14 Aralık 2017 Perşembe

BURANIN HESABINI BEN ALIRIM (4)

Ebrar elini geri çekip Erdem ve Nehir’e bir bakış attı. Süleyman Amca gözlerini kısıp Ebrar ve Gökmen’e baktı. İlk konuşmaları olmadığını anladı o an. Üstelemeden Göker ve Gökçe’ye döndü.

“Bu ikili de ikizmiş çocuklar. Hanım kızımız Gökçe oğlumuzun adı da Göker. Gökmenin kardeşleri.”

Nehir gülümseyerek ve heyecanla elini Gökçe’ye uzattı.

“Tanıştığıma çok memnun oldum.”

Gökçe tek kaşını kaldırıp isteksizce Nehir’in elini tuttu. Süleyman Amca’ya ayıp olmasın diye bunu yapmıştı. Nehir ve patronu olan Ebrar’dan haz etmemişti. Ona göre bu iki kadın abisi ve kardeşini baştan çıkarma potansiyeli olan düşmanlardı. Gökçe’nin yersiz ön yargıları hiçbir zaman değişmemişti. Bir insanı görüp ilk izlenimde ne aldıysa onu kabul ederdi. Tanıma fırsatı vermezdi kendine. Kötü, kötüydü. İyi, iyiydi. Ebrar ve Nehir iyi insanlar olsa da Gökçe’den kötü damgasını yemişlerdi.

Nehir Göker’le de tanıştıktan sonra Erdem devreye girdi. Erdem çırpı bacağın Nehir’e yaklaşımını ve tavrını beğenmemişti. Nehir bunu fark etmese de kendisi fark etmişti. Gökçe kendisine baktığında kendinden emin bir şekilde istifini bozmadı. Elini uzatıp tokalaşmayı bekleyen Gökçe’nin eline kısa bir bakış atıp isteksizce onun Nehir’e yaptığı gibi tokalaştı. Aslında tam olarak elini tuttu ve bir iki saniye sürmeden önemsiz bir şeymiş gibi bıraktı. Gökçe bu hareket karşısında afallasa da Süleyman amcanın cengaver diye tanıttığı adamın aslında bir dağ ayısı olduğunun kanaatine vardı. Onun çevresindeki erkeklerle arasında dağlar gibi fark vardı. Centilmen ve yardımsever erkekler vardı Gökçe’nin çevresinde ve hiç kimse ona değersiz biri gibi davranmamıştı. Bundan sonra bu adamla aynı ortamda denk gelmemeyi kendisine not etti.



Kısa süre içinde ortam tam bir açılış havasına bürünmüş, Gökmen’in gelemeyen yakınlarının gönderdiği çiçeklerle ortam daha da renklenmişti.  Göker ve Gökçe’nin okuldan gelen müzikle ilgilenen arkadaşları slow müzikler çalmaya başlamıştı. Annesi ve babası da kafeye geldiklerinde etrafı beğeniyle süzmeye başlamıştı. Gökmen onları görüp yanlarına giderken istemsizce Ebrar’ın nerede olduğuna bakındı. Annesinin onu görmesini istiyordu. Nedenini bilmediği bu isteği göz ardı edip annesine odaklandı. Göz göze gelen anne ve oğul birbirine gülümsedi.

“İlk göz ağrım burası harika olmuş.”

“Beğenmene sevindim Sultanım.”

“Hergele iyi iş çıkarmışsın. Hoş benim izimden devam etseydin daha da iyi işler çıkartırdın ama söz konusu sizin hayalleriniz olunca diyecek bir şey yok.”

“Sağ ol baba. Şirketten gelen çiçeklerle doldu etraf. Sen yerini devrettin ama çalışanların hala ben bir gün oraya gelirim diye yağ çekiyorlar.”

Arslan bey gür bir kahkaha attığında Gökmen de ona eşlik etti. Etrafa göz gezdirirken babası kolunu tutup iyice yaklaştı.

“Şu kenardaki kız kim? Hiç böyle bir arkadaşınla tanışmamıştım. Yeni mi?”

Gökmen babasının söylediği tarafa baktığında bir an durdu. Çoğu arkadaşını ailesi tanırdı ve babası kızların güzelinden, çirkininden iyi anlıyordu. Şuan ki manzarada yer alan Ebrar ise etrafındakilere gülücükler saçıyor her şeyiyle kendini belli ediyordu.

“Hergele kime diyorum.”

“Baba o şey…” boğuk çıkan sesini fark edip birkaç kez öksürdü ve bozuntuya vermeden devam etti. 

“Buradaki esnaftan. Karşı kafenin sahibi. Ebrar.”

“Ebrar demek.” dedikten sonra bir süre babası Ebrar’ı seyretti. Merakla babasına bakan Gökmen annesine yandan bir bakış attı. Annesi babasının baktığı yerdeki kızı gördüğünde dikkatle inceledi. 
Kocasından önce davranarak konuştu.

“Ebrar’ın anlamı iyi huylu, özü sözü doğru olan samimi insan demektir.”

“Aynen öyle. Annen doğru söyledi. Çok masum da bir kıza benziyor. Onun kafesine gitsem alınır mısın?”

“Bana gelsen para ödemeyeceksin ama ona gidersen ödeyeceksin.”

“Hep ticaretine bakma işin hergele.”

“Kafana göre takıl baba.”

“Neyse oğlum sen misafirlerinle ilgilen biz buralardayız.”

Yanağından öpen annesine minnetle baktı. Her zaman yanında olduklarını belirten ebeveynlere sahipti. Bu herkesin sahip olmadığı bir şeydi. Şanslıydı.



İlerleyen saatlerde dükkana giriş yapan üç adam ile esnaf huysuzca homurdanmaya başladı. Gökmen olaya bir anlam veremese de onlara doğru yaklaştı. İki adam geride biri önde etrafı alıcı gözle seyretti. Öndeki konuştuğunda Gökmen durdu.

“Vay vay vay, yeni mekan demek. Tarantula hesaba burayı da ekleyelim.”

“Emredersin abi.”

Gökmen kaşlarını çatıp adama bakarken, adam ona doğru yaklaşıp elinde salladığı tesbihi bileğine geçirdi.

“Buranın patronu sen misin?”

Gökmen kendinden emin bir şekilde “Evet, benim.” dedi.

“İyi bana hesabı verirsin o zaman.”

“Derken? Siz-“

“Kadir, boş yapmıyor musun?”

Ebrar Gökmen’in yanına gelip Gökmen’in sözünü kestiğinde, Gökmen adama ismiyle hitap eden Ebrar’a yandan bir bakış attı. Karşısındaki adam Ebrar’ı baştan aşağı süzüp gülümsediğinde ise sinirlenmişti.

“Ooo, Ebrar Hanım sen de mi buradaydın.”

“Burada olmam gayet normal Kadir. Şu iki gereksizle huzursuzluk çıkarmaya kalkmayın.”

Kadir, Ebrar’ın Gökmen’i savunmasına sinir olmuştu. Bu kız bu kadar pençesini göstermemişti önceden. Esnafa karşı o geldiğinden beri söz geçiremiyordu ve bu kıza hayrandı. Kimseden para kopartamasa da keyfiyetten yaptığı durumuna balyoz darbesini vuran Ebrar’a karşı hayranlığını herkes biliyordu. Ah bir de nişanlı olmasaydı demekten kendini alamıyordu.  O Tolga gerzeği kapmıştı gül gibi kızı. Kendi yandığıyla kalmıştı.  

“Benim olayımı biliyorsun.” diyerek Gökmen’e keskin bir bakış attı.

“Evet. Sen ve senin boş olayların. Polisi çağırayım mı Kadir. Bunu ister misin?”

Kadir gülümseyerek Ebrar’ın gözlerinin içine baktı.

“Koca Ayı arabayı getir koçum gidelim.”

Arkadaki adamlardan şişman yapılı olan hemen dışarı çıktı.

“Edebinizle duracaksanız durun.”

Kadir olumsuz anlamda başını salladığında Ebrar “İyi o halde toz olabilirsiniz.” dedi.

Adamıyla beraber kafeden çıkan Kadir, Ebrar’la karşılaşıp konuşmaya sevinse de o yeni gelen herifi korumasına içten içe kıllanmıştı. Yine bana ayarı verdi diye geçirdi içinden. Arabasının kapısını açan Çakır’a nam-ı diğer Tarantula’ya kısa bakış attı ve arabaya bindi.

Kadir ve adamları gittikten sonra dükkanda oluşan kısa bir sessizlik ardından herkesin kendi konuşmasına dönmesiyle Ebrar Gökmen’e yandan bir bakış attı ve bir şey demesini beklemeden Erdem’in ve Nehir’in yanına gitmek için hareketlendi. Gökmen kolundan tutup onu durdurduğunda
Ebrar kolundaki ele ve sahibine bakıp ona döndü.

“O adam kimdi?”

“Esnaf arasında haraççı diye gezinen Kadir, gösteriş yapmaya geldi ama yapamadı işte. Boş ver.”

Gökmen Ebrar’ın açıklamasıyla kaşlarını çattı.

“Esnaftan para mı topluyor?”

“Topluyordu ben gelene kadar.”

“Nasıl yani?”

“Hiçbiri karşı cevap verememiş işte. Arada paralarını alıyormuş Kadir. Ben de ters teptiğinden beri kimseye bulaşmıyor. Bakma öyle heybetli pozlar kesmesine, bir şey değil yani. Paraya da ihtiyacı yok. Keyfiyetten bu pozlara giriyor. Galerisi var.”

Gökmen öğrendiği bilgilerle başını salladı. Ebrar arkasına döndüğünde “Teşekkür ederim.” dedi.
Ebrar bir an dönüp önemli olmadığını söylemek istese de vazgeçti. Bir yerde bu adamın centilmen olduğu izlenimini hissetti. Ama fazla kurcalamanın alemi yok diyerek sessiz kaldı.



Nehir elindeki kokteyl bardağını arka tarafta köşede gördüğü bir tabloya dikkatini verirken masanın üzerine bıraktı. Tablodaki insan suretlerine atılan boya darbelerini hayranlıkla izliyordu.

“Hoşuna  gittiyse sana verelim.”

Arkasında duyduğu Göker’in sesi ile yerinde sıçrayıp kolunu geriye doğru çekerken dirseğiyle masanın üzerindeki bardağa çarptı.

“Hiii!”

Yerle buluşup tuzla buz olan bardağa bakıp elleriyle dudaklarını kapadı. Göker dudağını ısırıp gözlerini kapadığında karşıdaki görüntüyü görmek istememişti.

“Ay çok sakarım! Ya öyle aniden gelinir mi arkadan ama haydi geldin diyelim ne aniden konuşuyorsun!”

Nehir’in ard arda isyanları devam ederken Göker yavaşça gözlerini açıp karşısında telaştan ne yapacağını bilemeyen Nehir’in susmasını bekledi. Sonunda gözleri buluştuğunda Nehir ellerini iki yana kaldırarak “Ne yapacağım?” diye sordu.

Göker eline geçen bu tatlı fırsatı ve bu kızın tatlı telaşını göz ardı etmek istemeyerek küçük bir oyunun zararsız olacağını düşünerek aniden ciddileşti.

“Abim hepsini özel olarak ayarlamıştı. İlk günden bir bardağının kırılması onu sinir eder.”

“Ciddi olamazsın. Ben... Ben çok üzgünüm. Of özür dilerim.”

“Benden değil abimden dilemelisin bence.”

“Yerine aynı bardağı alsam olmaz mı?”

“Özel bardaklardı cümlesinin neresini anlamıyorsun? Abim hepsini bin bir zahmetle sipariş etmişti.” Bir an duraksayıp düşünüyormuş gibi işaret parmağını yanağın yasladı ve “Sanırım antika da olabilir.” diyerek işi daha da abartmakta zarar görmedi.

Nehir yüzünü buruşturup yerde tuzla buz olana bardağa baktı. Bu bardak antika olamazdı. Hiç antika gibi durmuyordu. Abisiyle Göker’i kandırmışlardı.

“İyi de hiç antika gibi durmuyor.”

“Ne antika gibi durmuyor?”

Ebrar’ın Göker’in arkasında Erdem ile dikilmesiyle bakışlar onlara döndü. Nehir eliyle yeri işaret ettiğinde Ebrar yerdeki görüntüyü inceledi. Kırılmış bir bardak ve etrafa saçılan kokteyl vardı. Antika olayın neresindeydi.

“Antika olan bardak mı?” diye soran Erdem direk Göker’e baktı. Göker sertçe yutkunduğunda Nehir onun cevap vermesini beklemeden “Öyleymiş.” dedi.

Erdem kaşlarını yukarı doğru kaldırıp Göker’e “Demek öyleymiş ha.” dedi.
Göker etrafa kaçamak bakışlar atıp bu heriften kurtulmak istiyordu. İşte şu an sıçmış ve sıvama kısmına gelmişti. Fakat bu kısım biraz fiziksel hasar meydana getirebilirdi. Abisini gördüğünde yüzüne yapmacık bir gülümseme yerleştirdi. Gökmen bir sorun olduğunu hissedip ona doğru gelirken kardeşinin yanında olan Ebrar’ı Erdem’i ve Nehir’i fark etti.

“Abi beni annem çağırıyor sanırım.” diyerek konuya giriş yaptığında Erdem ensesinden nazik görünen ama sert bir şekilde tutuşunu gerçekleştirip onun durmasına sebep oldu.

“Erdem, sorun ne?” diyerek ciddileşen Gökmen kardeşini yanına çekti.

“Nehir sanırım yanlışlıkla bardağı yere düşürmüş.”

Gökmen yere bakıp yeni fark ettiği şey ile omuzlarını silkip Erdem’e kısa bir bakış atıp, ürkekçe kendisine bakan Nehir’e gülümsedi.

“Sorun değil.”

“A-ama antika olduğunu söyledi kardeşiniz?”

Gökmen bir elini Göker’in omzuna atıp sıktı ve Nehir’e gülümsedi, tekrar.

“O yanlış biliyor, şuan burada antika olan tek şey onun espiri anlayışı. Umarım onu da bir gün kırabiliriz.” Son cümlesini dişlerinin sıkarak mırıldanırken, kardeşi elinin altında son nefesini veriyordu.

“Ben... Ben yine de özür dilerim. İstemeden oldu.”

“Alt tarafı bir bardak. Senden değerli değil Nehir. Rahatla. İstersen bütün bardakları kır. Sorun yok. Antika olsa bile.” Son cümleyi söylerken kardeşine keskin bir bakış attı ama Göker onu algılayacak beden ve beyin bağını çoktan çürüyen omzunda kaybetmişti. Ebrar kaşlarını çatıp Göker’e “Sen şimdi şaka mı yapmaya çalıştın?” diye sordu. Göker gözlerini kapatıp inlerken “Beceremedim özür dilerim.” dedi. Ebrar ona arkasını dönüp uzaklaşırken “Benden değil, Nehir’den özür dile.” diyerek kesin bir şekilde konuştu.Erdem sinirle girişe doğru yönelirken Gökmen, Göker’e bir bakış atıp gelen misafirlerinin arasına döndü.

Tekrar kan beynine gitmeye başladığında, Nehir’in ona kırgınca baktığını ve özür dilemesini beklediğini fark etti. Bu zamana kadar bir kızdan özür dilememişti Göker. O hep kızların salyalarını akıtarak baktığı üniversitenin playboy çocuklarından biriydi. Bir elini ensesine atıp “Ben, özür dilerim.” dedi, ağızının kenarıyla.

“Duymadım.”

“Dedim ki; Özür dilerim.”

“Bu tarz şeylerden hoşlanmam, bir daha yapmayacağına söz verirsen seni affederim.”

Göker gülümseyerek elini uzattı. “O zaman ateşkes.”
Nehir kendisine uzatılan eli tutup hafifçe sıktı. “Ateşkes.”



Ebrar, Nehir’e şaka yapan Gökmen’in küçük versiyonuna kızsa da, Gökmen’in davranış şekliyle yumuşamıştı o an. Kardeşi diye haksızlığını savunmamış ona gerektiği cevabı vermişti. Memnun bir ifadeyle etrafı incelerken yanına gelen hafif kırlaşmış olan saçlara sahip adama döndü.

“Rahatsız etmiyorum umarım.”

 Adamın mütevazi tavrına başını eğerek karşılık verdi.

“Estağfurullah.” dedi.

“Ben Gökmen’in babasıyım. Ortamda masum bir şekilde duran hanım kızımla tanışmak istedim.”

“Ha öyle mi? Kim peki, gösterin ben size yardımcı olayım.”

Adam kendisine bakıp sırıttığında bir an bocalasa da ciddi misiniz dercesine adama baktı. Adam başını sallayıp onu onaylarken kahkaha atıyordu. Süleyman Amca’nın da yanlarına gelmesiyle hafifçe kenara kaydı Ebrar.

“Benim meleğim yine kimleri güldürüyor bakalım.”

Gökmen’in babası Ebrar’a gülümseyerek tekrar bakıp, karşısındaki hemen hemen kendisiyle yaşıt adama döndü.

“Merhaba, ben Gökmen’in babasıyım. Adım Arslan.”

“Öyle mi? Hoşgeldiniz. Ben de Süleyman. Sokağın başındaki restoranın sahibiyim. Her zaman beklerim efendim.”

Gökmen’in babası keyifle Süleyman beyi onayladıktan sonra Ebrar’ı işaret edip konuşmaya devam etti.

“Hanım kızımızla tanışmak istedim.”

Süleyman amca başını salladı ve Ebrar’a baktı. Sus pus olmuştu.

“Kendisi karşı kafenin sahibi bizim de koruyucu meleğimizdir. Az önce gelenleri nasıl postaladığını görmüşsünüzdür.”

Arslan Bey keyifle Süleyman beyi dinleyip onu onaylarken Ebrar’a  baktı. Adını layıkıyla taşıyan bir kızdı.

Ebrar müsaade isteyip Berrak Hanımların yanına doğru gittiğinde Arslan Bey ve Süleyman Bey’in yanına kebapçı Hüseyin gelmişti. Hüseyin beyin gelmesiyle konu tamamen dağılmıştı. Arslan Bey Ebrar’ın arkasından kısa bir bakış atıp önüne döndü. Gökçe’de böyle bir kız olsaydı keşke diyerek içinden geçirdi fakat kendi kızı tam bir cadıydı. Aralarında genel sektör muhabbeti dönmeye başladığında Gökçe kenarda gözlerini kısmış Nehir’i ve Ebrar’ı izliyordu. Babası Ebrar’ın yanına gitmiş ve onunla konuşmuştu. Her zaman insanlara soğukkanlılıkla yaklaşan babasından beklenmeyecek bir hareketti. Annesi ise aile dostlarının yanında muhabbet ediyor arada babasıyla Ebrar’a bakıyor, gülüyordu.

Göker’in Nehir denen kıza yaptığı boş ve saçma şey ise sinirlerini hoplatmıştı. Ağabeyi kızı savunmuş ve kardeşini bir nevi rencide etmişti.

İlerleyen saatlerde, Ebrar’ın gitmesiyle yavaş yavaş dağılan esnaf tayfası Gökmen’e “Kolay gelsin.” diyerek veda ettiler. Haftaya ona özel mahallede bir hoş geldin partisi yapacaklarını ve herkesin bir şeyler getirip sokakta masaları ayarlayıp eğlenceli vakit geçireceklerinin kesinliğini bildirdiler. 

Gökmen bu aile sıcaklığını aratmayan esnafa teşekkür ederek içeride didişen ikizlere döndü. Anne ve babası da ona şans dileyip kafeden çıktıklarında kendini pofuduk koltuklardan birine attı.

“Ne açılıştı ama!” diyerek kendi kendine söylenmeden edemedi.  İkiz kardeşleri sonunda didişmeleri bıraktığında sessizleşmişlerdi. Fakat Gökçe fazla sessiz kalamadı.

“O izbandut tipli adam kimdi abi?” diyerek ona seslenen Gökçe’ye döndü. Esnafa kendini sevdirmiş karşı kafenin kızlarına karşı ise antipati besleyeceğini bariz bir şekilde belli etmişti. Dükkana severek ve isteyerek geleceğini anlamıştı Gökmen. Sorduğu soruya ise “Önemsiz biriydi boş ver.” dedi.

“Ne dedi arkasındaki iki avanağa, heh tarantula bir de neydi-“

“Koca Ayı.”

“Böyle tipler kaldı mı ya?” diyerek hayret eden Göker, Gökçe’ye baktı.

“Ama Ebrar nasıl ayarı verdi? Adam süt dökmüş kediye döndü bir an.” Omuz silkip önüne dönen Gökçe etrafa kısa bir bakış attı ve konuyu 360 derece çevirdi.

“Yalnız güzel olmuş masa sandalyeler falan sevdim.”

“Biz yaptık kızım tabi güzel olacak, değil mi abi?”

“Sen hiç konuşma Göker. Nehir’e yaptığın aklıma geldikçe sinirleniyorum.”

“Altı üstü boş ve saçma bir şey abi, abartma bence. Kızın salaklığı.”

Gökçe’nin rahat tavrıyla daha da sinirlenen Gökmen kaşlarını çatıp ona döndü.

“Senin gerzek ikizinin salaklığı. Burada yüz yüze bakacağımız insanlara çocukça şaka yapmak da ne.”

“Haklısın abi özür dilerim. Nehir’den de özür diledim zaten.” derken istemsizce elini omzuna atıp birkaç kez ovaladı Göker.

Kardeşinin pişman olduğunu anlayan Gökmen başını sallayıp karşı kafeye bir bakış attı. “Kız affettiyse tamam.”

“İtinayla ateşkes imzalanır.”

Göker’in sırıtmasıyla sırıtan Gökmen hırsla ayağa kalkan ve kapıya yürüyen Gökçe’ye baktı.

“O iki kadın sizi ellerinde oyuncak edecekler ve bunu fark etmiyorsunuz bile. Gidiyorum ve onlarla muhatap olmaya devam ederseniz buraya gelmem.”

“Çocuklaşma Gökçe.”

“Ciddiyim abi.” diyerek hırsla kafeden çıktı. Ardından birbirine bakış atan abi kardeş ise başlarını bir kez daha umutsuzca salladılar.



Akşama doğru kapanmak için hazırlanan kafelerde ortam sakinleşmişti. Ebrar yine müşterisiyle dikkatle ilgileniyordu. Karşı kafeyi merak eden müşteriler denemelik oraya gideceklerini söylüyor ama Ebrar’ı bırakmaktan söz etmiyorlardı. “Oraya bir kez gideriz, hem kahve sevmem ben sonra yine sana geliriz tatlı Ebrar.” Genelde bu sözleri duymuştu gün içinde. Müşteri kaybetmek istemiyordu. Hele son zamanlarda artan yoğunluğun azalmasını hiç istemiyordu. Sokaktaki dükkanların kapanmasına dakikalar kala herkes kendi hesabını yapıyordu. Süleyman amca yine dolu dolu müşteri ağırlamıştı. Berrak Hanım arka sokağın dedikodusunu ev kadınlarından alıp yan komşusuyla paylaşmıştı. Butikçi Güzin Hanım’da son müşterinin beden ölçülerini aldıktan sonra dükkanı kapayıp kendini Ebrar’ın kafesine atmıştı.

“Varsa bir sıcak çikolata alabilir miyim, güzellik.”

“Güzin abla tabi ki!”

“Bugün erken ayrıldın açılıştan neden kuzum?”

“İş var yani sonuçta Güzin abla. kafeyi açmam lazımdı.”

“Haftaya Gökmen’e hoş geldin partisi yapılacak sokakta. Sen de olacaksın değil mi?”

Nehir’in tedirgin bakışlarıyla karşılaşan Ebrar bir an tereddüt etti.

“Bilmem.”

“Herkes olacak. İtiraz kabul etmiyor Süleyman amca. O yapalım dediyse yapılır.”

Başını sallayıp onaylayan Ebrar Nehir’e göz kırpıp gülümsedi.

“İyi bakalım orada oluruz.”

Sıcak çikolatasını keyifle içen Güzin Hanım Ebrar’a gülümseyerek baktı.

“Bu tadı hiçbir şeye değişmem. Harika kıvam mükemmel tat.”

“Afiyet olsun.” diyerek neşeyle gülen Ebrar kasada hesabı yapmaya başladı. Erdem mutfaktan çıkıp ceketine uzanırken Güzin Hanım’a ayıp olmasın diye “Afiyet olsun.” dedi, Güzin Hanım cevap olarak başını sallarken Ebrar’a dönüp “Ben çıkıyorum.” dedi ve Nehir’e göz kırparak kafeden ayrıldı. Sokağın köşesini dönüp ceketinin önündeki fermuarı kapatmayı çalışan Erdem birine çarpıp durdu.
Gökmen’in kız kardeşi Gökçe ona ters bir bakış attı.

“Özür dilerim görmedim.”

“Önünüze bakmıyorsunuz da ondan.”

“Ben fermuarımı kapıyordum.” diyerek ceketi işaret eden Erdem’i yanlış anlayan Gökçe dudaklarını şaşkınlıkla araladı.

“Terbiyesiz!”

Erdem kaşlarını çatıp kıza bakarken duraksadı. Aklına gelen şeyle yüzünü buruşturdu.

“Aklınız nerelerde bilmiyorum hanımefendi. Fakat ceketimi kast etmiştim.” dedi ve Gökçe’nin cevabını beklemeden yürümeye devam etti.

Gökçe kızaran suratıyla saatlerdir abisini ve ikizini beklediği kaldırımın kenarına oturup ayakkabılarını çıkardı. Yanında nakit olmadığı için taksiye binememişti. Abisini ve ikizini saatlerdir arabanın orada bekliyordu. Erdem’in arkasından son bir bakış atıp ayakkabılarına döndü. Şimdi bu hiç karşılaşmak istemediği adama karşı bir özür borcu vardı. Çok geçmeden abisi ve ikiz kardeşini gördüğünde huysuzca mırıldandı.

“Kafede kalsaydınız ya!”

“Sen eve gitmedin mi çirkin?”

“Of abi nakit yoktu üzerimde.”

“Kafeye gelseydin tekrar.”

“İstemedim burada bekledim. Hadi eve gidelim.”

Göker’in yüzüne bakmadan arabaya binen Gökçe ikizine kırılmıştı. Bir kez olsun onun tarafında olmamıştı Göker. Hep Gökmen abisini onaylıyordu. İkizlerdi ama duygularını anlamıyor, hissetmiyordu ya da hissetse de görmezden geliyordu. Sessiz geçen araba yolculuğu sonunda eve bırakan abisine teşekkür edip Göker’i beklemeden araçtan indi. Topukluları çıkartıp yalın ayak eve doğru yürümeye başladı. Aniden yerden ayakları kesilip havalandığında küçük bir çığlık attı.

“Göker bırak konuşmuyorum seninle küsüm!”

“Ben ne yaptım ya?”

“Bir kez... Lanet olası bir kez bana hak ver!”

Göker derin bir nefes alıp verdikten sonra kapıya kadar kucağında getirdiği ikizini kucağından nazikçe indirdi.

“Ebrar ve Nehir mevzusunu abartıyorsun.”

“Abartıyorum öyle mi? Ben sizi ilerde görürüm!”

İkizinin sızlanmalarını kulak ardı ederek kapıyı açan Göker, ona geçmesi için öncelik verdi. Gökçe yüzünü somurtarak içeri girdikten sonra içeri girip kapıyı kapadı.



Kardeşlerini evlerine bırakıp kendi evine dönen Gökmen günü bir kez daha aklından geçirdi. Ebrar yani nam-ı diğer turuncu afet bugün kadir denen adamın karşısında net ve kendinden emin bir şekilde konuşmuş adamı kafeden kovmuştu. Annesinin ve babasının o kafedeyken ona karşı yaklaşımları ise dikkatinden kaçmamıştı. Babası onun kafesine gidecekti bunu biliyordu. Neden bu kadar üstelediğini anlamasa da olayları akışına bırakmayı tercih etti. Göker’in yaptığı şaka mevzusunda konuşurken Ebrar’ın ona karşı biraz daha yumuşadığını arada attığı kaçamak bakışlarından sezmişti. Neden anlaşamasındı ki onunla da diyerek aklından geçirdi. Kendi aralarında da başında yaşadıkları olaydan dolayı bir ateşkes yapmaları şarttı. İlk adımı da pekala, kendisi atabilirdi.

Ebrar yorgun bir şekilde döndüğü evine girip anahtarları gelişigüzel bir yere fırlatıp doğruca yatak odasına çıktı ve kendini yatağa bıraktı. Tolgayla konuşacak takati bile kalmamıştı. Telefonunu kapatarak kendini tamamen uykunun kollarına bıraktı. Bundan sonra daha da hareketli günler bekliyor olacaktı.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞİMDİ KÖŞEYE SIKIŞTIN...(24)

Gökmen o gün şirkete gittiğinde kendini istemsizce kasılmış bir halde bulmuştu.  Şirkete adım attığı andan itibaren herkes duruşunu değiştir...