden gözüne kestirdiği bir çalı parçasını eğilip aldı.

“Bilmem sana sormak lazım. Bir sorun mu var?”

Erdem etrafa kısa bir bakış atıp Nehir’e doğru yürümeye başladı.

“Hayır yok.”

Bir elini Nehir’in omzuna atıp onu kendine çekti ve diğerlerinin yanına doğru yürümeye başladılar. Nehir çok geçmeden sessizliği bozdu.

“Gökçe’nin sesi güzelmiş değil mi, beğendim ben.”

Erdem boğazını temizleyip “Hı hı.” diyerek onayladı.

“Göker’de fena çalmıyormuş gitarı.”

“Hı hı.”

“Senin favorin hangisi, Gökçe bize soğuk davransa da sesine bayıldım. Favorim o.”

“Zaten Göker’in hiçbir alternatifte favorilerinde bulunma imkanı yok sende.”

“Niye öyle diyorsun ki?”

“Herif züppenin teki.”

“Ayıp Erdem abi. İyi çocuk o da. Yardımsever sonra-“

“Yavşak.”

“Ne!”

“Sıralıyorsun ya nasıl olduğunu, onu da unutma.”

“Sana inanmıyorum.”

Nehir durup bir iki adım geri çekildikten sonra kendi kendine gülüp Erdem’e meydan okurcasına baktı.

“Ormandaki oksijen sana fazla yaramış. Hep kısa kısa cevaplarla geçiştirirdin beni. İlginç, korkmalı mıyım? Çok uzun cümleler kuruyorsun.”

Erdem gülmemek için başını diğer tarafa çevirdi ve tepkisiz durmaya çalışarak Nehir’e döndü.

“Bence korkma, ama ne zaman Hulk moduna geçerim belli olmaz.”

Nehir oflayıp kollarını önünde bağladıktan sonra önden yürümeye başladı. Elindeki çalı parçasını bir kenara fırlatıp az ilerideki piknik masasına koşar adım gitti ve oturdu.

O sırada Berrak, Suna ve Güzin Hanım bir ağacın dibine oturmuş çekirdek çitlerken Nehir’i fark etti.

“Nehir gelsene yanımıza tek kalma.”

Suna Hanım’ın sesini duyan Nehir onlara döndü ve gülerek onların yanına gidip oturdu. Önüne uzatılan çekirdek paketinden bir avuç aldıktan sonra o da ekibe katılmıştı.

Mahmut bey ve Hüseyin bey mangal başında Gökmen’e püf noktaları veriyorlardı.

“Bak koçum arada bir ateşi yelle ki sönmesin.”

Gökmen Mahmut Bey’i onaylayıp mangalda pişen etlere baktı. Süleyman Bey ve hanımı masada el ele oturup esnafı izlerken kendi aralarında konuşuyorlardı.

“Şu yeni çocuk Gökmen. Efendi birine benziyor Süleyman Efendi.”

“Öyle kerata. Sevdim onu da.”

“Kardeşleri de çok sevimli.”

“Göker tam yaşının hakkını veriyor, arada kafeye sırf onun için gelen kızlar bizim restoranın önünden geçerken birbirlerine iyi görünüyor muyum Göker beğenir mi diye soruyorlar, konuşmalarını duyuyorum.”

Süleyman bey’in karısı bu cümleyle kahkaha atıp kocasının elini tutup sıktı.

“Gençlik güzel şey.”

“Biz hala genciz hatun gömmesene bizi.”

Tekrar kahkaha atan karısına hayranlıkla baktı Süleyman bey. Her gün bir önceki günden daha bir aşık daha bir sevgiyle bakıyordu karısına. Allah korusun ona bir şey olsa mahvolurum düşüncesi onu bazen içten içe kemiriyordu. Karısının ona dönüp tebessüm etmesiyle ona eşlik etti.



Ebrar iki aşığı arabasının açık bagajına oturmuş seyrederken Tolga ile kendisini düşündü. Son olanlardan sonra kafası o kadar karışık olmaya başlamıştı ki, ne yapacağını, neye karar vereceğini bilmiyordu. Süleyman Bey ve eşi gibi olabilirler miydi onda bile iki arada bir deredeydi.

Ortama dahil olan bir araba sesi bütün dikkatleri üzerinde topladı. Gelen arabaya dönen bakışlar yerlerinde huzursuzca kıpırdandı. Kadir ve adamları an itibariyle arabadan iniyordu.
Kadir omzuna attığı ceket ile arabadan inip dik dik herkese baktı. Kimseden ses çıkmıyor ne olacağını herkes merak ediyordu.

“Bir hoş geldin yok mu?”

 Kadir’in tok sesi ormanda yankılandığında Gökmen kaşını çattı.
Süleyman Bey karısının elini hafifçe sıkıp ayağa kalktı. Karısının ona “Süleyman keyfimizi bozdurtma şu herife.” dediğini duyduğunda başını salladı. Kadir’e dönüp ciddi bir şekilde konuşmaya başladı.

“Senin evin zaten burası Kadir, ne diye hoş geldin beklersin?”

Kadir’in adamları bir adım öne çıkıp “Derken Süleyman Efendi?” dedi.

Erdem olduğu yerden kalkıp bir adım attı.

“Yani sizin gibi hayvanların doğal ortamı burası onu kast etti.”

Adamlar sinirlenip kaşlarını çattığında Ebrar’ın kahkahası ormanda yankılandı.

“Yani Kadir doğru söze ne hacet. Ne alınıyorsunuz.”

Kadir, Ebrar’a doğru dönüp beğeniyle süzdükten sonra gözlerinin içine baktı.

“Kalbimi kıran tek kişi de buradaymış.”

Ebrar yüzüğünü ön plana çıkartıp önüne düşen saçını geriye doğru attı ve ciddi bir şekilde Kadir’e baktı.
Kadir Ebrar’ın parmağında gördüğü yüzükle dişlerini sıkıp ellerini yumruk yaptı. Bu kızın ona her görüştüklerinde ayar vermesi bir yana, hiçbir zaman kendisini sevmeyecek olmasını bilmek canını sıkıyordu. Ebrar ona ihtimal bile vermiyordu. O yüzüğü senin parmağına takan soysuzu gebertmek vardı da hatun sen üzülürsün. İçinden geçirdiği cümleye karşılık Ebrar’a kırgın bir bakış attı.

Gökmen mangal başında sakinleşmeye çalışırken başını sağa ve sola doğru eğip kıtlattı.
Kadir Ebrar’a doğru bir iki adım atıp gözlerini kıstı.

“Bu yüzük sana layık değil. Sen daha iyilerine layıksın Ebrar.”

“Buna sen değil ben karar veririm Kadir.”

Kadir başını olumsuzca sallayıp biraz daha Ebrar’a yaklaştı.

“Bir adım daha atarsan olacaklardan sorumlu değilim Kadir!”

Erdem’in bağırmasıyla Koca Ayı lakabıyla Erdem’e doğru yürüyen Halis sinirlendi.

“Adamın buradan birine zarar verirse sonun polis Kadir.” Ebrar’ın kendinden emin bir şekilde Kadir’in gözlerine bakıp konuşması yetmişti.

“Koca Ayı dur!”

Kadir’in hiddetle bağırıp Ebrar’a sinirli bakışlar atması yine onu alt etmesine izin vermesi ayarlarını yakmıştı.

“Adam gibi gidin diyeceğim olmayacak, siz en iyisi defolun.” diyerek konuşan Gökmen’in sesini duyduğunda alay edercesine gülüp Gökmen’e döndü Kadir.

“Bak bak bak yeni gelen züppe bağdakine laf yetiştiriyor.”

Mahmut Efendi Gökmen’e sus dercesine bir bakış atıp dursa da Gökmen omuz silkip Kadir’e başını sallayarak “Öyle görünüyor.” dedi.

“Mademki burası evim, bence siz defolun.”

Hüseyin Bey, kendi arabasının bagajını açıp içinden kalın uzun bir ip çıkarttıktan sonra herkesin ortasına gelip ipi yere attı.

“Hep laf, hep laf. Yiğidin gücü meydanda belli olur. Kadir adamların ve sen, bizden de Erdem, Gökmen ve Göker. Kim yenerse burada kalır, yenilen de gider. Mevzu basit halat çekme oyunu.”

Kadir omzundaki ceketi çıkartıp bir kenara fırlattıktan sonra “Bana uyar.” dedi.
Gökmen, Göker ve Erdem birbirlerine bakıp başlarını salladıktan sonra ipin başına geçtiler. Kadir ve adamları da hazır bir şekilde bekliyorlardı. Hüseyin Bey ayarlamayı yapıp sınırı belli ettikten sonra bir tarafta Kadir, Halis ve Tarantula lakabıyla Çakır, öte tarafta Erdem, Gökmen ve Göker duruyordu.

Kadir Gökmen’e doğru bakıp alayla“Ne oldu Erdem’in arkasına mı sığındın korkudan sen?” dediğinde Erdem Gökmen’e omzunun üzerinden bir bakış attı ve kenara çekilip Gökmen’in öne geçmesine müsaade etti. Gökmen Erdem’e bakıp başını salladığında Erdem gözlerini kapayıp gülümsedi. Şimdi Gökmen önde, Erdem arkadaydı. Erdem Gökmen’in kulağına doğru yaklaşıp bir şeyler fısıldadı. Gökmen sesli bir şekilde güldüğünde Kadir gözlerini kısıp Erdem’in ne dediğini merak etmeye başladı.

“Heybetlerinin altında yatan karıları uyandıralım. İlk başta asıl ama gücünü fazla harcama ben tekrar seni uyardığımda yeri öptüreceğiz onlara. ” demişti Erdem.

Hüseyin Bey’in “Başlayın!” komutuyla iki tarafta ipe asılmaya başladı. Gökmen gayet sporcu bedene sahip olduğu için duruşunu iyi ayarlamıştı, keza Erdem’in de bir farkı yoktu. Göker ayağını sağlam bir şekilde yere sabitlemiş ipe asılmıştı.

Herkes merakla sonucu beklerken Süleyman Bey, Erdem ile bir ara göz göze gelip birbirlerine göz kırpmalarının ardından Erdem, Gökmen’in kulağına “Şimdi asıl.” dedi ve 10 saniye sonra Kadir ve iki adamı Hüseyin Bey’in ayağının dibinde yerdeydi. Gökçe sevinçle ellerini çırpıp “Olley!” diye bağırınca herkes ona eşlik etmiş, alkışlamaya başlamıştı.

Kadir adamlarına sinirle bakıp “Binin arabaya!” diye kükrediğinde adamları kimsenin yüzüne bakmadan arabaya doğru geçti. Kadir sinirle Gökmen’e bakıp “Bu burada bitmedi.” deyip işaret parmağını hiddetle salladığında Gökmen gülüp “Tamam mahallede de yere yapıştırırız, yeter ki iste.” diyerek karşılık verdi. Kadir, Ebrar’ın yüzüne bakmamaya özen göstererek sinirle arabasına doğru yürüyüp arabasına bindi ve ortamdan uzaklaştılar.



Onların gitmesinin ardından keyiften dört köşe olan esnaf yakar top oynamak için iki gruba ayrıldılar.

“Bence kadınlar bir grup erkekler bir grup olsun.”

Göker’in fikrini onaylayan herkes yazı tura yaparak kimin ortada olacağına karar verdi. Kadınlar ortadaydı.

Gökçe topuklu ayakkabısını değiştirmek için arabaya doğru koşar adım gitti ve sporları giyip diğerlerinin yanına ortaya geçti. Nehir heyecanla oyunun başlamasını beklerken Mahmut Bey ve Hüseyin Bey olaya psikolojiden girmişti. Karşı taraftan birbirlerine bağırıyorlardı.

“Nehir’i sen vurursun. O kaçamaz. Ben de Suna’yı vururum. Makyajı bozulmasın diye ip üzerindeymiş gibi koşar. Diğerleri de artık birilerini vurur. Yolla gelsin.”

“Ama bu haksızlık Hüseyin amca, ne demek Nehir kaçamaz aşk olsun darıldım ya.”

Hüseyin Bey  zafer kazanmış gibi elinde tuttuğu topu “Tamam sana atmayacağım.” diyerek Ebrar’a doğru döndü. Ebrar’a atacakmış gibi yapıp Nehir’e attığında top Nehir’in bacağına gelmişti.

Erkekler kahkaha ile gülmeye başladığında “Bak ya! Siz görürsünüz. Nehir can alır almaz seni alacağım ortaya tekrar.” diyerek Nehir’in moralini düzeltmeye çalıştı Ebrar.
Suna hanım için doğru tespit yapan Hüseyin Bey yanılmamış Mahmut Bey Suna Hanım’ı vurmuştu. Suna hanım oflayarak oyundan çıkarken Berrak Hanım gülüyordu.

“Kız Suna ya!”

“Ay Berrak ya! Vurdular beni.”

“Berrak oyuna odaklan şimdi seni vura-“

Daha cümlesini bitirmeden Göker tarafından vurulan Güzin Hanım şaşkınlıkla gözlerini pörtletmişti.

Herkes onun yüz ifadesine bakıp kahkaha atmaya başladığında Güzin Hanım “Nasıl ya.” diyerek kendi kendine konuşmaya başlamış oyun alanından çıkmıştı.
Geriye Berrak, Gökçe, Ebrar kalmıştı.

Göker ısrarla Gökçe’ye atsa da bir türlü vuramamıştı en sonunda Berrak Hanım’ı vurmuştu.
Gökmen ise Ebrar’a top atmak yerine kardeşini hedef almıştı. Erdem karşı tarafta özellikle kime topu atacağını izliyordu. Erdem’de özellikle Ebrar’a atmayı tercih ediyordu. Bir kez attığı topu Ebrar havada yakalamış ve Nehir’i tekrar oyuna almıştı.

Mahmut Bey ise bu sefer Gökçe’yi hedefe almış ve onu vurmuştu. Gökçe yüzünü asıp ortadan çıkarken Mahmut bey’e söylenmeye başladı.

“Mahmut abi ya, yine Nehir’i vursaydınız ya!”

“Biraz da senin üstünden oynayalım kızım, hem yoruldun sen.”

Ortada kalan ikili Ebrar ve Nehir birbirlerine gülümseyip önlerine döndüler.  Ortam biraz daha onlar bilmeden gerilse de Göker ve Gökmen özellikle topu boşa atmayı tercih ediyordu. Hüseyin Bey Ebrar’ın bir an boşluğunda faydalanıp onu vurduğunda Nehir “Aaa vuruldu!” diyerek tepki gösterdi.

Onun haline gülen ekip Nehir şaşkınlığını üzerinden atmasını beklemeden vurdu. Sıra saymalardaydı.

“10 da biter sonra sıra bizde.”

“Tamamdır, Hüseyin abi yolla gelsin.”

“1.”

Nehir hızla diğer tarafa koşup topa baktı. Üzerine doğru gelen toptan kıl payı kaçmıştı.

“2.”

Nehir dengesini tam ayarlayamadan nerede duracağını bilmeden tam ortada durduğunda Erdem onu vurmuştu.

“Ve sıra bize geçer.” diyerek otuz iki diş sırıtan Göker hemen ortadaki yerini aldı.

“Yalnız hanımlar bizde kalp var. Biraz yavaş.”

Mahmut Bey’in ilk itirazına kadınların hepsi “Oooo bizde de var Mahmut abi sen valla hiç umursamadın. Haydi haydi mızmızlanma.” diyerek tepki gösterdi.
Hüseyin Bey “Göbeğime gelirse top sayılmaz ama, o benden önce gidiyor her yere.” Dediğinde Gökçe kahkaha atıp Hüseyin Bey’e “Yok öyle dünya.” dedi.

Oyun başladığında kızlara nazaran daha zorlu geçen kapışma sonucu ilk elenen Hüseyin bey olmuştu. Vuran kişi Ebrar’dı.

“Aşk olsun Ebrar. Bu göbeği bu hale getiren bir nevi senin tatlılarındı oysa.” diyerek ortadan çıktı. Herkes kahkaha atıp ciddileştiğinde oyun kaldığı yerden devam etti. Bir sonraki kurban Göker’di. Vuran da Berrak hanımdı.

“Bu Güzin içindi Göker haydi yaylan.”

Göker dudaklarını o şekline getirip havada bir alkış tuttu. Karşı taraftaki Güzin hanım “Sağol hayatım.” dediğinde Göker iki kadını tebrik etti ve kenara çekildi.

“Mahmut abi sıra sende.”

“Nehirciğim nasılsın?”

“İyiyim Mahmut abi sen nasılsın?”

“Bende iyiyim kızım. Erdem yorulmuş ama ona at topu sen.”

“Ben gayet iyiyim Mahmut abi.”

“Sussana lan kız beni vuracak.”

“Aslında-“ diyerek topu Mahmut’un bacağına atan Ebrar güldü. “O oyalayacak ben vuracağım. Vuruldun Mahmut abi.” dedi.

Mahmut Bey oyundan çıkarken Hüseyin’e doğru bağırdı.

“Ulan Hüseyin yine kandırıldık.”

Ortada kalan Erdem ve Gökmen’e ise ne Gökçe ne Ebrar ne Nehir acıyordu.
Ebrar Erdem’e doğru topu atıp “Kaçmasana.” diye bağırdı.

“Kızım kaçmazsam oyunun ne anlamı kalır.” diyerek Erdem’den karşılık geldi ve arkasından bir kahkaha.

Gökçe’nin dikkati dağılmış bir şekilde kahkaha sesine odaklandığında Nehir Gökmen’i vurdu.

“Güle güle Gökmen.”

“Tebrikler Nehir.”

Erdem topu elinde tutan Gökçe ile göz göze geldiğinde tepkisizce durdu. Gökçe topu karşı tarafa atıp onu atlattığında top Ebrar’daydı. Ebrar gülerek topu attığında yine toptan kaçmayı başarmıştı. Birkaç dakika böyle devam eden oyunda sonunda Ebrar, Erdem’i vurmuştu. Sıra kamalara gelince sayım başlamıştı.

“1”

Top Nehirdeydi ve Erdem kolaylıkla topu atlattı.

“2”

Top Ebrardaydı ve kılpayı top değmedi.

“3”

Top Berrak hanımdaydı alakasız bir yere atmıştı.

“4” Güzin hanımdaydı ve Erdem’i vuramamış olmanın üzüntüsüyle pes etmişti.

“5” Gökçedeydi ve Gökçe gözlerini kısıp dikkatle Erdem’e baktıktan sonra şimdiden zaferi elde etmiş gibi gülümsedi ve topu fırlatıp Erdem’i göğsünden vurdu.

“Yandın çık!” diyerek bağırdığında kızlar Gökçe’yi alkışlıyordu.
Erdem o an afallamış bir şekilde erkeklere doğru yürürken sessiz kaldı. Gökçe kendisini yakmıştı. 


Akşama bütün esnaf evlere dağılmıştı. Göker ve Gökçe’yi eve bırakan Gökmen annesinin ısrarıyla geceyi onlarda geçirecekti. Günün özetini anlatan Gökçe ve Göker’in heyecanına bakıp gülüyordu. En sonunda kendisi de isyan etmeye başladı.

“Hiç mi utanmadınız beni o topla vururken. Hayır, benim her zerrem kıymetli bunu bilmiyor musunuz? İnsan utanır böyle bir şaheseri vurmaya.”

“Abi seni kim vurmuştu ya ben unuttum.” diyerek sırıtan Göker’e döndü Gökmen.

“Nehir vurdu.”
“Yalnız o da iyi atıyordu he.”

Gökmen onu onaylayıp başını salladı ve kız kardeşine döndü.

“Birileri de dağ ayısı vurdu.”

Gökçe saçını arkaya doğru havalı bir şekilde atıp tırnaklarını inceledi ve abisine döndü.

“Ay öyle derler.”

Hepsi gülmeye başladığında anneleri ve babaları mutlulukla bu anlarını seyrediyorlardı.
Aile olmak herkeste aynı değildi. Kimi aileler vardı mesela, çocuğunun bir an olsun yanından ayrılmaz ne kadar büyüse de büyüsün desteğini ve varlığını eksiltmezdi. Aradaki bağ hep kuvvetlenirdi. Kimisinde de aileler çocuklarına kendilerince değer verdiklerini sansalar da sadece o çocuğun istediği oyuncakları almaktan ibaretti o değer. O çocuk bir oyuncak isterken sadece o oyuncağı değil o oyuncağa sahip olduktan sonra anne ve babasıyla da oyuncağını paylaşıp oynamak isterdi. Ailelerin gözden kaçırdığı fakat bir çocuk için önemli olan o küçük ayrıntılar ileride çocuğun annesine ve babasına karşı kırgın bir yanı olmasına sebep oluyordu.



Ebrar, Erdem’i ve Nehir’i evlerine bıraktıktan sonra kendi sokağına varmıştı o esnada. Park edecek bir yer bulduğunda memnun bir ifadeyle arabasını park etti ve inip kapıları kilitledi. Apartmana doğru yürürken evin anahtarını çantasından çıkarmak için uğraşmaya başladı. Nihayet bulduğunda başını kaldırıp apartmanın kapısına baktı. Olduğu yerde kalıp bir an duraksadığında ne yapacağını bilemez durumdaydı. Tolga iş kıyafetleriyle kapısında durmuş onu beklemişti. Hali pek iç açıcı görünmüyordu. Kravat gevşetilmiş saçlar dağılmış gömleğin bir tarafı pantolonun içinden çıkmıştı. Ebrar onu ilk defa böyle görmüş olmanın şaşkınlığını yaşıyordu.

“Geciktin.”

Ebrar dudağını kemirip başını salladı ve yere baktı.

“Süleyman amcanın pikniği vardı bugün.”

Tolga kendi kendine güldü ve Ebrar’a doğru bir adım attı.

“Güzel geçti mi?”

Ebrar bir an duraksayıp Tolga’nın gözlerinin içine baktı. Gözlerinde gördüğü kırılganlık kalbini acıttı. Cevap vermek yerine elindeki anahtarları salladı.

“Yukarı çıkalım mı? Yorgun görünüyorsun.”

Tolga, Ebrar’ın elindeki anahtarlara bakarken parmağındaki yüzüğü fark etti. Gülümsemek istese de sadece başını sallayıp Ebrar’a geçmesi için müsaade etti.

Eve çıkan ikili direk salondaki koltuklara geçtiler. Ebrar derin bir nefes alıp yere baktığında Tolga dikkatle Ebrar’ı izliyordu. O da durumlarından pek memnun değildi. Sevdiği kadın kendisine her zaman ki gibi davranmıyordu. Kırgınlığı vardı üzerinde. Bir süre sessizce oturup beklediler. Sessizliğin içinde avazı çıktığı kadar susan küçük bir kız çocuğu salonun bir köşesinde, bu duruma küçüklükten beri aşikardı. Annesi ve babası hep kendi aralarında konuşup onu yok saydıkları zamandan beri. Şimdi büyüyen kendisi hala kendini o küçük kız çocuğuna muhtaç olmuş bir vaziyette duruyordu.

Tolga Ebrar’a doğru yaklaşıp ellerini tuttu. Ebrar bir an irkilse de ellerini tutan Tolga’nın elini sıktı.

“Ebrar, gözlerime bakar mısın?”

Ebrar gözlerine baktığında, Tolga o gözlerde kendisine karşı olan kırgınlığı fark etti. İçinden kendisine demediğini bırakmamıştı.

“O gün dediklerim-“

“O gün dediklerini yok edemeyiz Tolga. Hayatımda sen varken başka bir adamla beni düşündün. Sen bana güvenmiyorsun.”

“Ebrar hayır, konu sana güvenmemek değil. Anlamıyorsun. Ben her sabah seninle güne başlamak isterken bir adam gelip her şeyi mahvedecekmiş ben seni kaybedecekmiş gibi bu his... Zor, anlatabiliyor muyum? Ne zaman evlilik konusunu açsam veya ailelerin konusunu hep kapatıyorsun veya net bir şey demiyorsun. Bana desen yarın evlenelim. Hiç düşünmem direk ayarlamalara başlayıp istediğin düğünü yaparım. Ama sen hala bana tam güvenemiyorsun Ebrar.”

“Konu sen değilsin. Konu benim ve bunu anlamayan da sensin. Evlilik benim gözümde zor bir şey. Ben elimden geldiği kadar bu ilişki de çaba sarf ediyorum. Ama sevginin yanında benim ki solda sıfır kalıyor. Bazen seni asıl hak etmeyen kişinin ben olduğunu düşünüyorum çünkü sen fazla... Çok fazla seviyorsun.”

“Çünkü sana aşığım.”

Ebrar, bu cümleyle boğazına oturan sert yumruyla afalladı. Bu adam kendisine aşıktı. Sorun kendindeydi. Seviyordu fakat aşık mıydı? Bu soruyu düşünmek midesine yumruk yemiş hissi vermişti. Ellerini sımsıkı tutan Tolga beklentiyle gözlerine bakıyordu.

“Beni bir şeylerin bitmeyeceğine inandır Ebrar.”


Duyduğu sözlerin ağırlığıyla ne yapacağını şaşırmış halde, dolu gözleriyle baktı sevgilisine. En sonunda Tolga’nın pes ettiği anda sarıldı boynuna sıkıca. Hayatı boyunca çok az kişiyle, bir elin parmağını geçmeyecek sayıda sarılmış Ebrar’ın gözünde sıkı sıkı sardığı kolları bir insanın yapabileceği en büyük sevgi gösterisiydi. Ancak Tolga boynundaki kolların samimiyetini hissedemeyecek, anlamını çözemeyecek kadar kendi aşkının bencilliğine dolanmıştı.

ŞİMDİ KÖŞEYE SIKIŞTIN...(24)

Gökmen o gün şirkete gittiğinde kendini istemsizce kasılmış bir halde bulmuştu.  Şirkete adım attığı andan itibaren herkes duruşunu değiştir...