Ertesi gün erkenden uyanan Gökmen, kardeşlerini evden almadan Ferdi ile
buluştu. Dün kafede bolca muhabbet etmiş eski günleri anmış daha sonra asıl
mevzunun derinlerine inmişlerdi iki yakın arkadaş. Ferdi’nin üniversite
yıllarından beri sevdiği Arzu’ya evlenme teklifi planı hazırlamışlardı. Şimdi
Gökmen’in kafesinde bir o yana bir bu yana dönüp heyecanını zapt etmeye
çalışıyordu Ferdi.
Gökmen, Süleyman Bey’den rica etmiş iki çırağını yardım için kafeye
çağırmıştı. Çocuklardan biri balon şişirirken diğeri slayt düzenlemesini
üstlenmişti. Arkadaşının heyecanına sıkkınlıkla nefes verip başını geriye doğru
attı.
“Ferdi başımı döndürdün yeter!”
“Oğlum bak slayt mevzusunda güvenebilir miyiz çocuğa? Bütün fotoğrafları
attım bilgisayara. Ortaya kötü bir şey çıkmasın.”
Gökmen slaytla uğraşan çocuğa kısa bir bakış atıp başını sorun yok
dercesine salladı.
“Merak etme bilgisayar ilgi alanıymış çocuğun. Hem Süleyman Amca’da güvenip
yolladıysa hiç merak etme.”
Ferdi kısa bir süre durup Gökmen’i izledi, ardından bir sandalyeyi çekip
karşısına oturdu.
“Süleyman Amca kim?”
“İlerdeki restaurantın sahibi.”
Ferdi başını anladım dercesine salladıktan sonra başını sokağa doğru uzattı
ve bir bakış atıp içeri girdi. Son anda görüş alanına giren Ebrar’ı gördüğünde
dirseğiyle Gökmen’i dürttü.
“Bu turunçgil kim?”
Gökmen kaşlarını çatıp Ferdi’nin dediği tarafa baktığında Ebrar’ı gördü.
Arkadaşının benzetmesi komiğine gitmiş anlık bir gülümseme dudaklarına
yayılmıştı, ardından boğazını temizleyip başını sağa sola salladı.
“O da karşı kafenin sahibi işte.” diyerek konuyu kısaca kapatmaya çalıştı.
Ferdi’nin gözlerini kısıp Gökmen’i kısaca süzmesinin ardından dudaklarında
beliren haylaz yüz ifadesi tam bir şey dedirtecekken Gökmen hızla oturduğu
yerden kalkıp kapıya doğru yürüdü.
“İçerisi havasız kalmış. Azıcık hava gelsin de kapıyı kapatırım birazdan.”
“Gökmen.”
“Ferdi.”
“Gökmen.”
“Ferdi.”
“Gökmen.”
Gökmen’in devreler hafiften yanmaya başlarken arkadaşını tersledi. Ancak karşısındaki
adamın bunu takacak ciddiyete sahip olmadığını tabii ki biliyordu.
“Ne?!”
“Lan sen bu kızdan mı hoşlanıyorsun?”
Kaşlarını iyice çatan Gökmen, çocuklara kısaca bakış atıp sıktığı
dişlerinin arsından mırıldandı.
“Saçma saçma konuşma zevzek herif.”
Ferdi hızla ona doğru gelip kolundan tuttuğu gibi arkadaşını kafeden
çıkarttıktan sonra kapının önüne atıkları masalardan en köşedekine yöneldi.
Süleyman Bey’in çırakları içerde birbirlerine anlamsızca bakıp işlerine
döndüler. Gökmen’i zorla masaya oturtan Ferdi hızla karşısına geçti.
“Anlat.”
“Ne anlatayım?”
“Gökmen. Yeme beni, bal gibi etkilenmişsin kızdan!”
“Ferdi yok öyle bir şey.”
“Okulda kimseye pas vermezdin halbuki. Hatun baya eksenine çekmiş seni
belli.”
“Ulan alacam ayağımın altına. Delirtme adamı.”
Ferdi başını hafifçe yana doğru eğip eski dostuna kendinden emin
bakışlarını attı ve tek kaşını kaldırarak ismiyle hitap etti tekrar.
“Gökmen.”
“Ne, ne yok işte!”
İçten içe doğru yolda olduğunu bilen Ferdi dostuna sert bir şekilde tekrar
ismiyle hitap etti.
“Gökmen!”
“Nişanlı o olmaz.”
Duyduğu cümleyle bir an duraksayan Ferdi sakince tekrar ismiyle hitap etti.
“Gökmen.”
Arkadaşının diretmesiyle kendini saldı Gökmen. Ondan başka içini
dökebileceği kimse yoktu yanında.
“Ama kendime hakim olamıyorum. Bana karşı hazır cevaplılığını bırak,
karakteri o kadar güzel, kalbi o kadar temiz ki onu düşünmeden edemiyorum.”
Ferdi kardeşinin kurduğu cümleyle bir elini dostunun omzuna attı.
“Nişanlısıyla ilişkisi nasıl?”
“Bilmiyorum.”
“Kafasını karıştırmıyorsun değil mi kızın?”
“Sırf ondan dolayı uzak duruyorum.”
Ferdi bir elini çenesine yaslayıp dostuna bakıp iç çekti.
“Sen ki üniversitenin en yakışıklısı kızların ölüp bittiği Gökmen, dut
yemiş bülbüle dönmüşsün. Kız seni cidden fena çarpmış.”
Gökmen istemsizce karşı kafeye baktıktan sonra derin bir nefes alıp
Ferdi’yi onayladı, ardından kendi kendine gülümsedi.
“Nasıl olur da hiçbir şey yapmadan beni bu hale getirebilir aklım
almıyor... Sadece baktı ki bakışı öyle davetkar değildi. Normal bir bakış. Konuştu,
hoş konuşmalarımız hep kedi köpek tartışması gibiydi. Bir de sadece güldü, o da
samimiyetinden başka bir şey düşünmeden sadece güldü.”
“Sana hep olduğu gibi gelen bir kız. Çevrendeki yapmacıklıktan seni
uzaklaştırmış farkında olmadan sana kendi gibi gelmiş işte. Bu devir de zor ara
ki bulasın, tek sorun... nişanlı kardeşim.”
“Mutluluğunda gözüm yok ya Ferdi. Mutlu olmayı hak eden birisi. Ama olur da
ayrılırsa ve ben ondan bir gün şans istersem o şansı bana vermesini isterim.”
Ferdi anlamıştı arkadaşını, beyninin içinde çıkan iç savaşı. İki cephede de
Gökmen vardı ve beyaz bayrak kaldırmayacağı belliydi. Görmüştü Ferdi, bu
savaşın asla galibi olmayacaktı. Çaktırmadı karşısındaki şaşkın adama. Sadece başını
sallayıp kardeşine dostça gülümseme sundu. Zaten daha fazla düşünmesine vakit
kalmadan telefonu çalmaya başladı.
Arayan kişiyi gördüğünde hızlı ve sık nefesler alıp vermeye başlayıp bir
yandan Gökmen’e bağırmaya koyuldu.
“Lan! Arzu arıyor lan.”
“Sakin olsana gerizekalı.”
“Gökmen ne diyeyim şimdi ona ben.”
“Bir şey belli etme.”
Ferdi başını sallayıp telefonu daha fazla bekletmedi ve konuşmaya başladı.
“Aşkım sana sürpriz hazırlıyordum içine sıçtın.”
Gökmen şaşkınlıkla kaşlarını kaldırıp “Gerizekalı herif.” diye
mırıldandığında Ferdi başını ne dercesine salladı. Uzanıp arkadaşının elinden
hızla telefonu alan Gökmen gülerek Arzu ile konuşmaya başladı.
“Arzu...”
“Gökmen sen misin?”
“Bir de soruyor musun Arzu? Alacağın olsun. Unutulmuşuz hemen.”
Arzu’nun kahkahası kulaklarına dolduğunda sırıtmaya başladı Gökmen. Ferdi
karşısında şaşkın bir balık gibi yüzüne bakıyor kurduğu cümlenin daha yeni
farkına varıyordu. Eliyle yüzünü kapatıp başını masaya vurduğundan Gökmen ona
kısa bir bakış atmış Arzu’ya odaklanmıştı.
“Ay ne bileyim üniversite bittiğinden beri adamakıllı görüşemedik.
Kaybettirdin bize kendini resmen. Hiii Ferdi’nin bahsettiği sürpriz sen
miydiinn? Bozdu o da tabi bana karşı sürprizi dayanamadı değil mi şapşalım
benim.”
Gökmen duyduklarıyla dudaklarını kemirirken kahkahasını bastırmaya
çalışıyordu. Fırsat kendi ayağına gelmişti. Ferdi ne kadar ağzından kaçırsa da
Arzu’da bir o kadar saftı. Birinin açığı olsa da diğeri başka bir şekilde o
açığı kapatıyordu.
“Tam olarak bendim Arzu’da işte, salak herif hemen belli etti.”
“Ama demesene öyle Gökmen ya!”
“Kızım sen şapşal diyorsun ben salak demişim çok mu, ayrıca hala bana sen
misin diye soruşun beynimde yankılanıyor.”
“Ben derim benim sevgilim. Ayrıca ay özür dilerim Gökmen ya.”
“Benim de dostum ben de derim.”
“Hııı gıcık!”
“Arzu bak ne diyeceğim zaten sürpriz bendim öğrenmiş oldun benim
Bakırköy’de kafem var şimdi oradayız Ferdi ile, sen neredesin gelebilir misin?”
“Ay gelirim de işlerim var biraz. Bu arada hayalindeki gibi açtın demek
kafeyi he. Hayırlı olsun. O zaman akşama doğru beş ya da altı gibi orada olurum
konum atın bana.”
“Tamam ben derim Ferdi’ye atar sana konum hadi görüşürüz canım.”
“Görüşürüz tatlıım.”
“Deli kız.”
“Ferdi sağ olsun öyle oldum biraz. Neyse telefonu ona verir misin?”
“Tamam, haydi görüşürüz.”
Telefonu Ferdi’ye uzatırken sessizce “Durum düzeltildi hele bir boz
gebertirim seni mal.” demeyi ihmal etmedi.
Telefonu rahat bir nefes vererek alan Ferdi Gökmen’e bir öpücük attı ve
Arzuyla konuşmaya başladı.
“Aşkım.”
“Ya Gökmen miydi sürpriziinn?”
Ferdi rahat bir nefes verip başını Arzu görmese de olumlu anlamda sallayıp
gülümsedi.
“Evet canım ama bozdun.” dedi kendisi hiçbir şekilde bozmamış gibi.
“Neyse işte bir daha bozmam.”
“Ne zaman geleceksin hayatım?”
“Akşama doğru beş altı gibi.”
“Tamam canım görüşürüz.”
Gülerek telefonu kapatan Arzu’nun arkasından birbirine bakan iki arkadaş
birkaç saniye sonra kahkaha atmaya başladı.
Karşı kafede ise müşterilerle ilgilenen Nehir Gökmen’i gördüğünde
karşısındaki adama odaklandı. Bu zamana kadar hiç görmemişti. Merakla kaşlarını
kaldırıp Ebrar’a doğru ilerledi. Boşları tezgaha koyduktan sonra eliyle
önlüğünü sildi.
“Gökmen’in misafiri var galiba.”
Ebrar hiç bakmadan müşterilerin hesabını yapmaya odaklandı. Nehir ona bakıp
gözlerini kıstıktan sonra bir elini tezgaha koyup Ebrar’a doğru eğildi.
“Hey sana diyorum kızım cevap versene.”
“Aman bize ne Nehir.”
Önüne koyulan hesabı alıp müşteriye doğru giden Nehir’in ardından karşıya
doğru kısa bir bakış atan Ebrar, Gökmen’in içten bir şekilde güldüğü anı
yakalamıştı. Kaşlarını kaldırıp anlık bir şaşırma yaşasa da başını sağa sola
sallayıp önüne döndü. Tolga ile iki gündür konuşmamışlardı. Ne Tolga üstelemiş
ne o bir şey deme tenezzülünde bulunmuştu. Oluruna bırakmıştı bir bakıma. Bir an
durup Gökmen’i gördükten sonra aklına Tolga’nın gelmesini sorgulasa da içine
sürüklendiği düşüncelerden korkup işine odaklanmaya çalıştı.
Kafeye gelen müşterilere karşı gülümseyip “Hoşgeldiniz.” dedikten sonra
Nehir ile göz göze geldi. Nehir gelen müşteri sayısına göre cam kenarındaki
masayı işaret ederken müşteriler gülümseyerek o tarafa yöneldi. Kendini
Tolga’lı düşüncelere bırakmamak için başka bir uğraş bulmaya çalışırken görüş
açısına giren Erdem ile rahat bir nefes koyuverdi.
Erdem ise karşı kafeye bakmamaya özen göstererek bir bakıma diğerlerinden
köşe bucak kaçarak gelmişti bu sefer dükkana. Şalterleriyle oynayan çırpı
bacağın etkisine sinir olmaya başlamıştı bir bakıma. Ebrar’ın kendisine
anlamsızca baktığını gördüğünde göz kırpıp başını “Ne oldu?” dercesine salladı.
Ebrar ellerini havaya teslim olurmuş gibi kaldırdıktan sonra başını hafifçe
yana doğru eğdi.
“Kızım ne tip tip bakıyorsun yüzüme. Bir şey mi var?”
“Bilmem, sana sormak lazım. Dün artistlendin gittin.”
“Eee?”
“Ne eee, gelirsin sandım akşama doğru yine gelmedin. Çok mu kızdın bize?”
“Size değil de kendime kızgınım.” diye içinden geçiren Erdem başını
olumsuz anlamda sallayıp ceketini çıkarmaya koyuldu. Çıkarttığı ceketi alan
Ebrar arkasındaki askılığa astı. Erdem sessizce mutfağa geçip sipariş notlarına
bakmaya başladığında Ebrar sıkıntıyla nefes verip arkasından bakmakla yetindi.
Gökçe işlerini halledip abisinin yanına geldiğinde saat dördü geçmişti.
Ferdi ile karşılaştığında dün ki abi kardeş konuşmalarını hatırlayıp
gülümseyerek selam verdi. Ferdi de gülümsediğinde tezgahın arkasına geçip elindeki
çantasını bir kenara koydu. Yanında bilgisayarla uğraşan çocuğa kaşlarını
merakla kaldırıp baktı.
“Sen... Süleyman amcanın oradan değil misin?”
“Evet abla.”
“Ne yapıyorsun peki bilgisayarda hatta burada?”
“Abla şey-“
Arka taraftan çıkan Gökmen, bir elini Gökçe’nin omzuna atıp onu kendisine
çekti.
“Sen hangi ara geldin kızım?”
“Şimdi geldim, sen neredeydin?”
“Arka tarafta bir şeyler yapmayı deniyordum.”
“Ne gibi?”
“Boş ver, sen bugün ne çok soru soruyorsun ya?”
“Aman abi sende. Konu Ferdi’ye dönmesin diye kendimi zorluyorum.”
Gökmen az ileride kendilerine bakan Ferdi’ye göz kırptıktan sonra kız
kardeşine döndü.
“Tamam, tamam kıvranma daha fazla. Sevgilisine evlenme teklifi edecek onun
ayarlarını yapıyoruz. Bilgisayar başındaki eleman video hazırlıyor. Diğer
elemanda balon şişirdi onları köşeye koymakla meşgul, zamanı geldiğinde
balonları da salacağız.”
Gökçe şaşkınca abisine bakıp dediklerini idrak ettikten birkaç saniye sonra
gözlerini fal taşı gibi açıp Ferdi’ye döndü.
“Ayy! Burada mı evlenme teklifi edecek şimdi yani!”
Gökmen sakince “Hı hı.” dediğinde gözleri dolmuştu Gökçe’nin. Ferdi’nin
yüzündeki heyecanlı hali ile daha da duygusala bağlamıştı.
“Kız ne zaman gelecek?”
“Gelir işte bir saate. Sabah konuştuk.”
“Ama bu çok romantik!”
Gökmen kız kardeşine kaşlarını çatıp baktıktan sonra cıkcıkladı.
“Fikir kimden çıktı sanıyorsun? Plan benden, tabi romantik olacak.”
Gökçe sırıtarak “Kimin abisi helal.” dedikten sonra uzanıp yanaklarından
öptü abisinin. Gökmen ukala bir şekilde “Yapıyoruz işte bir şeyler.” dediğinde
koluna vurup “İlla egonu besle değil mi, illa.” dedi.
Ferdi yanlarına gelip “Ne oldu?” diye sorduğunda Gökmen’den önce Gökçe
davranıp sevimli bir yüz ifadesiyle konuşmaya başladı.
“Bir şey olmadı. Tebrik ederim kız arkadaşına evlenme teklifi edecekmişsin.
Umarım bir ömür mutlu olursunuz.”
Ferdi Gökçe’nin hızlı konuşması bir yana şirin ve duygusal hareketleriyle
Gökmen’e döndü.
“Süpürgesiz cadı diye hakaret ettiğin kız kardeşin bir melekmiş ya.”
“Hii abi arkadaşlarına beni süpürgesiz cadı diye mi anlatıyorsun. Aşk olsun
ama ya!”
Gökmen ikisinin arasından çıkıp elini havada geçiştirir gibi yaptıktan
sonra “Konumuza dönelim.” dedi.
Ferdi ciddileşip başını onaylarken, Gökçe önce kırgın bakışlar atsa da
hemen ardından neyse diye mırıldanıp abisine odaklandı.
“Arzu’nun gelmesine az kaldı. Müşterilerin hepsine birer tane harf
vereceğiz. Harfler belirli. Konuyu da onlara kısaca anlattık mı olay tamamdır.
Arzu geldiğinde üzerinden montunu çantasını al Gökçe. Güzel karşıla. Sen de Ferdi
slaytın tam önünde dur. Çocuklara işaret verdiğim anda slayt başlayacak
ardından balonlarla ortam dolacak. Slaytın sonuna doğru müşteriler harfleri
kaldırır ve diz çöküp evlenme teklifini yaparsın. Arzu’da evet der ve mutlu
son.”
Gökçe’nin gözleri yaşlarla abisini onayladıktan sonra hemen arkasını döndü.
Ferdi’nin, abisini dinlerken ki dikkati ve duygusallığı o kadar naif gelmişti
ki ona. Gelip geçici heveslerden değil de gerçek aşkın hislerine rastlayamamış
olması içten içe kalbini eziyordu. İnsanlar için artık sadece üç harften oluşan
o “Aşk” duygusu gelip geçici ve sahteydi. Peki ya Ferdi için neydi?
Üniversiteden beri hiçbir zaman aşkı da sevgisi de azalmamış hep artmıştı
Arzu’ya karşı. Aralarında sorunlar olmuştu elbet, ama onlar her sorunun ardından
daha da birbirlerinin duygularına sarılmışlardı. Şimdi ise bu tamamen resmiyete
dökme işi için kendinden emin bir şekilde evlenme teklifi edecekti.
Dakikalar birbirini kovalarken esnafın işi başından aşkın her dükkanda ayrı
bir koşturma hakimdi.
Gökçe stresten camdan dışarı bakıp tırnaklarını kemiriyor, hemen her şeyin
sorunsuzca halledilmesi için vakit kolluyordu. Sokağın başında gördüğü yabancı
bir yüzle küçük bir çığlık attı. Ferdi alelacele yanına geldiğinde “Bu kız mı?”
diye sordu. Ferdi başıyla onaylarken hayran bir şekilde bakıyordu Arzu’ya.
Gökçe bu bakışı yakaladığında dudaklarını büzüp önüne döndü. Ona da öyle
bakacak bir erkek olsa acaba nasıl hissederdi kendini sorusu beynini
kemiriyordu. Gökmen, kedi gibi Ferdi’nin ensesinden tutup slaytın önüne doğru
çekerken Gökçe silkelenip kendine geldi ve kapıyı açıp dikkatle kafenin önüne
gelip dışarıdan kıza sevecen bir edayla gülümsedi.
“Hoş geldiniz.”
“Merhaba. Şey ben... Gökmen’in mekanı-“
“Ah evet kendisi abim olur içeride seni bekliyorlar. Haydi gel.”
Arzu gülerek içeri girdiğinde Gökçe kızın üzerinden tıpkı abisinin dediği
gibi montunu ve çantasını aldı. Gökmen arka taraftan ışıkları kapadığında Arzu
kaşlarını kaldırdı.
“Elektrikler mi gitti?”
Gökçe başını önemli bir şey yokmuş gibi sallarken yapmacık bir kahkaha atıp
“Gelir birazdan merak etme.” dedi.
İlerideki bembeyaz duvarda aniden romantik bir şarkı ile birlikte geçmeye
başlayan fotoğrafları gördüğünde olduğu yere mıhlanmıştı Arzu. Ferdi köşede
takım bir elbise ile ona bakıyor heyecandan yutkunamıyor sadece sevdiği kadının
tepkilerinin her anını beynine kazıyordu. Arzu, hipnotize olmuş gibi slayt
gösterisiyle verilen fotoğraflara daha yakından bakmak için ilerlerken, Gökçe
gözleri dolu bir şekilde onun arkasından bakıyordu. Gökmen ise arka tarafta
arkadaşlarını videoya çekmeye başlamış iki aşığı kadraja sığdırmıştı.
Müşteriler olayı bildiklerinden hepsi merakla Arzu’ya ve Ferdi’ye bakıyordu.
Slaytın sonuna gelindiğinde balonları arka taraftan salan çırak sorunsuz
işi halletmişti. Hemen ardından Gökçe ışıkları tekrar yaktı. Şimdi sıra
müşterilerdeydi. Hepsi sırayla ellerindeki harfleri kaldırmıştı. Arzu teker
teker harfleri okurken gözleri dolmuştu ve Ferdi’yi arıyordu bakışları. Ferdi
elinde kocaman bir gül demetiyle karşısında durduğundan gözleri yaşla olan
sevgilisine baktı. Ardından Gökmen ile konuştukları gibi son darbeyi yapmak
için işe koyuldu. Bir dizinin üzerine çöküp ceketinin içinden yüzük kutusunu
çıkardı. Elindeki gül demetini Arzu’ya uzatırken sevdiği kadına aşkla
bakıyordu. Arzu gül demetini alıp yanağından bir damla yaşın süzülmesine izin
verdiğinde Ferdi’ye gülümsedi.
“Ferdi-“
“Şşş, Lafımı kesme hayatım... Seninle ilk karşılaştığımızda beni karşısında
diz çöktürecek kadın bu olmalı demiştim içimden. Geldiğimiz konuma bakılırsa da
oldu. Seninle daha da güzelleşen üniversite yıllarım bir yana hayatımın da
sonuna kadar seninle güzelleşmesini istiyorum. Şimdi, burada, senin karşında
böyleyken bu isteğimi resmileştirmenin ilk adımını atıyorum. Arzu ömrüme ömrünü
katıp benimle yaşlanır mısın? Benim şapşallıklarımı çeker misin? Kartlarda
okudun ama benden de duy... Benimle evlenir misin?”
Arzu gözleri dolu dolu başını sallayıp “Evet.” diye fısıldadı. Ferdi çapkın
bir şekilde gülüp gözünden bir damlanın akmasına izin verirken başını yana
doğru eğdi.
“Ne dedin?”
Arzu yüksek bir sesle “Evet.” diye bağırdığında müşteriler alkışlamaya
başladı. Ferdi yüzük kutusundan yüzüğü çıkartıp ayağa kalkıp sevdiği kadının
alnına küçük masum bir öpücük kondurup elini tuttu ve yüzüğü parmağından
geçirdi.
Erdem mutfaktan hızlı bir çıkış yaptığında Ebrar ve Nehir oldukları yerde
sıçramışlardı. Kafedeki birkaç kişi kendi aralarında muhabbet ederken onları
fark etmemişlerdi.
“Birileri Hulk moduna mı geçti bugün?” diye biraz merak, biraz endişeyle
Erdem’e bakıyordu Ebrar, sorusuna bir cevap bekliyordu.
“Ya sen hala bize kızgın mısın Erdem abi ya!”
Erdem ceketini giyerken Ebrar’a cevaben “Evet geçtim.” dedi ardından
Nehir’e döndü.
“Değilim.”
“E o zaman bu tavırların ne?”
“Geçer siz merak etmeyin. Siparişleri hazırladım. Yarın için hamur
ayarladım dokunmayın. Mutfağıma girmeyin. Ebrar yapmam gereken bir şey var mı?”
“Eee... Şey hayır yok. Çıkmak istiyorsan çıkabilirsin.”
Başıyla onaylayıp çıkışa doğru yöneldi. Ceketinin yakasını düzelttikten
sonra hızlı adımlarla gözden kayboldu. Arkasından şaşkınca bakakalan Nehir,
merakla Ebrar’a döndü.
“Bu neydi şimdi?”
Ebrar, dudaklarını büzüp omuzlarını yukarı kaldırıp indirdikten sonra önüne
döndü. Arkadan seslenen bir müşteriye “Geldim.” diyerek dönen Nehir Ebrar’a son
bir bakış atıp müşteriye doğru ilerledi.
Erdem kendini meydana atıp sahile çevirdi adımlarını. Mutfakta gün boyu
siparişleri hazırlarken aklına hücum eden bir silueti ne yaparsa yapsın gözünün
önünden def edememişti. Bir eli boynuna gidip kalabalık arasında nefes almaya
çalışırken başını sağa sola salladı. Yanlışlıkla çarptığı kişilere elini
kaldırıp mahcup bir ifadeyle bakıyordu. Sahile giden köprünün merdivenlerini
ikişer üçer çıkıp başını gökyüzüne kaldırdı. Boğuştuğu düşüncelerden kurtulması
gerekiyordu. Adımlarını biraz daha sakinleştirip daha yavaş yürümeye başladı.
Köprünün sonundaki merdivenleri inerken merdivenin sonundaki çingeneler ise
çenesini sıkmasına sebep oldu, çünkü birinin kendisine daha merdivenin
başındayken kurduğu cümle ile neye uğradığını şaşırmıştı.
“Abicim bir nefes al. Sevgilini görmeye gidersin belli. Kızı beklettin
dimi? Al bir tane gül. Elin boş gitme.”
Erdem cevap vermeden hızla inip onlara arkasını dönüp yürümeye devam etti.
Sahile gelip kendini kayalıklara attığında az ileride liseli gençlerin
ellerinde gitarla bir şeyler çalıp söylediklerini gördü. Bakışlarını denize
çevirip derin bir nefes aldıktan sonra tuzlu denizin kokusu ciğerleriyle
buluşmuştu.
Gözünü kapayıp anın tadını çıkarmak isterken az ilerideki çocuğun söylemeye
başladığı şarkıyla denizin de bu sefer iyi gelemeyeceğini anlamıştı.
“Bir gönül davası,
anlatsam ağlarsın,
Şişelere deniz koy,
gemiler batsın…”
Oturduğu kayalıktan kalkacağı esnada koluna yapışan bir el tarafından
durduruldu. Başını kaldırıp tepkisizce bakacağı sırada nefes almayı unuttu.
Karşısındaki yüzün, denizden gelen dalgalar saçlarını savurup yüzünü
kapatırken, Erdem düşüncelerine istila edecek bir görüntü daha eklememek için
gözlerini kapattı.
Gökçe, mutlu çifti tebrik ettikten sonra kafeden kaçacağı ilk fırsatı
değerlendirip kendini sahile attı. Onları kıskandığını kabulleniyordu. Kendisi
de öyle sevilmek istiyordu. Ama hayatı boyunca öyle sevilmeyeceğine inanıyordu.
Sahilde kayalıklarda oturmuş Erdem’i fark ettiğinde bir an duraksadı. “Acaba?”
diye içinden kendi kendine yönelttiği soruya “Neden olmasın.” diyerek
cevap verdi. Madem ki kendisinin hiçbir zaman öyle sevilmeyeceğini sanıyordu.
Bari biraz eğlenseydi. Erdem ile ne kadar eğlenebilirdi bir fikri yoktu
denemeye değerdi.
Dışarıdan bakıldığında dağ ayısı soğuk nevale olan Erdem kaç kız ile bir
ilişki yaşamıştı bilmiyordu. “Bir aslanı yola getireceksem, kedi olarak
biraz parmağımda oynatmanın sakıncası olmaz.” diye düşünerek Erdem
ayağa kalktığı esnada kayalıklara doğru hızla bir hamle yaparak Erdem’i
kolundan yakaladı.
Yüz yüze geldikleri anda saçlarını bir yandan düzeltip diğer yandan konuya
nasıl giriş yapacağını düşünüyordu Gökçe. Erdem bakışlarını özellikle ondan
kaçırıyor en hızlı nasıl toz olup ortadan kaybolur onun hesabını yapıyordu.
“Bu aralar karşılaşmakta üstümüze yok!” diyerek masumca bir tebessüm
ederken Erdem’den atak bekliyordu. Karşılık olarak bir baş sallaması aldığında
hafifçe kaşlarını çattı.
“Bir sorun mu var? Erdem?”
Kendisine dönen koyu gözlerde bir anlam aramaya çalıştı. Erdem sadece
bakmakla yetiniyor hiçbir şey demiyordu.
“Er-“
“Bir sorun yok ben de tam gidiyordum.”
Erdem bakışlarını onun kolunu tutan eline çevirdi. Bu Erdem’ce kolumu
bırak anlamına geliyordu. Gökçe tuttuğu kolu yavaşça bırakarak iki
elini havaya kaldırdı.
“Ben seni tutmayayım o zaman.”
“İyi olur.”
Erdem arkasını dönüp kayalıklardan yola atladığında Gökçe istemsizce
ayağını sertçe kayaya vurdu.
“Hep dağ ayısı gibi davran zaten!”
Erdem duyduğu cümleyle omzunun üstünden Gökçe’ye kısa bir bakış atıp
bedenini ona doğru çevirdi.
“Ne dedin sen?”
“Duydun işte.”
Erdem tekrar et gibi bir hareket yaptığında Gökçe sinirle tek tek söylediği
bütün kelimeleri bastırarak telaffuz etmeye başladı.
“Hep.dağ.ayısı.gibi.davran.zaten!”
Erdem tek bir hareketle tekrar kayalıklara atlayıp Gökçe’nin dibine girdi.
“Dağ ayısı öyle mi?”
“Evet öyle.”
Erdem alay edercesine güldükten sonra Gökçe ne olduğunu anlamadan Erdem’in
sırtında kendini buldu.
“Sen-Sen ne yapıyorsun indir beni!”
“Yüzmeyi biliyor musun Gökçe.”
“Evet de neden... Sakın aklımdan geçen şeyi yapma Erdem sakın!”
“Ne geçiyor aklından?”
“Beni denize atacaksın!”
Erdem “Eh öyle diyorsan-“ dediğinde ilerdeki çocuklar onların bu haline
gülüyordu.
“Yardım eder misiniz lütfen! Bu adam deli!”
Gökçe’nin çırpınışları Erdem’de kahkaha atma isteği uyandırsa da ciddi
durmaya çalışıyordu. İlerdeki çocuklardan biri Erdem’e seslendi.
“Abi at denize ablayı bıktırmış seni çenesinden belli.”
Erdem çocuğa yandan bir bakış atıp ona doğru döndü. Aklında evet Gökçe’yi
korkutmak vardı ama denize atmayı o kadar ciddiye almamıştı. Duruşunu
sağlamlaştırarak dikkatle Gökçe’yi omzundan indirdi. Burun buruna geldiklerinde
Gökçe’nin konuşmasına izin vermeden “İki saniye bekle geliyorum.” dedi.
Çocuğa doğru giderken gülüyordu. Çocuk “Abi atsaydın ya bize de gırgır
olurdu.” dediğinde Erdem tek bir hareketle çocuğu omzuna atıp ardından denize
doğru attı.
Çocuk şaşkınlıkla sudan başını çıkartıp “Ne yaptın abi ya!” diye isyan
ettiğinde Erdem sol bacağını yüksek bir kayaya atarak öne doğru eğildi.
“Birincisi bir kadına zarar vermek hele ki bir erkeğin bunu yapması doğru
değil. İkincisi siz yeni nesil her şeye atlama konusunu bir gözden geçirin
sonunda neye uğradığınızı şaşırmayın. Üçüncüsü yüzmeyi özledin galiba çıkmak
istemiyorsun.”
Çocuğun arkadaşları arka tarafta olaya gülerken çocuk utanmıştı.
“Haklısın abi özür dilerim.”
“Bu arada dostlarını da iyi seç. Sen bu haldeyken izleyip aval aval
gülenlerden hayır gelmez sana.”
Çocuk başını sallayıp sudan çıkmak için hareketlendiğinde Erdem elini
uzattı ve çıkmasına yardımcı oldu.
“Üşüyor musun?”
“Yok abi ya serinledim iyi geldi.”
Erdem gülüp omzuna hafifçe vurduğunda çocukta güldü.
“Adın ne abi?”
“Erdem.”
“Benim adım da Erdem.”
“O zaman adının hakkını ver bundan sonra.”
“Tamam abi.”
Erdem son bir bakış atıp arkasını döndü ve geldiği yönden geriye doğru
gidip Gökçe’nin yanında durdu. Gökçe şaşkınca kendisine
bakıyor bir şey demiyordu.
“Gökçe? Şoka mı girdin kızım?”
Gökçe sertçe yutkunup başını sağa sola salladıktan sonra Erdem’in gözlerine
dikkatle baktı.
“Yok. Ben aşık oldum.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder