Ebrar elini geri çekip Erdem ve Nehir’e bir bakış
attı. Süleyman Amca gözlerini kısıp Ebrar ve Gökmen’e baktı. İlk konuşmaları
olmadığını anladı o an. Üstelemeden Göker ve Gökçe’ye döndü.
“Bu ikili de ikizmiş çocuklar. Hanım kızımız Gökçe
oğlumuzun adı da Göker. Gökmenin kardeşleri.”
Nehir gülümseyerek ve heyecanla elini Gökçe’ye uzattı.
“Tanıştığıma çok memnun oldum.”
Gökçe tek kaşını kaldırıp isteksizce Nehir’in elini
tuttu. Süleyman Amca’ya ayıp olmasın diye bunu yapmıştı. Nehir ve patronu olan
Ebrar’dan haz etmemişti. Ona göre bu iki kadın abisi ve kardeşini baştan
çıkarma potansiyeli olan düşmanlardı. Gökçe’nin yersiz ön yargıları hiçbir
zaman değişmemişti. Bir insanı görüp ilk izlenimde ne aldıysa onu kabul ederdi.
Tanıma fırsatı vermezdi kendine. Kötü, kötüydü. İyi, iyiydi. Ebrar ve Nehir iyi
insanlar olsa da Gökçe’den kötü damgasını yemişlerdi.
Nehir Göker’le de tanıştıktan sonra Erdem devreye
girdi. Erdem çırpı bacağın Nehir’e yaklaşımını ve tavrını beğenmemişti. Nehir
bunu fark etmese de kendisi fark etmişti. Gökçe kendisine baktığında kendinden
emin bir şekilde istifini bozmadı. Elini uzatıp tokalaşmayı bekleyen Gökçe’nin
eline kısa bir bakış atıp isteksizce onun Nehir’e yaptığı gibi tokalaştı.
Aslında tam olarak elini tuttu ve bir iki saniye sürmeden önemsiz bir şeymiş
gibi bıraktı. Gökçe bu hareket karşısında afallasa da Süleyman amcanın cengaver
diye tanıttığı adamın aslında bir dağ ayısı olduğunun kanaatine vardı. Onun
çevresindeki erkeklerle arasında dağlar gibi fark vardı. Centilmen ve
yardımsever erkekler vardı Gökçe’nin çevresinde ve hiç kimse ona değersiz biri
gibi davranmamıştı. Bundan sonra bu adamla aynı ortamda denk gelmemeyi
kendisine not etti.
Kısa süre içinde ortam tam bir açılış havasına
bürünmüş, Gökmen’in gelemeyen yakınlarının gönderdiği çiçeklerle ortam daha da
renklenmişti. Göker ve Gökçe’nin okuldan gelen müzikle ilgilenen
arkadaşları slow müzikler çalmaya başlamıştı. Annesi ve babası da kafeye
geldiklerinde etrafı beğeniyle süzmeye başlamıştı. Gökmen onları görüp
yanlarına giderken istemsizce Ebrar’ın nerede olduğuna bakındı. Annesinin onu
görmesini istiyordu. Nedenini bilmediği bu isteği göz ardı edip annesine
odaklandı. Göz göze gelen anne ve oğul birbirine gülümsedi.
“İlk göz ağrım burası harika olmuş.”
“Beğenmene sevindim Sultanım.”
“Hergele iyi iş çıkarmışsın. Hoş benim izimden devam
etseydin daha da iyi işler çıkartırdın ama söz konusu sizin hayalleriniz olunca
diyecek bir şey yok.”
“Sağ ol baba. Şirketten gelen çiçeklerle doldu etraf.
Sen yerini devrettin ama çalışanların hala ben bir gün oraya gelirim diye yağ
çekiyorlar.”
Arslan bey gür bir kahkaha attığında Gökmen de ona
eşlik etti. Etrafa göz gezdirirken babası kolunu tutup iyice yaklaştı.
“Şu kenardaki kız kim? Hiç böyle bir arkadaşınla
tanışmamıştım. Yeni mi?”
Gökmen babasının söylediği tarafa baktığında bir an durdu.
Çoğu arkadaşını ailesi tanırdı ve babası kızların güzelinden, çirkininden iyi
anlıyordu. Şuan ki manzarada yer alan Ebrar ise etrafındakilere gülücükler
saçıyor her şeyiyle kendini belli ediyordu.
“Hergele kime diyorum.”
“Baba o şey…” boğuk çıkan sesini fark edip birkaç kez
öksürdü ve bozuntuya vermeden devam etti.
“Buradaki esnaftan. Karşı kafenin
sahibi. Ebrar.”
“Ebrar demek.” dedikten sonra bir süre babası Ebrar’ı
seyretti. Merakla babasına bakan Gökmen annesine yandan bir bakış attı. Annesi
babasının baktığı yerdeki kızı gördüğünde dikkatle inceledi.
Kocasından önce
davranarak konuştu.
“Ebrar’ın anlamı iyi huylu, özü sözü doğru olan samimi
insan demektir.”
“Aynen öyle. Annen doğru söyledi. Çok masum da bir kıza
benziyor. Onun kafesine gitsem alınır mısın?”
“Bana gelsen para ödemeyeceksin ama ona gidersen
ödeyeceksin.”
“Hep ticaretine bakma işin hergele.”
“Kafana göre takıl baba.”
“Neyse oğlum sen misafirlerinle ilgilen biz
buralardayız.”
Yanağından öpen annesine minnetle baktı. Her zaman
yanında olduklarını belirten ebeveynlere sahipti. Bu herkesin sahip olmadığı
bir şeydi. Şanslıydı.
İlerleyen saatlerde dükkana giriş yapan üç adam ile
esnaf huysuzca homurdanmaya başladı. Gökmen olaya bir anlam veremese de onlara
doğru yaklaştı. İki adam geride biri önde etrafı alıcı gözle seyretti. Öndeki
konuştuğunda Gökmen durdu.
“Vay vay vay, yeni mekan demek. Tarantula hesaba
burayı da ekleyelim.”
“Emredersin abi.”
Gökmen kaşlarını çatıp adama bakarken, adam ona doğru
yaklaşıp elinde salladığı tesbihi bileğine geçirdi.
“Buranın patronu sen misin?”
Gökmen kendinden emin bir şekilde “Evet, benim.” dedi.
“İyi bana hesabı verirsin o zaman.”
“Derken? Siz-“
“Kadir, boş yapmıyor musun?”
Ebrar Gökmen’in yanına gelip Gökmen’in sözünü
kestiğinde, Gökmen adama ismiyle hitap eden Ebrar’a yandan bir bakış attı.
Karşısındaki adam Ebrar’ı baştan aşağı süzüp gülümsediğinde ise sinirlenmişti.
“Ooo, Ebrar Hanım sen de mi buradaydın.”
“Burada olmam gayet normal Kadir. Şu iki gereksizle
huzursuzluk çıkarmaya kalkmayın.”
Kadir, Ebrar’ın Gökmen’i savunmasına sinir olmuştu. Bu
kız bu kadar pençesini göstermemişti önceden. Esnafa karşı o geldiğinden beri
söz geçiremiyordu ve bu kıza hayrandı. Kimseden para kopartamasa da keyfiyetten
yaptığı durumuna balyoz darbesini vuran Ebrar’a karşı hayranlığını herkes
biliyordu. Ah bir de nişanlı olmasaydı demekten kendini alamıyordu. O
Tolga gerzeği kapmıştı gül gibi kızı. Kendi yandığıyla kalmıştı.
“Benim olayımı biliyorsun.” diyerek Gökmen’e keskin
bir bakış attı.
“Evet. Sen ve senin boş olayların. Polisi çağırayım mı
Kadir. Bunu ister misin?”
Kadir gülümseyerek Ebrar’ın gözlerinin içine baktı.
“Koca Ayı arabayı getir koçum gidelim.”
Arkadaki adamlardan şişman yapılı olan hemen dışarı
çıktı.
“Edebinizle duracaksanız durun.”
Kadir olumsuz anlamda başını salladığında Ebrar “İyi o
halde toz olabilirsiniz.” dedi.
Adamıyla beraber kafeden çıkan Kadir, Ebrar’la
karşılaşıp konuşmaya sevinse de o yeni gelen herifi korumasına içten içe
kıllanmıştı. Yine bana ayarı verdi diye geçirdi içinden. Arabasının kapısını
açan Çakır’a nam-ı diğer Tarantula’ya kısa bakış attı ve arabaya bindi.
Kadir ve adamları gittikten sonra dükkanda oluşan kısa
bir sessizlik ardından herkesin kendi konuşmasına dönmesiyle Ebrar Gökmen’e
yandan bir bakış attı ve bir şey demesini beklemeden Erdem’in ve Nehir’in
yanına gitmek için hareketlendi. Gökmen kolundan tutup onu durdurduğunda
Ebrar kolundaki ele ve sahibine bakıp ona döndü.
“O adam kimdi?”
“Esnaf arasında haraççı diye gezinen Kadir, gösteriş
yapmaya geldi ama yapamadı işte. Boş ver.”
Gökmen Ebrar’ın açıklamasıyla kaşlarını çattı.
“Esnaftan para mı topluyor?”
“Topluyordu ben gelene kadar.”
“Nasıl yani?”
“Hiçbiri karşı cevap verememiş işte. Arada paralarını
alıyormuş Kadir. Ben de ters teptiğinden beri kimseye bulaşmıyor. Bakma öyle
heybetli pozlar kesmesine, bir şey değil yani. Paraya da ihtiyacı yok.
Keyfiyetten bu pozlara giriyor. Galerisi var.”
Gökmen öğrendiği bilgilerle başını salladı. Ebrar
arkasına döndüğünde “Teşekkür ederim.” dedi.
Ebrar bir an dönüp önemli olmadığını söylemek istese
de vazgeçti. Bir yerde bu adamın centilmen olduğu izlenimini hissetti. Ama
fazla kurcalamanın alemi yok diyerek sessiz kaldı.
Nehir elindeki kokteyl bardağını arka tarafta köşede
gördüğü bir tabloya dikkatini verirken masanın üzerine bıraktı. Tablodaki insan
suretlerine atılan boya darbelerini hayranlıkla izliyordu.
“Hoşuna gittiyse sana verelim.”
Arkasında duyduğu Göker’in sesi ile yerinde sıçrayıp
kolunu geriye doğru çekerken dirseğiyle masanın üzerindeki bardağa çarptı.
“Hiii!”
Yerle buluşup tuzla buz olan bardağa bakıp elleriyle
dudaklarını kapadı. Göker dudağını ısırıp gözlerini kapadığında karşıdaki
görüntüyü görmek istememişti.
“Ay çok sakarım! Ya öyle aniden gelinir mi arkadan ama
haydi geldin diyelim ne aniden konuşuyorsun!”
Nehir’in ard arda isyanları devam ederken Göker
yavaşça gözlerini açıp karşısında telaştan ne yapacağını bilemeyen Nehir’in
susmasını bekledi. Sonunda gözleri buluştuğunda Nehir ellerini iki yana
kaldırarak “Ne yapacağım?” diye sordu.
Göker eline geçen bu tatlı fırsatı ve bu kızın tatlı
telaşını göz ardı etmek istemeyerek küçük bir oyunun zararsız olacağını
düşünerek aniden ciddileşti.
“Abim hepsini özel olarak ayarlamıştı. İlk günden bir
bardağının kırılması onu sinir eder.”
“Ciddi olamazsın. Ben... Ben çok üzgünüm. Of özür
dilerim.”
“Benden değil abimden dilemelisin bence.”
“Yerine aynı bardağı alsam olmaz mı?”
“Özel bardaklardı cümlesinin neresini anlamıyorsun?
Abim hepsini bin bir zahmetle sipariş etmişti.” Bir an duraksayıp düşünüyormuş
gibi işaret parmağını yanağın yasladı ve “Sanırım antika da olabilir.” diyerek işi
daha da abartmakta zarar görmedi.
Nehir yüzünü buruşturup yerde tuzla buz olana bardağa
baktı. Bu bardak antika olamazdı. Hiç antika gibi durmuyordu. Abisiyle Göker’i
kandırmışlardı.
“İyi de hiç antika gibi durmuyor.”
“Ne antika gibi durmuyor?”
Ebrar’ın Göker’in arkasında Erdem ile dikilmesiyle
bakışlar onlara döndü. Nehir eliyle yeri işaret ettiğinde Ebrar yerdeki
görüntüyü inceledi. Kırılmış bir bardak ve etrafa saçılan kokteyl vardı. Antika
olayın neresindeydi.
“Antika olan bardak mı?” diye soran Erdem direk
Göker’e baktı. Göker sertçe yutkunduğunda Nehir onun cevap vermesini beklemeden
“Öyleymiş.” dedi.
Erdem kaşlarını yukarı doğru kaldırıp Göker’e “Demek
öyleymiş ha.” dedi.
Göker etrafa kaçamak bakışlar atıp bu heriften
kurtulmak istiyordu. İşte şu an sıçmış ve sıvama
kısmına gelmişti. Fakat bu kısım biraz fiziksel hasar meydana getirebilirdi. Abisini gördüğünde yüzüne
yapmacık bir gülümseme yerleştirdi. Gökmen bir sorun olduğunu hissedip ona
doğru gelirken kardeşinin yanında olan Ebrar’ı Erdem’i ve Nehir’i fark
etti.
“Abi beni annem çağırıyor sanırım.” diyerek konuya
giriş yaptığında Erdem ensesinden nazik görünen ama sert bir şekilde tutuşunu
gerçekleştirip onun durmasına sebep oldu.
“Erdem, sorun ne?” diyerek ciddileşen Gökmen kardeşini
yanına çekti.
“Nehir sanırım yanlışlıkla bardağı yere düşürmüş.”
Gökmen yere bakıp yeni fark ettiği şey ile omuzlarını
silkip Erdem’e kısa bir bakış atıp, ürkekçe kendisine bakan Nehir’e gülümsedi.
“Sorun değil.”
“A-ama antika olduğunu söyledi kardeşiniz?”
Gökmen bir elini Göker’in omzuna atıp sıktı ve Nehir’e
gülümsedi, tekrar.
“O yanlış biliyor, şuan burada antika olan tek şey
onun espiri anlayışı. Umarım onu da bir gün kırabiliriz.” Son cümlesini
dişlerinin sıkarak mırıldanırken, kardeşi elinin altında son nefesini veriyordu.
“Ben... Ben yine de özür dilerim. İstemeden oldu.”
“Alt tarafı bir bardak. Senden değerli değil Nehir.
Rahatla. İstersen bütün bardakları kır. Sorun yok. Antika olsa bile.” Son
cümleyi söylerken kardeşine keskin bir bakış attı ama Göker onu algılayacak
beden ve beyin bağını çoktan çürüyen omzunda kaybetmişti. Ebrar kaşlarını
çatıp Göker’e “Sen şimdi şaka mı yapmaya çalıştın?” diye sordu. Göker gözlerini
kapatıp inlerken “Beceremedim özür dilerim.” dedi. Ebrar ona arkasını dönüp
uzaklaşırken “Benden değil, Nehir’den özür dile.” diyerek kesin bir şekilde
konuştu.Erdem sinirle girişe doğru yönelirken Gökmen, Göker’e
bir bakış atıp gelen misafirlerinin arasına döndü.
Tekrar kan beynine gitmeye başladığında, Nehir’in ona
kırgınca baktığını ve özür dilemesini beklediğini fark etti. Bu zamana kadar
bir kızdan özür dilememişti Göker. O hep kızların salyalarını akıtarak baktığı
üniversitenin playboy çocuklarından biriydi. Bir elini ensesine atıp “Ben, özür
dilerim.” dedi, ağızının kenarıyla.
“Duymadım.”
“Dedim ki; Özür dilerim.”
“Bu tarz şeylerden hoşlanmam, bir daha yapmayacağına
söz verirsen seni affederim.”
Göker gülümseyerek elini uzattı. “O zaman ateşkes.”
Nehir kendisine uzatılan eli tutup hafifçe sıktı.
“Ateşkes.”
Ebrar, Nehir’e şaka yapan Gökmen’in küçük versiyonuna
kızsa da, Gökmen’in davranış şekliyle yumuşamıştı o an. Kardeşi diye haksızlığını
savunmamış ona gerektiği cevabı vermişti. Memnun bir ifadeyle etrafı incelerken
yanına gelen hafif kırlaşmış olan saçlara sahip adama döndü.
“Rahatsız etmiyorum umarım.”
Adamın mütevazi tavrına başını eğerek karşılık
verdi.
“Estağfurullah.” dedi.
“Ben Gökmen’in babasıyım. Ortamda masum bir şekilde
duran hanım kızımla tanışmak istedim.”
“Ha öyle mi? Kim peki, gösterin ben size yardımcı
olayım.”
Adam kendisine bakıp sırıttığında bir an bocalasa da
ciddi misiniz dercesine adama baktı. Adam başını sallayıp onu onaylarken
kahkaha atıyordu. Süleyman Amca’nın da yanlarına gelmesiyle hafifçe kenara
kaydı Ebrar.
“Benim meleğim yine kimleri güldürüyor bakalım.”
Gökmen’in babası Ebrar’a gülümseyerek tekrar bakıp,
karşısındaki hemen hemen kendisiyle yaşıt adama döndü.
“Merhaba, ben Gökmen’in babasıyım. Adım Arslan.”
“Öyle mi? Hoşgeldiniz. Ben de Süleyman. Sokağın
başındaki restoranın sahibiyim. Her zaman beklerim efendim.”
Gökmen’in babası keyifle Süleyman beyi onayladıktan
sonra Ebrar’ı işaret edip konuşmaya devam etti.
“Hanım kızımızla tanışmak istedim.”
Süleyman amca başını salladı ve Ebrar’a baktı. Sus pus
olmuştu.
“Kendisi karşı kafenin sahibi bizim de koruyucu
meleğimizdir. Az önce gelenleri nasıl postaladığını görmüşsünüzdür.”
Arslan Bey keyifle Süleyman beyi dinleyip onu
onaylarken Ebrar’a baktı. Adını layıkıyla taşıyan bir kızdı.
Ebrar müsaade isteyip Berrak Hanımların yanına doğru
gittiğinde Arslan Bey ve Süleyman Bey’in yanına kebapçı Hüseyin gelmişti.
Hüseyin beyin gelmesiyle konu tamamen dağılmıştı. Arslan Bey Ebrar’ın
arkasından kısa bir bakış atıp önüne döndü. Gökçe’de böyle bir kız olsaydı
keşke diyerek içinden geçirdi fakat kendi kızı tam bir cadıydı. Aralarında
genel sektör muhabbeti dönmeye başladığında Gökçe kenarda gözlerini kısmış
Nehir’i ve Ebrar’ı izliyordu. Babası Ebrar’ın yanına gitmiş ve onunla
konuşmuştu. Her zaman insanlara soğukkanlılıkla yaklaşan babasından
beklenmeyecek bir hareketti. Annesi ise aile dostlarının yanında muhabbet
ediyor arada babasıyla Ebrar’a bakıyor, gülüyordu.
Göker’in Nehir denen kıza yaptığı boş ve saçma şey ise
sinirlerini hoplatmıştı. Ağabeyi kızı savunmuş ve kardeşini bir nevi rencide
etmişti.
İlerleyen saatlerde, Ebrar’ın gitmesiyle yavaş yavaş
dağılan esnaf tayfası Gökmen’e “Kolay gelsin.” diyerek veda ettiler. Haftaya
ona özel mahallede bir hoş geldin partisi yapacaklarını ve herkesin bir şeyler
getirip sokakta masaları ayarlayıp eğlenceli vakit geçireceklerinin kesinliğini
bildirdiler.
Gökmen bu aile sıcaklığını aratmayan esnafa teşekkür ederek
içeride didişen ikizlere döndü. Anne ve babası da ona şans dileyip kafeden
çıktıklarında kendini pofuduk koltuklardan birine attı.
“Ne açılıştı ama!” diyerek kendi kendine söylenmeden
edemedi. İkiz kardeşleri sonunda didişmeleri bıraktığında
sessizleşmişlerdi. Fakat Gökçe fazla sessiz kalamadı.
“O izbandut tipli adam kimdi abi?” diyerek ona
seslenen Gökçe’ye döndü. Esnafa kendini sevdirmiş karşı kafenin kızlarına karşı
ise antipati besleyeceğini bariz bir şekilde belli etmişti. Dükkana severek ve
isteyerek geleceğini anlamıştı Gökmen. Sorduğu soruya ise “Önemsiz biriydi boş
ver.” dedi.
“Ne dedi arkasındaki iki avanağa, heh tarantula bir de
neydi-“
“Koca Ayı.”
“Böyle tipler kaldı mı ya?” diyerek hayret eden Göker,
Gökçe’ye baktı.
“Ama Ebrar nasıl ayarı verdi? Adam süt dökmüş kediye
döndü bir an.” Omuz silkip önüne dönen Gökçe etrafa kısa bir bakış attı ve
konuyu 360 derece çevirdi.
“Yalnız güzel olmuş masa sandalyeler falan sevdim.”
“Biz yaptık kızım tabi güzel olacak, değil mi abi?”
“Sen hiç konuşma Göker. Nehir’e yaptığın aklıma
geldikçe sinirleniyorum.”
“Altı üstü boş ve saçma bir şey abi, abartma bence.
Kızın salaklığı.”
Gökçe’nin rahat tavrıyla daha da sinirlenen Gökmen
kaşlarını çatıp ona döndü.
“Senin gerzek ikizinin salaklığı. Burada yüz yüze
bakacağımız insanlara çocukça şaka yapmak da ne.”
“Haklısın abi özür dilerim. Nehir’den de özür diledim
zaten.” derken istemsizce elini omzuna atıp birkaç kez ovaladı Göker.
Kardeşinin pişman olduğunu anlayan Gökmen başını
sallayıp karşı kafeye bir bakış attı. “Kız affettiyse tamam.”
“İtinayla ateşkes imzalanır.”
Göker’in sırıtmasıyla sırıtan Gökmen hırsla ayağa
kalkan ve kapıya yürüyen Gökçe’ye baktı.
“O iki kadın sizi ellerinde oyuncak edecekler ve bunu
fark etmiyorsunuz bile. Gidiyorum ve onlarla muhatap olmaya devam ederseniz
buraya gelmem.”
“Çocuklaşma Gökçe.”
“Ciddiyim abi.” diyerek hırsla kafeden çıktı. Ardından
birbirine bakış atan abi kardeş ise başlarını bir kez daha umutsuzca
salladılar.
Akşama doğru kapanmak için hazırlanan kafelerde ortam
sakinleşmişti. Ebrar yine müşterisiyle dikkatle ilgileniyordu. Karşı kafeyi
merak eden müşteriler denemelik oraya gideceklerini söylüyor ama Ebrar’ı
bırakmaktan söz etmiyorlardı. “Oraya bir kez gideriz, hem kahve sevmem ben
sonra yine sana geliriz tatlı Ebrar.” Genelde bu sözleri duymuştu gün içinde.
Müşteri kaybetmek istemiyordu. Hele son zamanlarda artan yoğunluğun azalmasını
hiç istemiyordu. Sokaktaki dükkanların kapanmasına dakikalar kala herkes kendi
hesabını yapıyordu. Süleyman amca yine dolu dolu müşteri ağırlamıştı. Berrak
Hanım arka sokağın dedikodusunu ev kadınlarından alıp yan komşusuyla
paylaşmıştı. Butikçi Güzin Hanım’da son müşterinin beden ölçülerini aldıktan
sonra dükkanı kapayıp kendini Ebrar’ın kafesine atmıştı.
“Varsa bir sıcak çikolata alabilir miyim, güzellik.”
“Güzin abla tabi ki!”
“Bugün erken ayrıldın açılıştan neden kuzum?”
“İş var yani sonuçta Güzin abla. kafeyi açmam
lazımdı.”
“Haftaya Gökmen’e hoş geldin partisi yapılacak
sokakta. Sen de olacaksın değil mi?”
Nehir’in tedirgin bakışlarıyla karşılaşan Ebrar bir an
tereddüt etti.
“Bilmem.”
“Herkes olacak. İtiraz kabul etmiyor Süleyman amca. O
yapalım dediyse yapılır.”
Başını sallayıp onaylayan Ebrar Nehir’e göz kırpıp
gülümsedi.
“İyi bakalım orada oluruz.”
Sıcak çikolatasını keyifle içen Güzin Hanım Ebrar’a
gülümseyerek baktı.
“Bu tadı hiçbir şeye değişmem. Harika kıvam mükemmel
tat.”
“Afiyet olsun.” diyerek neşeyle gülen Ebrar kasada
hesabı yapmaya başladı. Erdem mutfaktan çıkıp ceketine uzanırken Güzin Hanım’a
ayıp olmasın diye “Afiyet olsun.” dedi, Güzin Hanım cevap olarak başını
sallarken Ebrar’a dönüp “Ben çıkıyorum.” dedi ve Nehir’e göz kırparak kafeden
ayrıldı. Sokağın köşesini dönüp ceketinin önündeki fermuarı kapatmayı çalışan
Erdem birine çarpıp durdu.
Gökmen’in kız kardeşi Gökçe ona ters bir bakış attı.
“Özür dilerim görmedim.”
“Önünüze bakmıyorsunuz da ondan.”
“Ben fermuarımı kapıyordum.” diyerek ceketi işaret
eden Erdem’i yanlış anlayan Gökçe dudaklarını şaşkınlıkla araladı.
“Terbiyesiz!”
Erdem kaşlarını çatıp kıza bakarken duraksadı. Aklına
gelen şeyle yüzünü buruşturdu.
“Aklınız nerelerde bilmiyorum hanımefendi. Fakat
ceketimi kast etmiştim.” dedi ve Gökçe’nin cevabını beklemeden yürümeye devam
etti.
Gökçe kızaran suratıyla saatlerdir abisini ve ikizini
beklediği kaldırımın kenarına oturup ayakkabılarını çıkardı. Yanında nakit
olmadığı için taksiye binememişti. Abisini ve ikizini saatlerdir arabanın orada
bekliyordu. Erdem’in arkasından son bir bakış atıp ayakkabılarına döndü. Şimdi
bu hiç karşılaşmak istemediği adama karşı bir özür borcu vardı. Çok geçmeden
abisi ve ikiz kardeşini gördüğünde huysuzca mırıldandı.
“Kafede kalsaydınız ya!”
“Sen eve gitmedin mi çirkin?”
“Of abi nakit yoktu üzerimde.”
“Kafeye gelseydin tekrar.”
“İstemedim burada bekledim. Hadi eve gidelim.”
Göker’in yüzüne bakmadan arabaya binen Gökçe ikizine
kırılmıştı. Bir kez olsun onun tarafında olmamıştı Göker. Hep Gökmen abisini
onaylıyordu. İkizlerdi ama duygularını anlamıyor, hissetmiyordu ya da hissetse
de görmezden geliyordu. Sessiz geçen araba yolculuğu sonunda eve bırakan
abisine teşekkür edip Göker’i beklemeden araçtan indi. Topukluları çıkartıp
yalın ayak eve doğru yürümeye başladı. Aniden yerden ayakları kesilip
havalandığında küçük bir çığlık attı.
“Göker bırak konuşmuyorum seninle küsüm!”
“Ben ne yaptım ya?”
“Bir kez... Lanet olası bir kez bana hak ver!”
Göker derin bir nefes alıp verdikten sonra kapıya
kadar kucağında getirdiği ikizini kucağından nazikçe indirdi.
“Ebrar ve Nehir mevzusunu abartıyorsun.”
“Abartıyorum öyle mi? Ben sizi ilerde görürüm!”
İkizinin sızlanmalarını kulak ardı ederek kapıyı açan
Göker, ona geçmesi için öncelik verdi. Gökçe yüzünü somurtarak içeri girdikten
sonra içeri girip kapıyı kapadı.
Kardeşlerini evlerine bırakıp kendi evine dönen Gökmen
günü bir kez daha aklından geçirdi. Ebrar yani nam-ı diğer turuncu afet bugün
kadir denen adamın karşısında net ve kendinden emin bir şekilde konuşmuş adamı
kafeden kovmuştu. Annesinin ve babasının o kafedeyken ona karşı yaklaşımları
ise dikkatinden kaçmamıştı. Babası onun kafesine gidecekti bunu biliyordu.
Neden bu kadar üstelediğini anlamasa da olayları akışına bırakmayı tercih etti.
Göker’in yaptığı şaka mevzusunda konuşurken Ebrar’ın ona karşı biraz daha
yumuşadığını arada attığı kaçamak bakışlarından sezmişti. Neden anlaşamasındı
ki onunla da diyerek aklından geçirdi. Kendi aralarında da başında yaşadıkları
olaydan dolayı bir ateşkes yapmaları şarttı. İlk adımı da pekala, kendisi
atabilirdi.
Ebrar yorgun bir şekilde döndüğü evine girip
anahtarları gelişigüzel bir yere fırlatıp doğruca yatak odasına çıktı ve
kendini yatağa bıraktı. Tolgayla konuşacak takati bile kalmamıştı. Telefonunu
kapatarak kendini tamamen uykunun kollarına bıraktı. Bundan sonra daha da
hareketli günler bekliyor olacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder