7 Aralık 2017 Perşembe

ÇATIŞMA CEPHELERİ (3)

“İyi akşamlar kolay gelsin.”

“Sağ olun size de iyi akşamlar.”

Çıkan son müşteriyle beraber Nehir kapıda asılı duran ‘açık’ yazısının arka tarafında yazan ‘kapalı’ yazısını çevirdi. Sandalyeleri tersine çevirip masaları toplamaya başladı ardından. Eş zamanlı olarak Ebrar kasada sayım yapmaya başlamıştı. Erdem kıyafetlerini giymiş şekilde mutfaktan çıktığında Nehir’in işi çabucak bitsin diye ona yardım etmeye koyuldu. Sessiz geçen rutin işlerin sonunda Ebrar, zoraki bir gülümsemeyle diğer ikisine döndü.

“Bugün de bitti.”

Erdem başını sallayıp onaylarken karşı tarafa doğru baktı.

“Yoruldum!” diyerek isyan eden Nehir gözlerini ovuşturup bir yandan boynunu esnetiyordu.  Erdem ona yandan bir bakış attığında pozisyonunu düzeltip yalancı bir kahkaha attı.

“Hahaha! Şaka yaptım canım, ne yorulması? Turp gibiyim, turp!”

Ortama fırtına öncesi sessizlik hakim oldu. 23. Saniyenin sonunda ilk fire veren Ebrar’dı. Onun peşinden Nehir’in kahkahaları yükselince Erdem de yüzündeki gülümsemeyi saklamayı bırakmıştı. Kızlar sakinleşince ciddiyetine geri dönüp içtenlikle konuştu.

“Benden çekinme fıstık, görmezden geliyorum ama kendimi canavar gibi hissetmeme neden oluyorsun.”

Nehir ağzının kenarıyla “Öylesin zaten.” diyerek mırın kırın ettiğinde Erdem dehşetle Ebrar’a döndü.

“Cidden canavar mıyım?!”

“Ah belki biraz Hulk gibi görünebilirsin gözünde.”

Bir an durup kafasında bir şeyler tarttıktan sonra Nehir’e döndü.

“İnsanım ve insanlıktan çıkacak her hangi bir sorunum yok. Büyü artık.”

Nehir kıpkırmızı olmuş yanaklarıyla başını yavaşça salladıktan sonra çantasını sandalyenin arkasından alıp çıkışa yöneldi.

“O zaman yarın sabah görüşürüz.”

“Görüşürüz tatlım.”

“Görüşürüz fıstık.”

Erdem bir süre arkasından baktıktan sonra çattığı kaşlarıyla Ebrar’a döndü.

“Cidden beni Hulk’a benzettiğine inanmakta zorlanıyorum. Bu kız çizgi film zamanını geçti sanıyordum!”

Genç kadın çantasını eline alıp Erdem’in koluna girerken diğer yandan söylediklerine gülüyordu.

“Hakkını yeme, bazen bankadan sırf senin için gelen kadın müşterilerle karşılaştığında bakışların ve hareketlerinle adeta Hulk’tan farksızsın! Ah ama tek detay o büyüyor, büyüyor ve büyüyordu! Sen olduğun gibisin! Davranış yönünde ise susma hakkımı kullanıyorum.”
Sinirleri bozulan Erdem, kepenkleri kapatırken hırçınlaşan hareketleriyle yapılan benzetmenin hakkını verdiğinden habersiz söyleniyordu.

“O kadınlar tam bir erkek delisi!”

Ebrar elini alnına vurup sızlandı.

“Ah! Cidden Hulksun!”

“Tamam bu Hulk mevzusu burada kapanıyor ve başka kimse bilmiyor tamam mı?”

Ebrar, Erdem’in arkasından onlara doğru yaklaşan Güzin Hanımın muzip gülümsemesini gördüğünde gözlerini kaçırdı. Erdem’in kendisinden pek haz ettiği söylenemezdi.

 “Hulk mu? En sevdiğim! Onunla ne derdin var Erdem Bey?”

Erdem çenesini sıkıp Güzin Hanıma omzunun üzerinden bir bakış attı ve önüne döndü.

“Ne derdim olacak? Bir daha ki sefere başkalarının konuşmasına kulak misafiri olurken dikkatli olun lütfen. Neyse ben gidiyorum, yarın görüşürüz Ebrar Hanım.”

İki kadın arkasından bakakalmıştı. Sonunda Güzin Hanım çatık kaşlarıyla Ebrar’a döndüğünde genç kadın az önceki konu açılmasın diye telaşla konuşup hızlı adımlarla arabasına doğru ilerledi.

“Ben de gideyim Tolga’yı yine unuttum. Yarın görüşürüz Güzin ablacığım.”

Ucuz yırttığı için derin bir nefes aldı ve telefonunu çantasından çıkartıp Tolga’yı aradı.

“Bebeğim.”

“Merhaba, işim bitti eve geçiyorum. Ne yapıyorsun?”

“Boş bir şekilde oturuyorum.”

“Anladım yorucu geçen bir gün oldu galiba.”

Arabanın kapılarını açıp içine otururken nişanlısını dinlemeye devam ediyordu.

“Kredi faiz mevzuları bilirsin.”

Tolga muzip bir ton eklediğinde gülümsemeden edemedi.

“Bilmez miyim?”

“Senin günün nasıldı peki?”

“Aynı değişen bir şey yok.”

Telefonu arabaya bağlayıp sesini hopörlere verdiğinde arabayı çalıştırmaya koyuldu. Sokaktan çıkıp ana yola döndüğünde bir sessizlik çökmüştü ikilinin arasına. Ebrar, bazı konuşmalarını bir sonraki piyeste sadece konuları değişen, oynanması gereken zorunlu bir senaryo gibi hissediyordu ve böyle sessizlikler oyunun sonunu işaret ediyordu sanki ona. Ancak selam vermek gelmiyordu içinden.

 “Ebrar.”

“Efendim.”

“Ailenle hiç konuştun mu?”

“Neyi?”

“İşte düğün mevzularını, ne düşünüyorlar?”

Annesiyle en son yaptığı telefon konuşması aklına gelince kırgın bir tebessüm belirdi dudaklarında. Yurt dışında bir hayat sürüyorlar ve gayet mutlulardı. Karı koca emekli olduktan sonra kafa dinlemek için yurt dışında kalmayı seçmişlerdi, Ebrar’a da saygı duymak kalmıştı. Evlilik konusunu annesine en son açtığında “Hala evlenmedin mi?” gibi bir cevap almıştı. Tek çocuklarıyla ilgilenen anne ve babaya sahip değildi ve bu yüreğinde taşıdığı, asla kapanmayan en büyük yaraydı.

“Ebrar, sevgilim orada mısın?”

“Buradayım. Gayet ılımlı bakıyorlar duruma. Uzatmanın pek anlamı yok zaten.”

“Ebrar.”

“Efendim.”

“Ben bu evde artık senin sesinle uyanmak istiyorum.”

Gülüp telefonun ekranına baktığında Tolga’nın da güldüğünü hissediyordu.

“Seni seviyorum ve şu an araba kullandığını biliyorum. Bana sağlam lazımsın. O yüzden kapatıyorum. Yarın görüşürüz.”

Telefon cevap beklemeden kapandığında dikkatini yola verdi. Sevgilisinin anlayışlı yanına hayrandı Ebrar. Yüzünden silmediği yorgun tebessümle evine geldi. Kendini uykunun kollarına bırakırken aklında tek düşünce vardı. Yarın çok güzel bir gün olacaktı. 

***

Gökmen ikizleri eve bırakmak için kapının önüne arabayı park ederken, Göker beni evine at dercesine yavru köpek bakışları atsa da başını olumsuz anlamda salladı. Gökçe “Anne!” diyerek huysuzlandığında Neşe Hanım evin kapısını açıp çocuklarına doğru gelmeye başlamıştı.

“Bağırma deli kız! Baban uyuyor!” diyerek ilk azarı vermişti. Gökçe ahlana vahlana annesinin koluna girdiğinde ağlak yüz ifadesine büründü. Kız kardeşine umursamaz bir bakış atıp kendisine dönen annesine güzel bir gülümseme sundu Gökmen. Annesine aşırı düşkündü. 'Hayatımın neşesi' derdi hep ona.

“Oğlum sen de gelsene eve. Yorulmuşsunuz hep.”

“Ben halimden gayet memnunum sultanım. Eve geçeyim en iyisi, yarın bu iki deliyi hazır et bana yeter.”

“Olmaz! Benim yarın ki derslerim önemli.” diye itiraz etti Gökçe.

“Çok zeki olduğundan alttan üç dersin var dimi Gökçe, iyi neyse yarın izinlisin. Göker bendesin koç.”

“Abi valla kızları çok ihmal ettim. Bugün mesaj bile atmadım. Hangisinin gönlünü alacağım bilmiyorum. Ocağımı söndürüyorsun be!”

Neşe Hanım başını yana doğru eğip “Dönem sonu göreceğim sizi. Geçin içeri. Oğlum sen de kendine dikkat et. Bunların eti senin kemiği de senin olsun. Acıma bunlara.” dedi ve eve doğru döndü. Göker “Hain abi!” diyerek isyanını dile getirse de abisi elini sallayıp arabayı çalıştırdı ve evine doğru yola koyuldu. Günü değerlendirmeye başladı. Gökçe’nin ikisine dokundurtmadığı bölüm dediği gibi şaheser gibi olmuştu. Araya attığı fırça darbeleri ve renk cümbüşü hareketliydi.

Göker’in zevkle yaptığı boya ise onu yormamış sadece kızlardan alıkoyan bir meziyet olmuştu.
Kimin kardeşi be. Diye geçirdi içinden gülerek. Aslında Göker abisine göre daha çapkındı ama diyecek söz yoktu. Gençti, kanı deli akıyordu.

Boya işi tamamdı, yarın sipariş ettiği sandalye ve masalar gelecekti. Ek olarak bütün ürünler gelecek ve dükkana tam anlamıyla yerleşeceklerdi. Ertesi gün de hiç beklemeden açılışı yapmayı planlıyordu. Küçüklüğünden beri hayal ettiği dükkan için yıllarca okuyup emek sarf etmiş ve sonunda başarmıştı. Karşı dükkanın sahibi de bu emeklerin meyvelerinden sadece birisiydi. Hayatın karşınıza nerede ne zaman ne şekilde birilerini katacağı belli olmuyordu. Gökmen için sıradaki talihli ise Ebrar’dı.

*** 

Hayat olduğu gibi devam ederken ertesi sabah aynı saatlerde uyanan Gökmen ve Ebrar’ın amaçları tekti. Bir an önce dükkanlarına gitmek. Hızlı bir şekilde hazırlanan ikili aynı anlarda evlerinden çıkmışlardı.

Nehir ise çoktan kafeyi açmış genel temizliği yapmaya koyulmuştu. Erdem hızla kafeye giriş yaptığında Nehir bu ani hareket sonucunda bir an korkmuş küçük bir çığlık atıp ardından eliyle ağzını kapamıştı. Erdem “Sabah sabah ya sabır!” diyerek üzerindeki ceketi asarken Nehir arkasını dönüp işine devam etti.

“Ben mutfağa geçiyorum. Dün mayaladığım pasta hamuru kıvama gelmiştir. Ebrar geldiğinde kahvaltımı yaptığımı söyle. Bana seslenmesin.”

“Tamam söylerim.”

Mutfağa doğru giderken tişörtünü düzelten Erdem biraz ortamın gerginliğini dağıtmak için aniden 

“Nehir!” diyerek bağırdı.

“Ay ne var Erdem Abi!” diyerek Erdem’in ani bağırmasıyla dengesini kaybeden Nehir masanın kenarına tutunup ona baktı.

“Yok bir şey.” diyerek sırıttı.

Nehir gözlerini kısıp ona meydan okurcasına baktığında Erdem keyiflenmişti.

“Bak bak hareketlere bak, kız yerden bitme.”

“Ya of!”

“Abiye oflanmaz.”

“Oflanır.”

“Nehir...”

“Sustum tamam.”

Mutfağına gülerek giren Erdem dün akşam yarım bıraktığı işinin başına geçerek hazırlandı ve büyük bir titizlikle pastasını yapmaya başladı.

Nehir masaların tozunu da hallettikten sonra, son iş olan yerleri silme aşamasına geçiş yaptı.

“Günaydın!”

Bütün pozitif enerjisiyle içeri giren Ebrar’ın sesiyle gülümseyerek ona döndü.

“Günaydın!”

“Erdem abi geldi mi?”

“Geldi kahvaltısını yapmış seslenmeyecekmişsin ona. Ha bir de şey kendisinden hala korkup korkmadığımı test ediyor galiba.”

“Sonuç.”

“Kısmen tırsıyorum!”

İkisi de kahkaha ile gülmeye başladıklarında Erdem mutfaktan onlara bağırdı.

“Dedikodumu yapmayın!”

Daha fazla gülen ikili ile kafe yine enerji doluydu. Bu harika geçecek bir gün demekti onların dilinde.

Aynı saatlerde karşı dükkandaki hareketlilik diğer esnafın dikkatinden kaçmamıştı.  Restoran sahibi Süleyman Bey’den sokağın sonundaki kebapçı Hüseyin Efendiye kadar hepsi dükkanlarından çıkmış sokağa giren kamyonetleri çözmeye çalışıyorlardı. Gökmen kendinden emin bir şekilde gelenlere direktifler verirken Göker dükkanın girişinde ciddiyetle abisini izliyordu. Arada karşı dükkana bakıyor içeride gülüşen kızları izliyordu. Sokaktaki çoğu esnaf onları izlerken karşı dükkan onları umursamıyordu bile. Bunlarla rakip olacaklarını içten içe hissetti. Abisi bunun bilincinde miydi bilmiyordu fakat kendisi bunun böyle olacağını biliyordu.

Abisinin yanına doğru gidip bir elini onun omzuna koydu. Gökmen omzunun üzerinden bir bakış atıp tamamen ona döndü. O esnada yanlarına yaklaşan kuaför Berrak hanım samimiyetle gülümsedi.

“Sanırım yeni dükkan açılıyor.”

Gökmen kısaca kadını süzdükten sonra samimiyetle karşılık verdi.

“Evet. Kahve içmek isterseniz her zaman beklerim.”

Berrak hanım karşı kafeye kısa bir bakış atıp Gökmen’e döndü.

“Bir tarafta çikolata konsepti, diğer tarafta kahve.”

Gökmen tek kaşını kaldırıp karşı dükkana doğru baktı. Ve hiç fark etmediği dükkanın ismine göz gezdirdi. Çikolata Rüyası. Tam o turuncu afetten beklenilecek bir isimdi. Berrak hanım elini Gökmen’e doğru uzatıp ismini söyleyip kendini tanıtana kadar dükkandan gözlerini ayırmadı Gökmen.

“Ben Berrak. Gratis’in yanındaki kuaförün sahibiyim.”

“Ben de Gökmen. Tanıştığıma memnun oldum, Berrak Hanım.”

Berrak hanımın elini tutup tokalaşırken Gratis’in işletmecisi olan Suna Hanım’da yanlarına gelmişti.

“Ben de Suna. Gratis’in işletmecisiyim. Açılış ne zaman.”

Gökmen onunla da tokalaştıktan sonra zevkle gülümseyip “Yarın.” dedi. “Açılışa beklerim.”

“Ah tabi ki geliriz. Biz sokakça bütün esnaf birbirimize bağlıyızdır. Sen de aramıza hoş geldin.”

Gökmen esnafın samimiyetiyle bu mekanı aldığına bir kez daha sevindi.

“Bayanlar bir müsaade edin. Genç delikanlıyla biz de tanışalım.”

Süleyman Bey’in tok sesiyle Berrak Hanım ve Suna Hanım gülümseyip geri çekildiler. Süleyman Bey gözleriyle Gökmen’i süzüp kaşlarını çattı.

“Demek yeni arkadaşımız sensin.”

Gökmen karşısında babası yaşında olan adama gülümseyip başını salladı.

“Hoş geldin evlat. Ben sokağın başındaki restoranın sahibiyim. Canın bir şey çekerse çekinme gel söyle.”

“Teşekkür ederim.”

Nefes nefese aralarına giren Butik sahibi Güzin Hanım eliyle selam verdi. Nefesi düzene girdikten sonra elini Gökmen’e doğru uzattı. “Sokağa hoş geldin kusura bakma müşteri sorun çıkarttı erken gelemedim. Butiğin sahibiyim.” diyerek arka tarafında kalan butiği gösterdi. Gökmen dün turuncu afete yardımcı olan kadının alçakgönüllü oluşunu sevmişti. Gülümseyerek elini tuttu ve kendini tanıttı.

Elindeki iki bıçağı birbirine sürtüp bileyleyen Mahmut Efendi de beyazlar içinde, üzerinde biraz kan lekeleriyle kalabalığa geldiğinde gür sesiyle konuştu.

“Ben de Mahmut. Hoş geldin koçum.”

Gökmen yavaşça arkasına doğru dönüp adama bir an karşısında deli varmış gibi baksa da yüz ifadesini sabit tutmaya çalışıp gülümsedi. Göker’in adama bakıp bir küfür mırıldandığını duyduğunda ona içinden hak verdi. Adam beyaz önlük beyaz iş kıyafetleriyle ve kan lekeleriyle pek cana yakın durmuyordu.

“Mahmut bu ne hal abi. Çocuğu korkutacaksın. Hoş geldin oğlum aramıza, bende Hüseyin. Mahmut’un karşısındaki kebapçı dükkanının sahibiyim.”

“Hoş buldum abi.”

Tanışma faslının ardından herkes teker teker hayırlı olsun dedikten sonra dükkanlarına çekilmişlerdi.
Çikolata Rüyası’ndaki tayfa ise kahvaltılarını yapıyor karşı taraftaki kalabalığı sessizce izliyorlardı.

“Acaba bizde mi gitsek?” diyerek ortaya fikir atan Nehir Ebrar’a baktı. Ebrar omzunu silkip başını salladı.

“Erdem abi tanıştı zaten gerek yok bence.”

“Siz de tanışmadınız mı? Erdem abi çıkana kadar hani konuşuyordunuz ya.”

“Bizim ki pek tanışma değil tartışma gibi bir şeydi.”

Nehir kaşlarını merakla kaldırıp sorulara başlayacakken Ebrar tek elini kaldırıp susmasını işaret etti.

“Açılış yaparken bir uğrarız ama, o kadar da soğuk davranmayız.” diyerek konuyu kapadı. 

Müşteriler gelmeye başladığında Ebrar kalkıp tabakları arka tarafa götürdü. Nehir ise müşterilerin yanına doğru ilerledi. 

İki ayrı dükkanda biri müşteri telaşındayken bir diğeri açılış telaşı içerisinde koşturuyordu. Biri müşterilerle eğlenip ortama sıcak aile havası katarken diğeri Göker ile yarının planlamasını yapıyordu. Gün sonunda yarın yapılacak açılış davetiyelerini sokağa dağıtan Göker Çikolata Rüyasına geldiğinde bir an duraksadı. Abisi herkese ver demişti buraya vermek de şarttı. Ebrar çöpü atmak için dışarı çıktığında kararsız bir şekilde dükkana bakan genç adama bakıp güldü.

“Daha kapamış sayılmayız. İstersen içeri gel.”

Göker samimi davranış karşısında bir an bocalasa da kendini toparladı ve saçını düzeltip boğazını temizledi.

“Ben aslında şey...“

Elindeki daveti Ebrar’a uzatıp eliyle karşı dükkanı işaret etti.

“Yarın açılış var da onun için davetiye getirmiştim.”

Ebrar davetiyeyi alıp çocuğun işaret ettiği yere baktı ve başını olumlu anlamda salladı.

“Geleceğiz.” dedi gülümseyerek.

Göker “Tamam.” diyerek olduğu yerde bekledi. Ebrar “Tamam.” diyerek ona baktı. Bir süre sonra dayanamayıp “Başka bir şey daha mı var?” diye sordu.

“Ben sadece... Bugün bizimle tanışan esnaf arasında sizi görmedim de neden gelmediniz diye merak ettim.”

Ebrar etrafa kısaca bakış atıp karşısındaki genç adama baktı. Kendisinden küçük olduğu belliydi. Orada çalışacak bir eleman olabilirdi. Yanlış bir şey söylemekten kaçındı.

“Yoğunluk ve sabah koşturmacası diyelim. Diğerleri gibi pek dükkandan çıkamıyorum.”

Göker başını sallayıp geriye doğru yürümeye başladı.

“O zaman yarın görüşürüz.”

Ebrar gülerek elindeki davetiyeyi ona doğru salladı.

“Görüşürüz.”

Göker kendi kafelerine girip aceleyle abisine seslendi.

“Sen dün kim için dışarı çıktın. Karşıdaki turuncu saçlı kadın için mi?”

Gökmen ışık hızıyla ortaya çıktığında kardeşinin arkasında kalan kafeye doğru baktı. Turuncu afet çöp kutusuna elindeki çöpleri atmış ve diğer elinde davetiyeyle kafesine girmişti.

“Nereden anladın?”

“Kadının hareketlerinden. Çok belli ediyor. Neden gelmediğini sorduğumda bir an tedirgin oldu ve yoğunluğu bahane etti. O esnada kafesinde yoğunluk yoktu.”

Gökmen kahkaha atıp elini saçlarının arasından geçirdi.

“Yarın geliyor mu peki?”

“Geliyor.”



Ebrar elindeki davetiyeyi sallayarak içeri girdiğinde Erdem ceketini giyiyordu. Ebrar’ın elindeki kağıda bakıp göz kırptı.

“O ne?”

“Yarın için, karşı dükkanın açılış davetiyesi.”

Nehir koşarak davetiyeyi Ebrar’ın elinden aldı.

“Gidecek miyiz?” diye sordu.

“Gideceğiz.”

Dükkanı kapayıp karşıdaki dükkana bir bakış atan üçlü evlerine gitmek üzere dağıldılar. Yarın hepsi için heyecanlı bir gün olacaktı. Ebrar arabasına doğru giderken kendi dükkanının açılışını hatırladı. Süleyman Amca’dan tut Berrak Hanım’dan bütün esnaf gelmişti. Hepsinin samimiyeti ve sıcakkanlılığı hep aynıydı. Başı derde girse hep yanı başındaydı bütün esnaf. Açılış günü Hüseyin Abi’nin bir an kan şekeri düşecek gibi olsa da esnafın onu sallamamasıyla şaka yaptığını itiraf etmişti. Komik anlar da yaşanmıştı. Ebrar onların bu samimiyetinden utanarak bir an kıpkırmızı kesilse de onun unutamayacağı bir gündü.

Kafesinin girişinde o günden çekilmiş toplu bir esnaf fotoğrafı vardı. Hepsinde enerjik ve neşe dolu bir yüz ifadesi ile mükemmel bir görüntü oluşmuştu. Arabasına binip eve doğru sürmeye başladığında radyoyu açıp slow müzikleri dinlemeye başladı. Kendi kendine hatırladığı anılar gülümsemesine sebep olmuştu Ebrar’ın. Sonra Tolga geldi aklına. Eve girince onu arayacaktı.

Sokağına girdiğinde evin önünde onu çiçek buketiyle bekleyen bir adet Tolga’yı görünce arabayı hızla park edip indi. Koşar adım Tolga’ya giderken Tolga kollarını iki yana açıp onu bekledi. Ebrar boynuna atlayıp sımsıkı sarıldığında kokusunu içine çekti Tolga. Bu kız onu kendine getiriyordu. Ebrar geri çekilip gülen gözleriyle ona bakarken elindeki buketi uzattı. Ebrar buketi alıp sevdiği papatyaların kokusunu içine çekerken gözlerini kapayıp anın güzelliğini durdurmak istedi bir an. Tolga’nın elini saçında hissettiğinde kırpıştırarak gözlerini açtı ve ona baktı.

“Seni seviyorum.”

Tolga’nın aniden kurduğu cümle ile başını yana eğip bir an duraksadı. Bir şey mi oldu? diye düşünmeden edemedi.

“Seni tahmin edebileceğinden fazla seviyorum.”

Ebrar’ın kalbi bir an kasılsa da bir şey diyemedi. Evet, Tolga ona her zaman sevdiğini belli eder aşkını göstermek için her şeyi yapardı. Ama sanki bu akşam başka bir şey vardı. Uzanıp Tolga’nın elini tuttu.

“Bunu biliyorum.”

 Tolga gözlerinin içine bakarak konuştu. “Bazen elimden kayıp gidecekmişsin gibi hissediyorum.”

“Hayır gitmeyeceğim. Durup dururken neden böyle şeyler diyorsun. Korkmalı mıyım?”

“Ebrar-“

“Haydi gel yukarı çıkıp bir sıcak çikolata içelim. Manzaraya karşı.”

Tolga ona hayran bir şekilde bakarken gülümsedi ve elini bırakmadan apartmana doğru yürüdüler.
 


Gökmen, Göker ile geç saatlere kadar kafenin içinde ayarlamalar yapmış yarın için sorunsuz 
her şeyi ayarlamışlardı. Kafeyi kapatıp dışarıdan son kez bir bakış atıp arabaya binmişlerdi. 

Caffetteria pacifica*...
 
Artık onun bir huzur kafesi vardı.
 
Sessiz geçen bir abi kardeş yolculuğunun sonunda Göker’i eve bırakırken camdan onları 
seyreden Gökçe’ye elini salladı. Yarın sabah bu cadı bütün esnafı görecekti ve yüksek ihtimal 
kimisine kendini sevdirecekti. Şeytan tüyü vardı bazı insanlara karşı Gökçe’nin ve baya 
etkili oluyordu. Kendi evine gidip evinden içeri girdiğinde evdeki sessizlik onu rahatsız etti. 
 
Evet, ailesinden ayrı yaşamayı tercih etmişti ve evet kendi ayakları üzerinde durmak hoşuna 
gidiyordu. Ama içten içe günü birlik kızlardan bıkmıştı. Bu evde bir ailesi olsun istiyordu. 
Mesela kapıdan girdiğinde ona “Hoş geldin hayatım.” diyebilecek birini. Yemek kokusunu, 
sonraki yıllarda olacak çocuk seslerini... 
 
Yüzünü buruşturarak odasına doğru gitti. Aşık olmamıştı, o sadece sevgi yanılması yaşamıştı. 
Kadınlarla eğlenceli vakitleri de fazla olmazdı. Çapkınlığı ve egosunu zirve de yaşasa da 
içinde fırtına öncesi sessizlikte olan Gökmen hala bekliyordu. Aşık olacağı kadını...

***

Sabah erken saatlerde ailesinin evine geldiğinde kornaya aralıksız basmaya başladı.

“Göker, Gökçe!”

Evin kapısı açılıp ikiz kardeşleri evden çıkarken Gökçe yine formundaydı.

“Geldik, geldik dur! Ay elbisem zarar görecek of ama ya! Göker! İttirmesene geri zekalı!”

“Sabah sabah bir sus be kızım yürü haydi.”

Anneleri arkalarından Gökmen’e doğru seslendi.

“Babanla birazdan çıkacağız biz de.”

Gökmen başını sallayıp ikiz kardeşlerine döndü. Göker yandaki yerini almış Gökçe dikkatle arka tarafa oturmuştu. Stiletto ayakkabılarının ince topukları bugün ona pek yardımcı olmayacaktı. Arnavut kaldırımları arasında düşme tehlikesi yaşayacaktı kafeye girene kadar. İnce çiçek askılı elbisesi dizine kadar geliyor, yaptığı makyajı ise onu biraz daha olgun gösteriyordu. Göker giydiği pantolon ve gömlek ile her zaman ki gibi cool bir görüntü oluşturmuştu. Aynadan saçlarına bir kez daha baktıktan sonra abisine döndü.

“Heyecan var mı?”

“Biraz var, yok diyemem. Unutulmayacak bir gün olacak.”

Gökçe ona doğru eğilip yanağından öptükten sonra geri çekildi.

“Sakinleş yakışıklı. Bugün çok hanım hanımcık olacağım sırf senin için, gözlerin yaşaracak.”

Arabayı çalıştırıp dikiz aynasından kız kardeşine göz kırptı.

“Yine çirkinliğinden ödün vermemişsin bakıyorum.”

“Bırak abi bırak makyajla bile bir halta benzemedi.”

Gökçe Göker’in omzuna bir yumruk atıp kaşlarını çattı.

“Ah elim acıdı hayvan!”

“Sana bana vur diyen mi oldu kızım.”

“Sen çok yakışıklısın sanki.”

“Bir ben olamaz o Gökçeciğim.”

Gülüşmeler başladığında enerjik bir sabaha başlamışlardı. Kafeye geldiklerinde ise mahalle sessizdi. Bütün dükkanların kepenkleri kapalıydı. Aslında açık olmaları lazımdı. Gökçe Göker’in koluna girmiş arabadan inip etrafa baktı.

“Herkes nerede?”

Gökmen etrafı inceleyip kız kardeşine döndü.

“Bilmiyorum.”

Göker “Abi kafe-“ dediğinde kafeye döndü.

Kepenkler açıktı ama dün kepenki kapattığına emindi. Hızlı adımlarla kafesine doğru giderken bir an korktu. Hırsız mı girmişti. Bugün açılış olacaktı. Bir aksilik olmaması için dualar ederek hızla kafeye girdiğinde kardeşleri arkasından yetişmeye çalışıyordu. İçerinin karanlığını aydınlatıp daha iyi etrafa bakmak için ışığın olduğu tarafa yönlendiğinde biri ondan önce davranıp ışıkları yaktı ve konfetiler patladı.

“HOŞGELDİİİN!”

Bütün esnaf en köşede dizilmiş aynı anda bağırırken ışığı açan Ebrar’la göz göze gelen Gökmen’in kalbi tekledi. Turuncu afet bir tanrıça gibi olmuştu. Karpuz kol beyaz elbisesiyle ensesinde yaptığı dağınık topuz, önüne düşen bir bukle saç ve makyajı onu mest etmişti. Arkasından kafeye giren kardeşleri ise şaşkınca esnafa bakıyorlardı. Göker “Yok artık!” dediğinde Gökçe onların kim olduğunu bilmediğinden olaya Fransız kalmış şekilde ikizine döndü.

“Onlar kim?”

“Mahallenin esnafları.”

Gökçe bir an durup olayı kavradıktan sonra otuz iki diş sırıtarak karşısındaki esnafa döndü. Esnaf gülerek Gökmen’e ve onlara bakıyordu.

“Kepenkin kilidini sabah sabah açmak biraz uğraştırsa da böyle bir sürpriz yapalım dedik Gökmen oğlum. Kızmadın inşallah.”

Süleyman amcanın babacan tavrıyla Gökmen Ebrar’dan gözlerini ayırıp kalabalığa döndü.

“Ben şaşırdım. Kızmadım aksine mutlu oldum. Kurdeleyi kesme mevzusu yaşamadığım için mutluyum. Çok kasacaktım kendimi.” dediğinde kahkahalar havaya karışmıştı. Ebrar, Gökmen’in şaşkın bakışlarıyla karşılaşıp nasıl hareket edeceğini şaşırsa da toparlanıp Erdem’in  ve Nehir’in yanına geçti. Nehir heyecanla Ebrar’ın koluna girip kapıdaki çocuğu ve kızı gösterdi.

“Onlar kim acaba? Kız sevgilisi mi?”

Ebrar Nehir’in gösterdiği ikiliye kısa bir bakış atıp omuz silkti.

“Bilmem, bizi ilgilendirir mi?”

“Hayır, ama merak ettim! Çok güzel değil mi? Öyle değil mi Erdem abi?”

“Çırpı bacak bir şey işte, bana ne.”

Nehir yüzünü buruşturup önüne döndü. Gökmen ve o ikili Süleyman Amca ile beraber yanlarına doğru geliyorlardı.

“Hii buraya geliyorlar!”

“Gel, Gökmen evladım dün hepimizi tanıdın ama mahallemizin meleğini tanımadın. Güzel kalpli kızım Ebrar. Yanındaki cengaver olan Erdem ve şirin kızımızın adı da Nehir. Senin karşı komşuların.”

Gökmen elini Ebrar’a uzatıp sırıttı. Ebrar kendisine uzatılan ele bakıp Süleyman amcaya döndü ve gülümsedi. Gökmen’in elini tuttu. Gökmen avucunda hissettiği minik eli dudaklarına götürüp nazikçe öptü. Ebrar gözlerini kısarak onu incelerken “Tanıştığıma çok memnun oldum karşı komşum.” cümlesi ile tüyleri diken diken olmuştu.



Caffetteria pacifica* italyanca’da huzur kafe anlamına gelir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞİMDİ KÖŞEYE SIKIŞTIN...(24)

Gökmen o gün şirkete gittiğinde kendini istemsizce kasılmış bir halde bulmuştu.  Şirkete adım attığı andan itibaren herkes duruşunu değiştir...