19 Nisan 2018 Perşembe

BUYUR BURADAN YAK(12)


Gökmen arkadaşlarının kutlamasından sonra onları yolcu etmiş, mutluluklarının her daim sürmesini temenni etmişti. Kendi kendine kaldığında karşı kafeye bakmamak için iç sesiyle bir savaş verip o savaşı yendi ve ardından içeri girdi. Ferdi ile resmen kendi iç çatışmasını sesli bir şekilde dile getirmişti. Yanlış bir şey yapmamak için uğraşıyor, Ebrar’ın kafasını karıştırmamak için çabalıyordu. Derin bir nefes alıp verdi. Bu sınav sonucunda nasıl bir Gökmen olacağı hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Ebrar’ın etkisi altına girdiğini içten içe kabullenmişti. Ve pekala Ebrar onu çok güzel nakavt edebilirdi.

Etraf tamamen sessizleştiğinde müşteriler elini ayağını çektiğinde kendisini hiç düşünmeden mutfağa attı. Anlaştığı firmalar dışında kendisinden bir emek olsun istiyordu menü listesinde. Telefonundan bir şarkı açıp gözüne kestirdiği malzemeleri masanın üzerine serdi. Baştan sona hepsine bir bakış atıp kendince tam olduğunun kanaatine vardı ve eline unu alarak işe koyuldu.



Ebrar, Erdem’in yokluğunu fırsat bilerek mutfağa girdi. Dün ortalığı dağıtsa da kenarda bir köşede yaptığı kek gözüne çarptı. Demek Erdem ona dokunmamıştı. Heyecanla kekine doğru yürüyerek eline bir çatal ve bıçak aldı. Keki dikkatle büyük masaya koyduktan sonra kenarından bir parça koparıp tatlı tabağına koydu ardından mutfaktan çıktı.

“Nehir bir bakar mısın?”

Sesine yansıyan heyecan Nehir’in tek kaşını kaldırmasına sebep oldu.

“Hemen geliyorum.”

Son müşterinin de kalktığı masayı güzelce temizleyip hızlı adımlarla Ebrar’ın yanına geldi.

“Bir sorun mu var?”

Ebrar başını sağa sola sallayıp gülümsedi.

“Aksine, ben dün mutfakta facia yaratmıştım ya heh, işte facia sonunda olan mucize yani pek emin değilim ama sanırım mucize olacak, kekin tadına bakmanı istiyorum.”

Nehir büyük bir dikkatle önüne koyulan tabaktaki keke baktı.

“Sen baktın mı tadına?”

Ebrar başını olumsuz bir şekilde sallayıp heyecanla lafa girdi.

“Senden sonra bakarım tadına hadi.”

“Zehirlenirsem?”

“Nehir!”

“Ay şaka yaptım, tamam bakıyorum tadına.”

Tabağın kenarındaki çatalı eline alıp kekin kenarından bir parça kopardı. Ağzına atıp çiğnerken tepkisiz bir şekilde duruyordu. Ebrar beklentiyle gözlerine bakarken bir çatal daha aldı.

“Eee nasıl olmuş?” Merakla cevap beklerken Nehir elini havada gelişigüzel savuşturup ciddi bir ifade takındı.

“Bir dakika anlayamadım tadını.”

Ebrar başını anlayışla sallayıp beklemeye devam etti. Nehir ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra kenardan bir su şişesini eline aldı ve Ebrar’a tepkisizce bakarken su içmeye koyuldu.

“Ay! Nehir, kötüyse kötü de bitsin. Ne bu ya!”

Nehir birkaç saniye sonra tepkisizliğini bozup hafiften gülmeye başladığında Ebrar apışıp kaldı.

“Güzel mi? Olmuş mu?”

“Bu mükemmel olmuş kızım! Sen de Erdem abi gibi mutfağa bir gir bence.”

“Atıyorsun.”

“Al, bak tadına.”

Önündeki tabağı Ebrar’a doğru itip dirseklerini masaya dayadı ve ellerini çenesine yaslayıp Ebrar’ın tepkisini incelemeye başladı. Ebrar heyecanla çatal alıp kekten bir parça kopartıp kendi ağzına attı. Kahve tadı resmen istediği kıvamdaydı. Kendini belli ediyordu ama çikolatayla birleştiğinde ağır olmamıştı. Aroma gibi kalmıştı. Gözlerini kapayıp kekin tadını çıkartırken Nehir kahkahasını koyuvermişti.

“Deli! Bunu menüye eklemeliyiz kesinlikle. Nasıl yaptığının notunu aldın mı?”

“Hayır, ama nasıl yaptığımı biliyorum yazarım. Yarın tekrar yapıp esnafa da bir tattırırım, ona göre menüye koyarım.”

“Hmm oylama yapacaksın yani.”

“Aynen öyle.”

Ortada duran keke gülerek bakan ikili göz göze gelip kahkahalarını serbest bıraktı. O esnada kafeye giriş yapan Tolga hafifçe öksürdü. Ebrar Tolga’yı fark ettiğinde yüzündeki gülümseme yavaş yavaş kayboldu geriye küçük bir tebessüm kalmıştı.

“Hoş geldin.”

Tolga başını sallayıp gülümsedi.

“Hoş buldum.”

“Hoş geldin Tolga. Benim mutfakta birkaç işim var haydi kaçtım.” diyerek tabağı alıp arkaya koşar adım giden Nehir’in ardından Ebrar sinsi diye mırıldandı. Ardından  ‘Ah be Nehir gitmesen olmuyor muydu kızım be!’ diye içten içe isyan etse de kabullendi. Tolga ile illa ki konuşacaktı. Köşe bucak kaçmak pek uygun değildi. Nehir’in bıraktığı boşluğa bir süre bakıp bakışlarını Tolga’ya çevirdi. Tolga’nın beklenti dolu bakışlarının yüzünde gezinmesiyle yutkundu. Gözlerini kaçırıp aceleyle bir masayı işaret edip Tolga’ya döndü.

“Otursana.”

Tezgahın arkasından çıkıp Tolga’nın oturduğu masanın karşısındaki sandalyeye geçti.

“Nasılsın?”

Tolga kravatını biraz esnetip zoraki bir şekilde dudaklarına gülümseme yerleştirdi. Ebrar’ın kendisine karşı resmen bocaladığını görmesi canını sıkmıştı. Eskiden böyleler miydi? Kafeye girdiğinde Ebrar onu sırıtarak karşılar kasanın arkasından çıkar yanına gelir ve boynuna sarılırdı. En son ki mevzuda üzerine çok gittiğini düşünüp kendini suçladı. Ebrar’ın sorusuna cevap vermek için hafice boğazını temizledi.

“İyi değilim çünkü seninle konuşamadığımız zamanlar iyi olamıyorum. Ebrar böyle olmayalım. Bana böyle uzak olma.”

Ebrar oturduğu sandalyede duruşunu zorlanarak dikleştirdi.

“Tolga... Bak biz son zamanlarda çok fazla yıprandık.”

Tolga dediğine hak vererek başını salladı.

“Evet, haklısın ama onarmak için de bir şeyler yapmıyoruz. Gel hadi kafeyi kapattıktan sonra bir akşam yemeği yiyelim. Ağzımızın tadını bozacak şeyler konuşmayalım. Yani biz... Yeter ki iyi olalım.”

Karşısında ümitle gözünün içine bakan adamı kırmak istemiyordu. Hala kendi bazı şeylerden emin olamıyordu. Haklıydı. Onarmak için adamakıllı bir şeyler yapmıyorlardı. Denemeye değerdi. Gülümseyip ayağa kalktığında Nehir’e seslendi. Tolga için bu hareket Ebrar’ın kendisine bir adım değil, on adım gelmesiydi.

“Nehir hadi kapatalım kafeyi.”



Gökçe kafeye geldiğinde çoğu esnaf dükkanlarını kapatmaya koyulmuştu. Abisi kapatmamıştı ama ortalıkta görünmüyordu. Kafeye yönelirken aklına gelen şeyleri başından savmaya çalışıyordu. Sahilde olanlar aklına geldikçe hem kendine kızıyor, hem utanıyordu. Erdem’le karşılaşmalarından sadece saniyeler önce onu parmağında oynatmayı planlıyordu ama kurduğu cümleyle her şeyi kendince batırmıştı. Üstüne üstlük kurduğu cümleyi idrak etmesi uzun zaman almıştı.

Resmen ben aşık oldum demişti Erdem’e bakarak. Erdem ise karşılığında gözlerini kısıp ona bir süre bakmış, ardından bir şey demeden çekip gitmişti. ‘Kime?’ diye bile sormamıştı. ‘Bana mı?’ diye bile sormamıştı! Kendi başına kaldığında olduğu yere çöküp kendi kendini yemişti. Kendisini resmen gafil avlanmış hissediyordu. Bundan sonra ona karşı nasıl hareket edeceğini bilemiyordu. Kafeden içeri girdiğinde abisi mutfaktan çıkmış ellerini bir bezle siliyordu.

“Gökçe?”

Dalgın bir şekilde kendini bir sandalyeye attığında Gökmen’e cevap vermedi.

“Gökçe? Abim iyi misin sen?”

Başını sağa sola sallayıp elleriyle yüzünü sıvazlayıp abisine baktı.

“İyiyim sadece- her neyse boş ver abi. Ne zaman çıkıyoruz?”

Gökmen kapıya doğru yaklaşıp “Çıkarız birazdan.” derken esnafa bir göz atmıştı. Gökçe’ye döneceği esnada karşı kafeden Tolga’nın bir eli Ebrar’ın belinde gülerek çıktıklarını görünce dişlerini sıkıp bakışlarını diğer tarafa çevirdi. Sakin olmalıydı. Derin bir nefes alıp verdikten sonra kardeşine döndü.

“Sen nereye kayboldun?”

Gökçe’den tekrar ses gelmediğinde kaşlarını çattı.

“Gökçe?”

“Efendim?”

“Ne oldu?”

“Yok bir şey abi hadi çıkalım.”

“Gökçe kızım sen sabah böyle değildin bir şey olmuş. Süpürgesiz cadı?”

“Abi olmadı!”

Gökçe olduğu yerden kalkıp bir hışımla dışarı çıktı. Gökmen’i orada beklemeyi tercih etti. Karşı kafedekilere kısa bir bakış atıp Erdem’i düşündü. ‘Nerede acaba? Buraya gelmemiş, nereye gitti? Ya da geldi de erkenden mi çıktı?’ Sorular beynini kemirirken ayağıyla yere sertçe vurup ritim tutturmaya başladı. Birkaç dakika sonra abisinin hareketlerini hissedince durdurdu kendini.

Gökmen kafeden çıkıp Gökçe’nin omzuna kolunu attıktan sonra arabayı park ettiği yere doğru kardeşiyle sessizce yürümeye koyuldu. Gökçe’ye bir şey olduğunu anlamıştı. Pek üsteleme durumuna girmedi, çünkü kız kardeşi her an patilerini gösterip o şaheser yakışıklılığına leke indirebilirdi. Buna Gökmen izin veremezdi...



Evine hızlı bir giriş yapan Erdem kapıyı sertçe kapattı.

Ben aşık oldum.

Kendi kendine gülüp başını olumsuz anlamda salladı.

Ben aşık oldum.

Ellerini sertçe saçlarının arasından geçirip duvara bir yumruk attı. İşte bu tam Hulk’luk bir hareket olmuştu. Nehir’in haklı olduğunu kabul ederken aklında çok saçma bir görüntü canlandı. Yeşil tenli, mor pantolonlu bir Erdem. Yüzünü ellerinin arkasına saklayıp daha gülerken bunu durdurabilen o ses olmuştu.

Ben aşık oldum.

Hırsla soluyup başını önüne eğdiğinde beyninde tekrar edip duran cümleye tepkisini dışa vurmayı başarabildi.

“Kime lan kime! Bana mı? Kime?!”

Koltuğa oturup başını ellerinin arasına aldı. Gökçe’nin o an ki donuşu, sonra ona pat diye öyle cümle kurması... Hele gözlerinin içine dikkatle bakarak öyle bir şey demesi onu epey sarsmıştı. Çırpı bacak sonunu getiren kişi olacaktı bu gidişle. Kafayı yemek üzereydi. Soğuk bir suyun kendine iyi geleceğini düşünerek banyoya yöneldi.

Duşa kabinde suyun altında yere çöktüğünde gözyaşları yavaş yavaş süzülmeye başlamıştı yanaklarından. Önce kim olduğunu bilmediği annesi aklına geldi. Acaba babasına aşık olmuş muydu? Sonra çok sevmiş miydi? Babasıyla nasıl vakit geçirmişlerdi annesi ona hamileyken? Bir kadın gerçekten sevip aşık olabilir miydi? Kendisi neden en çok sevilecek kişi tarafından sevilmemişti?

Peki Gökçe... Gerçekten aşık mıydı? Kime aşıktı? Kendisine? Başkasına? Başka birinin olma ihtimaliyle yumruğunu mermere sertçe indirdi. Elinden gelen sesi umursamadı. Aynı eliyle az önce duvara yumruk atmıştı. Eline kısa bir bakış attığında kızarmaya başladığını hatta hafiften şiştiğini gördüğünde bir küfür savurup olduğu yerden kalktı. Suyu kapatıp duşa kabinden çıktı. Beline bir havlu sarıp odasına yöneldiğinde duvara astığı yazıyla göz göze geldi.

“Bu dünyadan sağ çıkamayacaksınız, en azından mutlu ayrılın.”
UMUT GÜNER

Mutlu olabilir miydi? Gözünü kapayıp bir an duraksadığında Gökçe karşısında belirdi. Bakışı, duruşu, o cümle... Elinin ağrısıyla kendine gelip odasına girdi. Çekmeceden krem ve sargı bezi çıkarttıktan sonra yatağın ucuna oturup kendi öfkesini sarmaya çalıştı. İnsan ani patlamalarında kendisi bile o an umurunda olmuyor, kendi kendisini yaralayabiliyordu. Sonucu o an zerre umursamıyordu. Sinir insanın bütün bedenini ele geçiren bir duyguydu ve insanın kendine eziyet etmesine neden olan iğrenç bir şeydi.

Sardığı eline bir bakış atıp dolabına yöneldi ve rahat kıyafetler seçip üzerini giydi. Yatağa kendini bıraktığında gözlerini tavana dikti. Geçmişinden bugüne o kadar çok şey yaşamıştı ki, bu aralar geçmişe fazla dönüyordu. Önceden geçmişi hatırlamak bile istemezken, şimdi geçmişi sorgulatacak şeylerle karşı karşıya kalıyordu. Bunu daha fazla kendisine yapmamayı aklının bir ucuna yazdı. Sonuçta geçmiş geçmişti. Olanlar değiştirilemezdi, kurallar böyleydi. Değiştirilme şansı olsa kelebek etkisiyle birden fazla her şey etkilenirdi. Sadece kendisi değil her şey değişirdi. Mesela şu an ki olduğu konumda olmazdı. Farklı yerlerde farklı bir şeyler yapıyor olabilirdi. Belki annesi yanında olurdu. Belki ailesini bilirdi. Ama onların getireceği zararı bilemezdi. Daha fazla üzülebilirdi belki.

En önemlisi... Belki bu kadar sağlam bir karakteri olamazdı. İnsanların hayatta yaşadığı çoğu şey onlara bir şeyler katıp sağlam bir insan ve güçlü bir karakter oluşturmasına yardımcı olurdu. Peki her şey sil baştan olsaydı yine aynısı olur muydu? Çok küçük bir ihtimaldi. İnsanoğlu için çiğ süt emmiş diye boşa dememiş eskiler. Her şey farklı olurdu. Çok farklı... Peki o farklılıkta Gökçe yine karşısına çıkar mıydı? Al işte konu yine Gökçe denilen çırpı bacağa gelmişti işte.

“Ah be Gökçe ne yapmaya çalışıyorsun?”

Gözlerini kapayıp sağ tarafına döndüğünde o cümle yine beyninin duvarlarına çarptı.

“Ben aşık oldum.”



Gökçe’yi eve bırakan Gökmen yarın Göker ile ikisini kafeye beklediğini belirtip kendi evine doğru arabasını sürmeye başladı. Annesini görmeden direk arabayı çalıştırmıştı. Gökçe de zaten üstelememiş sessizce eve doğru yönelmişti. Tek başına kaldığında Ebrar ile Tolga’nın o halleri gözünün önünden gitmiyor, direksiyonu daha fazla sıkmasına sebep oluyordu. Kısa bir zamanda evine geldiğinde ani bir frenle arabayı durdurup sertçe direksiyona vurup bağırdı.

“Seni sevmemem lazım Ebrar!”

Durup ilk defa kabullendiği bir şeyin dudaklarının arasından çıkışına şaşırdı. Kendi kendine alay edercesine gülüp arabadan indi ve direk eve girdi.

“Ama seviyorum!”

Boş evde yankılanan sesi kulaklarında yankılandığında geri dönüp evden çıktı ve kendini sokaklara attı.



Ebrar, Tolga’nın dediği gibi bir akşam geçirmiş mutlu bir şekilde evine dönmüştü. Kapıda Tolga ile vedalaşmadan önce kısa hoş bir muhabbet bile dönmüştü. Tolga ağzı kulaklarında evine dönerken Ebrar arkasından gülerek bakıyordu. Apartmana girip evine geçtikten sonra kendini olduğu gibi yatağa bıraktı. Onarabildiklerinde tamamen duygularından emin olacaktı Tolga’ya karşı. Böylelikle ciddi bir karar alacaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞİMDİ KÖŞEYE SIKIŞTIN...(24)

Gökmen o gün şirkete gittiğinde kendini istemsizce kasılmış bir halde bulmuştu.  Şirkete adım attığı andan itibaren herkes duruşunu değiştir...