“İyi akşamlar kolay gelsin.”
“Sağ olun size de iyi
akşamlar.”
Çıkan son müşteriyle beraber
Nehir kapıda asılı duran ‘açık’ yazısının arka tarafında yazan ‘kapalı’
yazısını çevirdi. Sandalyeleri tersine çevirip masaları toplamaya başladı
ardından. Eş zamanlı olarak Ebrar kasada sayım yapmaya başlamıştı. Erdem
kıyafetlerini giymiş şekilde mutfaktan çıktığında Nehir’in işi çabucak bitsin
diye ona yardım etmeye koyuldu. Sessiz geçen rutin işlerin sonunda Ebrar,
zoraki bir gülümsemeyle diğer ikisine döndü.
“Bugün de bitti.”
Erdem başını sallayıp
onaylarken karşı tarafa doğru baktı.
“Yoruldum!” diyerek isyan
eden Nehir gözlerini ovuşturup bir yandan boynunu esnetiyordu. Erdem ona
yandan bir bakış attığında pozisyonunu düzeltip yalancı bir kahkaha attı.
“Hahaha! Şaka yaptım canım,
ne yorulması? Turp gibiyim, turp!”
Ortama fırtına öncesi
sessizlik hakim oldu. 23. Saniyenin sonunda ilk fire veren Ebrar’dı. Onun
peşinden Nehir’in kahkahaları yükselince Erdem de yüzündeki gülümsemeyi
saklamayı bırakmıştı. Kızlar sakinleşince ciddiyetine geri dönüp içtenlikle
konuştu.
“Benden çekinme fıstık,
görmezden geliyorum ama kendimi canavar gibi hissetmeme neden oluyorsun.”
Nehir ağzının kenarıyla
“Öylesin zaten.” diyerek mırın kırın ettiğinde Erdem dehşetle Ebrar’a döndü.
“Cidden canavar mıyım?!”
“Ah belki biraz Hulk gibi
görünebilirsin gözünde.”
Bir an durup kafasında bir
şeyler tarttıktan sonra Nehir’e döndü.
“İnsanım ve insanlıktan çıkacak
her hangi bir sorunum yok. Büyü artık.”
Nehir kıpkırmızı olmuş
yanaklarıyla başını yavaşça salladıktan sonra çantasını sandalyenin arkasından
alıp çıkışa yöneldi.
“O zaman yarın sabah
görüşürüz.”
“Görüşürüz tatlım.”
“Görüşürüz fıstık.”
Erdem bir süre arkasından
baktıktan sonra çattığı kaşlarıyla Ebrar’a döndü.
“Cidden beni Hulk’a
benzettiğine inanmakta zorlanıyorum. Bu kız çizgi film zamanını geçti
sanıyordum!”
Genç kadın çantasını eline
alıp Erdem’in koluna girerken diğer yandan söylediklerine gülüyordu.
“Hakkını yeme, bazen bankadan
sırf senin için gelen kadın müşterilerle karşılaştığında bakışların ve
hareketlerinle adeta Hulk’tan farksızsın! Ah ama tek detay o büyüyor, büyüyor
ve büyüyordu! Sen olduğun gibisin! Davranış yönünde ise susma hakkımı
kullanıyorum.”
Sinirleri bozulan Erdem,
kepenkleri kapatırken hırçınlaşan hareketleriyle yapılan benzetmenin hakkını
verdiğinden habersiz söyleniyordu.
“O kadınlar tam bir erkek
delisi!”
Ebrar elini alnına vurup
sızlandı.
“Ah! Cidden Hulksun!”
“Tamam bu Hulk mevzusu burada
kapanıyor ve başka kimse bilmiyor tamam mı?”
Ebrar, Erdem’in arkasından
onlara doğru yaklaşan Güzin Hanımın muzip gülümsemesini gördüğünde gözlerini
kaçırdı. Erdem’in kendisinden pek haz ettiği söylenemezdi.
“Hulk mu? En sevdiğim! Onunla ne derdin var Erdem Bey?”
Erdem çenesini sıkıp Güzin
Hanıma omzunun üzerinden bir bakış attı ve önüne döndü.
“Ne derdim olacak? Bir daha ki sefere başkalarının konuşmasına kulak misafiri olurken dikkatli olun lütfen. Neyse ben gidiyorum, yarın görüşürüz Ebrar Hanım.”
İki kadın arkasından
bakakalmıştı. Sonunda Güzin Hanım çatık kaşlarıyla Ebrar’a döndüğünde genç
kadın az önceki konu açılmasın diye telaşla konuşup hızlı adımlarla arabasına
doğru ilerledi.
“Ben de gideyim Tolga’yı yine
unuttum. Yarın görüşürüz Güzin ablacığım.”
Ucuz yırttığı için derin bir nefes
aldı ve telefonunu çantasından çıkartıp Tolga’yı aradı.
“Bebeğim.”
“Merhaba, işim bitti eve
geçiyorum. Ne yapıyorsun?”
“Boş bir şekilde oturuyorum.”
“Anladım yorucu geçen bir gün
oldu galiba.”
Arabanın kapılarını açıp
içine otururken nişanlısını dinlemeye devam ediyordu.
“Kredi faiz mevzuları
bilirsin.”
Tolga muzip bir ton
eklediğinde gülümsemeden edemedi.
“Bilmez miyim?”
“Senin günün nasıldı peki?”
“Aynı değişen bir şey yok.”
Telefonu arabaya bağlayıp
sesini hopörlere verdiğinde arabayı çalıştırmaya koyuldu. Sokaktan çıkıp ana
yola döndüğünde bir sessizlik çökmüştü ikilinin arasına. Ebrar, bazı
konuşmalarını bir sonraki piyeste sadece konuları değişen, oynanması gereken
zorunlu bir senaryo gibi hissediyordu ve böyle sessizlikler oyunun sonunu işaret ediyordu sanki ona. Ancak selam vermek gelmiyordu içinden.
“Ebrar.”
“Efendim.”
“Ailenle hiç konuştun mu?”
“Neyi?”
“İşte düğün mevzularını, ne
düşünüyorlar?”
Annesiyle en son yaptığı
telefon konuşması aklına gelince kırgın bir tebessüm belirdi dudaklarında. Yurt
dışında bir hayat sürüyorlar ve gayet mutlulardı. Karı koca emekli olduktan
sonra kafa dinlemek için yurt dışında kalmayı seçmişlerdi, Ebrar’a da saygı
duymak kalmıştı. Evlilik konusunu annesine en son açtığında “Hala evlenmedin
mi?” gibi bir cevap almıştı. Tek çocuklarıyla ilgilenen anne ve babaya
sahip değildi ve bu yüreğinde taşıdığı, asla kapanmayan en büyük yaraydı.
“Ebrar, sevgilim orada
mısın?”
“Buradayım. Gayet ılımlı
bakıyorlar duruma. Uzatmanın pek anlamı yok zaten.”
“Ebrar.”
“Efendim.”
“Ben bu evde artık senin
sesinle uyanmak istiyorum.”
Gülüp telefonun ekranına
baktığında Tolga’nın da güldüğünü hissediyordu.
“Seni seviyorum ve şu an
araba kullandığını biliyorum. Bana sağlam lazımsın. O yüzden kapatıyorum. Yarın
görüşürüz.”
Telefon cevap beklemeden
kapandığında dikkatini yola verdi. Sevgilisinin anlayışlı yanına hayrandı Ebrar.
Yüzünden silmediği yorgun tebessümle evine geldi. Kendini uykunun kollarına
bırakırken aklında tek düşünce vardı. Yarın çok güzel bir gün olacaktı.
***
Gökmen ikizleri eve bırakmak
için kapının önüne arabayı park ederken, Göker beni evine at dercesine yavru
köpek bakışları atsa da başını olumsuz anlamda salladı. Gökçe “Anne!” diyerek
huysuzlandığında Neşe Hanım evin kapısını açıp çocuklarına doğru gelmeye
başlamıştı.
“Bağırma deli kız! Baban
uyuyor!” diyerek ilk azarı vermişti. Gökçe ahlana vahlana annesinin koluna
girdiğinde ağlak yüz ifadesine büründü. Kız kardeşine umursamaz bir bakış atıp
kendisine dönen annesine güzel bir gülümseme sundu Gökmen. Annesine aşırı
düşkündü. 'Hayatımın neşesi' derdi hep ona.
“Oğlum sen de gelsene eve.
Yorulmuşsunuz hep.”
“Ben halimden gayet memnunum
sultanım. Eve geçeyim en iyisi, yarın bu iki deliyi hazır et bana yeter.”
“Olmaz! Benim yarın ki
derslerim önemli.” diye itiraz etti Gökçe.
“Çok zeki olduğundan alttan
üç dersin var dimi Gökçe, iyi neyse yarın izinlisin. Göker bendesin koç.”
“Abi valla kızları çok ihmal
ettim. Bugün mesaj bile atmadım. Hangisinin gönlünü alacağım bilmiyorum.
Ocağımı söndürüyorsun be!”
Neşe Hanım başını yana doğru
eğip “Dönem sonu göreceğim sizi. Geçin içeri. Oğlum sen de kendine dikkat et.
Bunların eti senin kemiği de senin olsun. Acıma bunlara.” dedi ve eve doğru
döndü. Göker “Hain abi!” diyerek isyanını dile getirse de abisi elini sallayıp
arabayı çalıştırdı ve evine doğru yola koyuldu. Günü değerlendirmeye başladı.
Gökçe’nin ikisine dokundurtmadığı bölüm dediği gibi şaheser gibi olmuştu. Araya
attığı fırça darbeleri ve renk cümbüşü hareketliydi.
Göker’in zevkle yaptığı boya
ise onu yormamış sadece kızlardan alıkoyan bir meziyet olmuştu.
Kimin kardeşi be. Diye
geçirdi içinden gülerek. Aslında Göker abisine göre daha çapkındı ama diyecek
söz yoktu. Gençti, kanı deli akıyordu.
Boya işi tamamdı, yarın
sipariş ettiği sandalye ve masalar gelecekti. Ek olarak bütün ürünler gelecek
ve dükkana tam anlamıyla yerleşeceklerdi. Ertesi gün de hiç beklemeden açılışı
yapmayı planlıyordu. Küçüklüğünden beri hayal ettiği dükkan için yıllarca
okuyup emek sarf etmiş ve sonunda başarmıştı. Karşı dükkanın sahibi de bu
emeklerin meyvelerinden sadece birisiydi. Hayatın karşınıza nerede ne zaman ne
şekilde birilerini katacağı belli olmuyordu. Gökmen için sıradaki talihli ise
Ebrar’dı.
***
Hayat olduğu gibi devam
ederken ertesi sabah aynı saatlerde uyanan Gökmen ve Ebrar’ın amaçları tekti. Bir
an önce dükkanlarına gitmek. Hızlı bir şekilde hazırlanan ikili aynı anlarda evlerinden
çıkmışlardı.
Nehir ise çoktan kafeyi açmış
genel temizliği yapmaya koyulmuştu. Erdem hızla kafeye giriş yaptığında Nehir
bu ani hareket sonucunda bir an korkmuş küçük bir çığlık atıp ardından eliyle
ağzını kapamıştı. Erdem “Sabah sabah ya sabır!” diyerek üzerindeki ceketi
asarken Nehir arkasını dönüp işine devam etti.
“Ben mutfağa geçiyorum. Dün
mayaladığım pasta hamuru kıvama gelmiştir. Ebrar geldiğinde kahvaltımı
yaptığımı söyle. Bana seslenmesin.”
“Tamam söylerim.”
Mutfağa doğru giderken tişörtünü
düzelten Erdem biraz ortamın gerginliğini dağıtmak için aniden
“Nehir!” diyerek
bağırdı.
“Ay ne var Erdem Abi!”
diyerek Erdem’in ani bağırmasıyla dengesini kaybeden Nehir masanın kenarına
tutunup ona baktı.
“Yok bir şey.” diyerek
sırıttı.
Nehir gözlerini kısıp ona
meydan okurcasına baktığında Erdem keyiflenmişti.
“Bak bak hareketlere bak, kız
yerden bitme.”
“Ya of!”
“Abiye oflanmaz.”
“Oflanır.”
“Nehir...”
“Sustum tamam.”
Mutfağına gülerek giren Erdem
dün akşam yarım bıraktığı işinin başına geçerek hazırlandı ve büyük bir
titizlikle pastasını yapmaya başladı.
Nehir masaların tozunu da
hallettikten sonra, son iş olan yerleri silme aşamasına geçiş yaptı.
“Günaydın!”
Bütün pozitif enerjisiyle
içeri giren Ebrar’ın sesiyle gülümseyerek ona döndü.
“Günaydın!”
“Erdem abi geldi mi?”
“Geldi kahvaltısını yapmış
seslenmeyecekmişsin ona. Ha bir de şey kendisinden hala korkup korkmadığımı
test ediyor galiba.”
“Sonuç.”
“Kısmen tırsıyorum!”
İkisi de kahkaha ile gülmeye
başladıklarında Erdem mutfaktan onlara bağırdı.
“Dedikodumu yapmayın!”
Daha fazla gülen ikili ile kafe
yine enerji doluydu. Bu harika geçecek bir gün demekti onların dilinde.
Aynı saatlerde karşı
dükkandaki hareketlilik diğer esnafın dikkatinden kaçmamıştı. Restoran
sahibi Süleyman Bey’den sokağın sonundaki kebapçı Hüseyin Efendiye kadar hepsi
dükkanlarından çıkmış sokağa giren kamyonetleri çözmeye çalışıyorlardı. Gökmen
kendinden emin bir şekilde gelenlere direktifler verirken Göker dükkanın
girişinde ciddiyetle abisini izliyordu. Arada karşı dükkana bakıyor içeride
gülüşen kızları izliyordu. Sokaktaki çoğu esnaf onları izlerken karşı dükkan
onları umursamıyordu bile. Bunlarla rakip olacaklarını içten içe hissetti.
Abisi bunun bilincinde miydi bilmiyordu fakat kendisi bunun böyle olacağını
biliyordu.
Abisinin yanına doğru gidip
bir elini onun omzuna koydu. Gökmen omzunun üzerinden bir bakış atıp tamamen
ona döndü. O esnada yanlarına yaklaşan kuaför Berrak hanım samimiyetle
gülümsedi.
“Sanırım yeni dükkan
açılıyor.”
Gökmen kısaca kadını
süzdükten sonra samimiyetle karşılık verdi.
“Evet. Kahve içmek isterseniz
her zaman beklerim.”
Berrak hanım karşı kafeye
kısa bir bakış atıp Gökmen’e döndü.
“Bir tarafta çikolata konsepti,
diğer tarafta kahve.”
Gökmen tek kaşını kaldırıp
karşı dükkana doğru baktı. Ve hiç fark etmediği dükkanın ismine göz
gezdirdi. Çikolata Rüyası. Tam o
turuncu afetten beklenilecek bir isimdi. Berrak hanım elini Gökmen’e doğru
uzatıp ismini söyleyip kendini tanıtana kadar dükkandan gözlerini ayırmadı
Gökmen.
“Ben Berrak. Gratis’in
yanındaki kuaförün sahibiyim.”
“Ben de Gökmen. Tanıştığıma
memnun oldum, Berrak Hanım.”
Berrak hanımın elini tutup
tokalaşırken Gratis’in işletmecisi olan Suna Hanım’da yanlarına gelmişti.
“Ben de Suna. Gratis’in
işletmecisiyim. Açılış ne zaman.”
Gökmen onunla da tokalaştıktan
sonra zevkle gülümseyip “Yarın.” dedi. “Açılışa beklerim.”
“Ah tabi ki geliriz. Biz
sokakça bütün esnaf birbirimize bağlıyızdır. Sen de aramıza hoş geldin.”
Gökmen esnafın samimiyetiyle
bu mekanı aldığına bir kez daha sevindi.
“Bayanlar bir müsaade edin.
Genç delikanlıyla biz de tanışalım.”
Süleyman Bey’in tok sesiyle
Berrak Hanım ve Suna Hanım gülümseyip geri çekildiler. Süleyman Bey gözleriyle
Gökmen’i süzüp kaşlarını çattı.
“Demek yeni arkadaşımız
sensin.”
Gökmen karşısında babası
yaşında olan adama gülümseyip başını salladı.
“Hoş geldin evlat. Ben
sokağın başındaki restoranın sahibiyim. Canın bir şey çekerse çekinme gel
söyle.”
“Teşekkür ederim.”
Nefes nefese aralarına giren
Butik sahibi Güzin Hanım eliyle selam verdi. Nefesi düzene girdikten sonra
elini Gökmen’e doğru uzattı. “Sokağa hoş geldin kusura bakma müşteri sorun
çıkarttı erken gelemedim. Butiğin sahibiyim.” diyerek arka tarafında kalan
butiği gösterdi. Gökmen dün turuncu afete yardımcı olan kadının alçakgönüllü
oluşunu sevmişti. Gülümseyerek elini tuttu ve kendini tanıttı.
Elindeki iki bıçağı birbirine
sürtüp bileyleyen Mahmut Efendi de beyazlar içinde, üzerinde biraz kan
lekeleriyle kalabalığa geldiğinde gür sesiyle konuştu.
“Ben de Mahmut. Hoş geldin
koçum.”
Gökmen yavaşça arkasına doğru
dönüp adama bir an karşısında deli varmış gibi baksa da yüz ifadesini sabit
tutmaya çalışıp gülümsedi. Göker’in adama bakıp bir küfür mırıldandığını
duyduğunda ona içinden hak verdi. Adam beyaz önlük beyaz iş kıyafetleriyle ve
kan lekeleriyle pek cana yakın durmuyordu.
“Mahmut bu ne hal abi. Çocuğu korkutacaksın. Hoş geldin oğlum aramıza, bende Hüseyin. Mahmut’un
karşısındaki kebapçı dükkanının sahibiyim.”
“Hoş buldum abi.”
Tanışma faslının ardından
herkes teker teker hayırlı olsun dedikten sonra dükkanlarına çekilmişlerdi.
Çikolata Rüyası’ndaki tayfa
ise kahvaltılarını yapıyor karşı taraftaki kalabalığı sessizce izliyorlardı.
“Acaba bizde mi gitsek?”
diyerek ortaya fikir atan Nehir Ebrar’a baktı. Ebrar omzunu silkip başını
salladı.
“Erdem abi tanıştı zaten
gerek yok bence.”
“Siz de tanışmadınız mı?
Erdem abi çıkana kadar hani konuşuyordunuz ya.”
“Bizim ki pek tanışma değil
tartışma gibi bir şeydi.”
Nehir kaşlarını merakla
kaldırıp sorulara başlayacakken Ebrar tek elini kaldırıp susmasını işaret etti.
“Açılış yaparken bir uğrarız
ama, o kadar da soğuk davranmayız.” diyerek konuyu kapadı.
Müşteriler gelmeye
başladığında Ebrar kalkıp tabakları arka tarafa götürdü. Nehir ise müşterilerin
yanına doğru ilerledi.
İki ayrı dükkanda biri
müşteri telaşındayken bir diğeri açılış telaşı içerisinde koşturuyordu. Biri
müşterilerle eğlenip ortama sıcak aile havası katarken diğeri Göker ile yarının
planlamasını yapıyordu. Gün sonunda yarın yapılacak açılış davetiyelerini sokağa
dağıtan Göker Çikolata Rüyasına geldiğinde bir an duraksadı. Abisi herkese ver
demişti buraya vermek de şarttı. Ebrar çöpü atmak için dışarı çıktığında
kararsız bir şekilde dükkana bakan genç adama bakıp güldü.
“Daha kapamış sayılmayız.
İstersen içeri gel.”
Göker samimi davranış
karşısında bir an bocalasa da kendini toparladı ve saçını düzeltip boğazını
temizledi.
“Ben aslında şey...“
Elindeki daveti Ebrar’a
uzatıp eliyle karşı dükkanı işaret etti.
“Yarın açılış var da onun
için davetiye getirmiştim.”
Ebrar davetiyeyi alıp çocuğun
işaret ettiği yere baktı ve başını olumlu anlamda salladı.
“Geleceğiz.” dedi
gülümseyerek.
Göker “Tamam.” diyerek olduğu
yerde bekledi. Ebrar “Tamam.” diyerek ona baktı. Bir süre sonra dayanamayıp
“Başka bir şey daha mı var?” diye sordu.
“Ben sadece... Bugün bizimle tanışan
esnaf arasında sizi görmedim de neden gelmediniz diye merak ettim.”
Ebrar etrafa kısaca bakış
atıp karşısındaki genç adama baktı. Kendisinden küçük olduğu belliydi. Orada
çalışacak bir eleman olabilirdi. Yanlış bir şey söylemekten kaçındı.
“Yoğunluk ve sabah
koşturmacası diyelim. Diğerleri gibi pek dükkandan çıkamıyorum.”
Göker başını sallayıp geriye
doğru yürümeye başladı.
“O zaman yarın görüşürüz.”
Ebrar gülerek elindeki
davetiyeyi ona doğru salladı.
“Görüşürüz.”
Göker kendi kafelerine girip
aceleyle abisine seslendi.
“Sen dün kim için dışarı
çıktın. Karşıdaki turuncu saçlı kadın için mi?”
Gökmen ışık hızıyla ortaya
çıktığında kardeşinin arkasında kalan kafeye doğru baktı. Turuncu afet çöp
kutusuna elindeki çöpleri atmış ve diğer elinde davetiyeyle kafesine girmişti.
“Nereden anladın?”
“Kadının hareketlerinden. Çok
belli ediyor. Neden gelmediğini sorduğumda bir an tedirgin oldu ve yoğunluğu
bahane etti. O esnada kafesinde yoğunluk yoktu.”
Gökmen kahkaha atıp elini
saçlarının arasından geçirdi.
“Yarın geliyor mu peki?”
“Geliyor.”
Ebrar elindeki davetiyeyi sallayarak içeri girdiğinde Erdem ceketini giyiyordu. Ebrar’ın elindeki kağıda bakıp göz kırptı.
“O ne?”
“Yarın için, karşı dükkanın açılış davetiyesi.”
Nehir koşarak davetiyeyi
Ebrar’ın elinden aldı.
“Gidecek miyiz?” diye sordu.
“Gideceğiz.”
Dükkanı kapayıp karşıdaki
dükkana bir bakış atan üçlü evlerine gitmek üzere dağıldılar. Yarın hepsi için
heyecanlı bir gün olacaktı. Ebrar arabasına doğru giderken kendi dükkanının
açılışını hatırladı. Süleyman Amca’dan tut Berrak Hanım’dan bütün esnaf
gelmişti. Hepsinin samimiyeti ve sıcakkanlılığı hep aynıydı. Başı derde girse
hep yanı başındaydı bütün esnaf. Açılış günü Hüseyin Abi’nin bir an kan şekeri
düşecek gibi olsa da esnafın onu sallamamasıyla şaka yaptığını itiraf etmişti.
Komik anlar da yaşanmıştı. Ebrar onların bu samimiyetinden utanarak bir an
kıpkırmızı kesilse de onun unutamayacağı bir gündü.
Kafesinin girişinde o günden
çekilmiş toplu bir esnaf fotoğrafı vardı. Hepsinde enerjik ve neşe dolu bir yüz
ifadesi ile mükemmel bir görüntü oluşmuştu. Arabasına binip eve doğru sürmeye
başladığında radyoyu açıp slow müzikleri dinlemeye başladı. Kendi kendine
hatırladığı anılar gülümsemesine sebep olmuştu Ebrar’ın. Sonra Tolga geldi
aklına. Eve girince onu arayacaktı.
Sokağına girdiğinde evin
önünde onu çiçek buketiyle bekleyen bir adet Tolga’yı görünce arabayı hızla
park edip indi. Koşar adım Tolga’ya giderken Tolga kollarını iki yana açıp onu
bekledi. Ebrar boynuna atlayıp sımsıkı sarıldığında kokusunu içine çekti Tolga.
Bu kız onu kendine getiriyordu. Ebrar geri çekilip gülen gözleriyle ona
bakarken elindeki buketi uzattı. Ebrar buketi alıp sevdiği papatyaların
kokusunu içine çekerken gözlerini kapayıp anın güzelliğini durdurmak istedi bir
an. Tolga’nın elini saçında hissettiğinde kırpıştırarak gözlerini açtı ve ona
baktı.
“Seni seviyorum.”
Tolga’nın aniden kurduğu
cümle ile başını yana eğip bir an duraksadı. Bir şey mi oldu? diye düşünmeden edemedi.
“Seni tahmin edebileceğinden
fazla seviyorum.”
Ebrar’ın kalbi bir an kasılsa
da bir şey diyemedi. Evet, Tolga ona her zaman sevdiğini belli eder aşkını
göstermek için her şeyi yapardı. Ama sanki bu akşam başka bir şey vardı. Uzanıp
Tolga’nın elini tuttu.
“Bunu biliyorum.”
Tolga gözlerinin içine
bakarak konuştu. “Bazen elimden kayıp gidecekmişsin gibi hissediyorum.”
“Hayır gitmeyeceğim. Durup
dururken neden böyle şeyler diyorsun. Korkmalı mıyım?”
“Ebrar-“
“Haydi gel yukarı çıkıp bir
sıcak çikolata içelim. Manzaraya karşı.”
Tolga ona hayran bir şekilde
bakarken gülümsedi ve elini bırakmadan apartmana doğru yürüdüler.
Gökmen, Göker ile geç saatlere kadar kafenin içinde ayarlamalar yapmış yarın için sorunsuz
her şeyi ayarlamışlardı. Kafeyi kapatıp dışarıdan son kez bir bakış atıp arabaya binmişlerdi.
Caffetteria pacifica*...
Artık onun bir huzur kafesi vardı.
Sessiz geçen bir abi kardeş yolculuğunun sonunda Göker’i eve bırakırken camdan onları
seyreden Gökçe’ye elini salladı. Yarın sabah bu cadı bütün esnafı görecekti ve yüksek ihtimal
kimisine kendini sevdirecekti. Şeytan tüyü vardı bazı insanlara karşı Gökçe’nin ve baya
etkili oluyordu. Kendi evine gidip evinden içeri girdiğinde evdeki sessizlik onu rahatsız etti.
Evet, ailesinden ayrı yaşamayı tercih etmişti ve evet kendi ayakları üzerinde durmak hoşuna
gidiyordu. Ama içten içe günü birlik kızlardan bıkmıştı. Bu evde bir ailesi olsun istiyordu.
Mesela kapıdan girdiğinde ona “Hoş geldin hayatım.” diyebilecek birini. Yemek kokusunu,
sonraki yıllarda olacak çocuk seslerini...
Yüzünü buruşturarak odasına doğru gitti. Aşık olmamıştı, o sadece sevgi yanılması yaşamıştı.
Kadınlarla eğlenceli vakitleri de fazla olmazdı. Çapkınlığı ve egosunu zirve de yaşasa da
içinde fırtına öncesi sessizlikte olan Gökmen hala bekliyordu. Aşık olacağı kadını...
***
Sabah erken saatlerde
ailesinin evine geldiğinde kornaya aralıksız basmaya başladı.
“Göker, Gökçe!”
Evin kapısı açılıp ikiz
kardeşleri evden çıkarken Gökçe yine formundaydı.
“Geldik, geldik dur! Ay
elbisem zarar görecek of ama ya! Göker! İttirmesene geri zekalı!”
“Sabah sabah bir sus be kızım
yürü haydi.”
Anneleri arkalarından
Gökmen’e doğru seslendi.
“Babanla birazdan çıkacağız
biz de.”
Gökmen başını sallayıp ikiz
kardeşlerine döndü. Göker yandaki yerini almış Gökçe dikkatle arka tarafa
oturmuştu. Stiletto ayakkabılarının ince topukları bugün ona pek yardımcı olmayacaktı.
Arnavut kaldırımları arasında düşme tehlikesi yaşayacaktı kafeye girene kadar.
İnce çiçek askılı elbisesi dizine kadar geliyor, yaptığı makyajı ise onu biraz
daha olgun gösteriyordu. Göker giydiği pantolon ve gömlek ile her zaman ki gibi
cool bir görüntü oluşturmuştu. Aynadan saçlarına bir kez daha baktıktan sonra
abisine döndü.
“Heyecan var mı?”
“Biraz var, yok diyemem.
Unutulmayacak bir gün olacak.”
Gökçe ona doğru eğilip
yanağından öptükten sonra geri çekildi.
“Sakinleş yakışıklı. Bugün
çok hanım hanımcık olacağım sırf senin için, gözlerin yaşaracak.”
Arabayı çalıştırıp dikiz
aynasından kız kardeşine göz kırptı.
“Yine çirkinliğinden ödün
vermemişsin bakıyorum.”
“Bırak abi bırak makyajla
bile bir halta benzemedi.”
Gökçe Göker’in omzuna bir
yumruk atıp kaşlarını çattı.
“Ah elim acıdı hayvan!”
“Sana bana vur diyen mi oldu
kızım.”
“Sen çok yakışıklısın sanki.”
“Bir ben olamaz o Gökçeciğim.”
Gülüşmeler başladığında
enerjik bir sabaha başlamışlardı. Kafeye geldiklerinde ise mahalle sessizdi.
Bütün dükkanların kepenkleri kapalıydı. Aslında açık olmaları lazımdı. Gökçe
Göker’in koluna girmiş arabadan inip etrafa baktı.
“Herkes nerede?”
Gökmen etrafı inceleyip kız
kardeşine döndü.
“Bilmiyorum.”
Göker “Abi kafe-“ dediğinde
kafeye döndü.
Kepenkler açıktı ama dün
kepenki kapattığına emindi. Hızlı adımlarla kafesine doğru giderken bir an
korktu. Hırsız mı girmişti. Bugün açılış olacaktı. Bir aksilik olmaması için dualar ederek hızla kafeye girdiğinde kardeşleri arkasından yetişmeye çalışıyordu. İçerinin
karanlığını aydınlatıp daha iyi etrafa bakmak için ışığın olduğu tarafa
yönlendiğinde biri ondan önce davranıp ışıkları yaktı ve konfetiler patladı.
“HOŞGELDİİİN!”
Bütün esnaf en köşede
dizilmiş aynı anda bağırırken ışığı açan Ebrar’la göz göze gelen Gökmen’in
kalbi tekledi. Turuncu afet bir tanrıça gibi olmuştu. Karpuz kol beyaz
elbisesiyle ensesinde yaptığı dağınık topuz, önüne düşen bir bukle saç ve
makyajı onu mest etmişti. Arkasından kafeye giren kardeşleri ise şaşkınca
esnafa bakıyorlardı. Göker “Yok artık!” dediğinde Gökçe onların kim olduğunu
bilmediğinden olaya Fransız kalmış şekilde ikizine döndü.
“Onlar kim?”
“Mahallenin esnafları.”
Gökçe bir an durup olayı
kavradıktan sonra otuz iki diş sırıtarak karşısındaki esnafa döndü. Esnaf
gülerek Gökmen’e ve onlara bakıyordu.
“Kepenkin kilidini sabah
sabah açmak biraz uğraştırsa da böyle bir sürpriz yapalım dedik Gökmen oğlum.
Kızmadın inşallah.”
Süleyman amcanın babacan
tavrıyla Gökmen Ebrar’dan gözlerini ayırıp kalabalığa döndü.
“Ben şaşırdım. Kızmadım
aksine mutlu oldum. Kurdeleyi kesme mevzusu yaşamadığım için mutluyum. Çok
kasacaktım kendimi.” dediğinde kahkahalar havaya karışmıştı. Ebrar, Gökmen’in
şaşkın bakışlarıyla karşılaşıp nasıl hareket edeceğini şaşırsa da toparlanıp
Erdem’in ve Nehir’in yanına geçti. Nehir heyecanla Ebrar’ın koluna girip
kapıdaki çocuğu ve kızı gösterdi.
“Onlar kim acaba? Kız
sevgilisi mi?”
Ebrar Nehir’in gösterdiği
ikiliye kısa bir bakış atıp omuz silkti.
“Bilmem, bizi ilgilendirir
mi?”
“Hayır, ama merak ettim! Çok
güzel değil mi? Öyle değil mi Erdem abi?”
“Çırpı bacak bir şey işte,
bana ne.”
Nehir yüzünü buruşturup önüne
döndü. Gökmen ve o ikili Süleyman Amca ile beraber yanlarına doğru
geliyorlardı.
“Hii buraya geliyorlar!”
“Gel, Gökmen evladım dün
hepimizi tanıdın ama mahallemizin meleğini tanımadın. Güzel kalpli kızım Ebrar.
Yanındaki cengaver olan Erdem ve şirin kızımızın adı da Nehir. Senin karşı
komşuların.”
Gökmen elini Ebrar’a uzatıp
sırıttı. Ebrar kendisine uzatılan ele bakıp Süleyman amcaya döndü ve gülümsedi.
Gökmen’in elini tuttu. Gökmen avucunda hissettiği minik eli dudaklarına götürüp
nazikçe öptü. Ebrar gözlerini kısarak onu incelerken “Tanıştığıma çok memnun
oldum karşı komşum.” cümlesi ile tüyleri diken diken olmuştu.
Caffetteria pacifica*
italyanca’da huzur kafe anlamına gelir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder