11 Ocak 2018 Perşembe

SEZENLER OLMUŞ(8)

Günler git gide monotonlaşırken esnafa daha da alışan Gökmen, aralarında güzel bir yer edindiğinin farkındaydı. Geçen günlerde Süleyman Bey ile bir ara tavla bile oynamıştı, sonunda yenilse bile bozuntuya vermemiş, Süleyman Bey ise Gökmen’i oğlu gibi kabullenmiş efendi hareketlerini de tasdik edip içten içe daha önceden tanıma fırsatı olmamasına üzülmüştü. Genç bir delikanlı ve kendinden emindi Gökmen. Erdem ile hareketleri farklı olsa da ikisi de efendi gördüğü genç delikanlılardı. Diğer esnaflar da Gökmen’e alışmış hatta onunla dalga geçecek konu bile bulmuşlardı.

Her sabah istisnasız kapıya çıkarttığı sandalyeleri ve birkaç masayı boydan camlara çarparak çıkartıyor, Suna ve Berrak Hanım eş zamanlı yüzlerini buruşturarak “Ay!” diye cırlayıp camların kırılmasını bekliyorlardı. Gökmen bu her zaman gerçekleşen olaya ilk başta yüzünü buruşturup cam kırılmasını beklese de zamanla artık ikiliye “Kırılmadı yine yırttık.” diye karşılık vermeye başlamıştı.

Ebrar ise, Gökmen’in Tolga ile karşılaştıkları günden beri mahalleye yansıtmak istemese de kafesinden dışarı adımını atmıyor sabahları bile kimseye görünmeden kafeye giriyordu. Gökmen suçluluk duygusu hissedip içten içe üzülse de elinin kolunun bağlandığını hissedip Ebrar’ı üzmemek için görünmez olmaya karar vermişti ona karşı. Nehir ve Erdem ise bir o kadar aynıydı herkese karşı. Göker, Nehir ile arada şakalaşmaya çalıştığında Erdem izbandut gibi Nehir’in tepesinde dikiliyor ve Göker’i Gökmen’in yanına postalıyordu. Göker bir zamandan sonra bu işi sırf Erdem’e inat olsun diye daha da abartmıştı ama en sonunda Erdem’in kendisine karşı sert bir şekilde uyarmasıyla ki bu uyarı biraz fiziksel olduktan sonra uslu çocuk olmaya karar vermişti. 

Mahallenin her zaman ki esnaf gününde, Gökçe ve Göker kafeye gelmek için okuldan erkenden çıkmış, abilerinin yanına gitmeyi tercih etmişlerdi. Gökçe en son olan olaydan sonra abisine hala biraz kırgın, biraz kızgındı.  Kafeye gitmemeyi tercih etmişti bir süre. İçten içe Göker eve gelip Erdem’i delirttiği anları anlatırken o anları görmeyi merak etse de inadı ağır basmıştı. O karşıdaki kafedeki kızlar yüzünden abisiyle arası açılacaktı.
Göker ise bu durumda yine Gökçe’nin patavatsızlığını öne sürmüş konuyu kendince kapamıştı. Abisinin artık ciddi bir ilişkisi olması şarttı, kimle olacağı onları pek ilgilendirmiyordu, sonuçta abisinin hayatıydı.

Sırtındaki gitar çantasını kafeye girdiklerinde çıkartıp kasanın arka tarafına koydu. Gökçe ise sessizce arka tarafa gidip topuklularını çıkarttı ve spor ayakkabılarını giydi. Üzerindeki kıyafet ise kafeye en son geldiği kıyafetlerle alakasızdı. Biraz kısa etek ve ince bir gömlek omuzlarına dökülen açık saçlar ve koyu göz alıcı makyaj... O gün ile tek ortak noktası ayakkabılardı. Okuldan dönmenin dezavantajı olsa da yapacak bir şey yoktu.

Gökmen müşterinin yanından kasaya geldiğinde Göker’i görüp sırıttı. Omzuna vurup “Ne var ne yok?” diye sordu. Göker ellerini havalı bir şekilde saçlarından geçirip küçük bir ıslık çaldı.

“Okulda kardeşin gitarını konuşturdu yine, aşık olmayanları da aşık ettim kendime. Huyum kurusun. E Gökçe’de patlattı bir şarkı ısrarlara dayanamayıp, tabi onun gibi cadalozu kim ne yapsın. Erkekler kaçtı. Bize bu sevdadan kalan yine kızlar abi.”

Gökmen kahkaha atıp önüne döndüğünde arkadan duyduğu Gökçe’nin sesiyle sustu.

“Kızlar benim arkadaşlarımdı geri zekalı ve o giden erkeklerin hepsi senin yüzünden gitti. Bizi tanımayanlar sayende beni senin sevgilin sanıyor.”

Gökmen gözünü kısıp Göker’e kısa bir bakış attı ve küçük kız kardeşinin de kendisine karşı artık kırgınlığının geçmesi için atağa geçti.

“Okuldakilere yaptığın hainliği geçtim de, hiç mi çekinmedin? Ulan sormazlar mı ‘Bu kıza bak, bu tıfıla bak, bu kız buna nasıl bakmış?’ diye. Utan be!”

Tebessümünü abisinden saklamaya çalışan Gökçe, Göker’in söyledikleriyle kendini tutamadı.

“Ya tamam, kızın gönlünü almak için beni satıyorsun eyvallah da bu kadarı da… Yuh yani! Ayrıca neden kendi ekmeğime neden zehir süreyim. Açıklasana abi açıkla hadi. Millet kendi uydurmuş sevgili mevzusunu.”

Göker rahat bir tavırla abisine meydan okurken Gökçe karşı atağa başlamıştı.
“Hii yalancı. Sude görmüş geçen bir çocuğa “Bak Gökçe benim helalim uzak dur.” diye nutuk çekiyormuşsun. Kro musun sen salak!”

Göker, Gökçe’nin dediğiyle ağzını mahallede yeni dedikodu öğrenen kadınlar gibi kapamış savunma moduna geçmişti.

“Kız Sude yalan söylemiş ayol sana. Ben orada bizim müzik grubundan Gökçe var ya bir tane daha onu kast ediyordum.”

Gökmen kardeşinin sonlara doğru kısılan sesiyle yüzünü buruşturup “Yazık.” diye cıkcıkladı. Gökçe’de abisine katılınca Göker onların lafını daha fazla yememek için bir müşteriyi gözüne kestirdi ve sanki onu çağırmışlar gibi “Hemen geliyorum efendim.” diyerek uzaklaştı. Gökçe arkasından bakıp gözünü kısarken Gökmen elini kardeşinin omzuna atıp onu kendisine çekti.

“Biraz konuşalım mı?”

Gökçe abisine bir bakış atıp başını olumlu anlamda salladı.

“Olur.”

“Hala kızgın mısın?” Abisinin kendisini aslında ne kadar çok düşündüğünü ve incitmek istemediğinin farkındaydı bu hareketiyle bile bütün yelkenlerini suya indirdi ve burukça gülümsedi.

“Değilim.”

“Kırgın mısın?”

 Başını olumsuz anlamda salladı.

“Peki, Göker’in bu dengesizliklerine son vermemi ister misin?”

“İyi olur. Hayatıma kimin girip girmeyeceğini ben karar versem çok mutlu olurum.”

“Göker seni korumaya çalışıyor.”

“İlkokuldan beri hep aynısını yapıp duruyorsunuz, o olmasa sen. Artık kabul etmelisiniz, bir yerde hayatıma illa biri girecek. O zaman ne yapacaksınız? Sizden bir şey saklamak istemiyorum, buna bir son vermeli artık.”

Gökmen kız kardeşinin ilk defa bu kadar ciddi konuşmasıyla duraksadı. Küçük kız kardeşini bir başka adama aşık olacağını düşünmek kötü bir şey değildi, aşık olsa kendilerine karşı yaklaşımı nasılsa o adama da öyle yaklaşırdı. Kız kardeşinin sevgisini ve ilgisini kaybetmek istemiyordu bir yerde.

“Tamam, son verir. Ama şunu unutma. Bir gün hayatına birini alırsan, o adamı döverim.”

“Al işte.”

“Ama seni üzerse daha fenasını yaparım. Şey gibi düşün. Başlangıçtan gözdağı vermek...”

Gökçe hafifçe kıkırdayıp başını salladı. Ardından içeri giren müşteriye doğru yöneldi.



Süleyman Bey dükkandaki çalışanlara dükkanı apar topar toplatırken kapıdaki yazıyı “Kapalı” yaptı. Mutfaktaki aşçı elindeki tabakları kapının önündeki araca dikkatle koyduktan sonra garsonlar da Süleyman Bey’in diğer dediği şeyleri hızlıca arabaya yerleştirdi. Süleyman Bey aralarından birini durdurup “Koçum şimdi herkese diyorsun ki Süleyman Amca kapatın kepenkleri haydi pikniğe gidiyoruz dedi de.” dedi. Karşısındaki genç garson afallayıp “Nasıl yani patron sabah o yüzden mi erkenden çağırdın, bu hazırlıklar piknik için mi?” diye sordu.

“Kerata sen bana hesap mı soruyorsun? Sen onlara de onlar anlar.”

Çocuk hızlıca dükkanlara doğru yöneldiğinde Süleyman Bey memnun olmuşçasına güldü.

“Suna Abla kolay gelsin. Usta dedi ki kepenkler kapansın, pikniğe gidiyoruz.”

“Aaa, ne kadar çabuk zaman geçiyor ama dur yeni gelen ürünlere fiyat vurmam lazım sonra kapatırım.”

Çocuk başını sallayıp Berrak Hanım’ın kuaförüne yöneldi. Suna Hanım arkasından kendi kendine konuşmaya başladı.
“Ah Süleyman Amca. İnsan bir haber eder de bir şeyler ayarlarız biz de. Neyse gidelim bakalım.”

“Berrak Abla kolay gelsin.”

“Aa sağol sen Süleyman Amca’nın keratalarından mısın?”

“Aynen abla onlardanım da usta diyor ki kepenkler kapatılsın pikniğe gidiyoruz.”

Berrak hanım bir an duraksayıp yere baktıktan sonra müşterileri gelmeye başlamadan çocuğu apar topar dükkandan kovmaya çalıştı. Çocuk neye uğradığını şaşırıp şaşkınca dükkandan çıkarken Berrak Hanım’ın dediklerine başını sallıyordu.

“Ayy, tamam git koş diğerlerine de söyle. Müşteri gelmeden kapatayım bari. Ayıp olmasın.”

Ebrar’ın dükkanına giren çocuk nefes nefese ağzını açtığında Erdem elini sus dercesine kaldırdı.

“Biliyoruz mevzuyu biz koçum sağol.”

Çocuk şaşkınca geri giderken gülümsemeden edemedi. Nehir mutfaktan dikkatle paketlenen pastayı aldıktan sonra Erdem gözlerini kıstı ve pastayı Nehir’in elinden aldı. Ebrar’a dönüp bir bakış attıktan sonra kapıya doğru döndü.

“Siz çıkın ben kapatırım dükkanı. Nehir arabamın anahtarını al. Bir arka sokakta araba. Mekan belli zaten. Bagaja pastayı koyarken dikkatli olun birkaç süs aldım ben Süleyman Amca’ya da bizden bir sürpriz olsun.”

“Ebrar.”

“Efendim Erdem Abi.”

“Sen iyi misin?”

Ebrar derin bir nefes alıp elini beline koyduktan sonra gülümsedi.

“İyiyim.”

“Tolga gelecek mi pikniğe.”

Ebrar, Nehir’e kısa bir bakış atıp parmaklarını önündeki tezgaha koydu ve kısa bir ritim tutturdu. Erdem sessizce ondan cevap bekliyordu. Ebrar son anda aklına bir şey gelmiş gibi çantasını eline aldı. Erdem başını neyse dercesine salladı ve Nehir’e “Çıkalım.” diyip kafeden ayrıldı.

Ebrar çantanın gizli bölmesinde sakladığı yüzüğü çıkartıp parmağına geçirdi. Çantasını toparlayıp kafeden çıktıktan sonra kepenklerin kapanmasını bekledi. Gökmen’de şaşkınca kafeyi kapatmak için harekete geçmişti.  Ebrar onun olduğu tarafa bakmamaya özen göstererek Hüseyin Bey’e gülüp el salladı.

“Bizim Süleyman yine coşmuş Ebrar.”

“Eh artık o da bir gelenek haline geldi.”

Göker “Neler oluyor?” diye karşıdan bağırınca merakla, Ebrar kapandığına emin olduğu kepenke bir bakış atıp Göker’e cevap vermeden arka sokağa doğru yöneldi. Mahmut Bey Ebrar’ın cevap vermeyeceğini anlayıp Göker’e bakıp konuşmaya başladı.

“Aramızda en babacan en naif olan odur. Karısına istisnasız her yıl sürpriz yapar. Evlilik yıl dönümleri onların bugün. Bizimle kutlamayı daha çok seviyorlar. Şeytan tüyü var ya biz de ondan bu gırgır şamata yani.”

Gökçe topuklularını giymiş bir şekilde kafeden çıkarken Mahmut Bey’in dediklerini duymuş ve “Vay be.” diyerek tepkisini vermişti.

“Adam güzel seviyor vesselam.” diyen Gökmen gülümsedi.

“O zaman daha fazla oyalanmadan kapatalım abi ayıp olmasın. Aaa bak gitarı bugün iyi ki getirmişiz Gökçe. Bir şarkı patlatırız artık orada.”

Gökçe Göker’i onaylayıp abisinin arabasına yöneldi. Birkaç dakika sonra dükkanı kapatan esnaf tayfası konvoy halinde piknik alanına doğru arabalarına binip gitmeye başladılar.


Piknik alanına gelen esnaf tayfası Süleyman Bey’in arabasına yerleştirilen tabak, çatal, yemekleri çıkartmaya koyulmuş, Nehir büyük piknik masasının üzerine geniş örtüyü sermeye başlamıştı. Hüseyin ve Mahmut bey mangal malzemelerini hazırlamaya başlamıştı. Ebrar arabasının arkasına oturup ayrıca aldığı balonları şişirirken olanı bitene bakıp pastayı nereye koyacağını düşünüyordu. Süleyman Bey’in her sene istisnasız unutmadığı bugün Ebrar’da yer etmiş bu sene ona ve eşine Erdem ile beraber pasta yapmışlardı.

“Gençler ben yengenizi almaya gidiyorum unutmuştur o yine.”

Ebrar arabadan çıkıp Süleyman Bey’e doğru yürüdü.

“Çabuk ol. Unutmuş gibi yapar o ama unutmaz, üzülmesin Süleyman Amca.”

 Süleyman Bey Ebrar’a gülümsedikten sonra arabasına doğru döndü.

“Alınacak bir şey yok dimi her şey tamam gençler.”

“Tamam, tamam. Sen git getir yengeyi.”

“Sizinkiler gelecek mi?”

“Abi bizimkiler bu sene gelemeyecek kusura bakma.”

“Benim için sorun değil Mahmut. Hayır, benim karım yanımda da siz kıskanmayın diye soruyorum ben.”

Ortamda bir kahkaha koptuğunda Süleyman Bey heyecanla arabasına bindi ve ilk gün ki gibi sevdiği kadını almaya gitti.



Tüm hazırlıklar tamamlanmış etrafta renkli balonlar ve ağaçların arasına asılan birkaç yazı rüzgarın esmesiyle hareketlenmiş tüm esnaf görüntüye hayranlıkla bakakalmıştı. Erdem ve Ebrar’ın yaptığı pasta tam ortada üzerinde Süleyman Bey ve karısının fotoğrafı ile kesilmeyi bekliyordu. Süleyman Bey’in arabasının sesiyle herkes ayaklandı. Gökçe topuklu ayakkabısının azizliğine uğrayıp bir an yalpaladı ve dengesini korumak için yanında duranın koluna yapıştı. Topuklu ayakkabısına bakıp hasar kontrolü yaptıktan sonra başını kaldırdı ve kendisine tepkisizce bakan Erdem ile karşı karşıya kaldı.

“Ne... ne bakıyorsun?”

Erdem bakışlarıyla kolunu işaret ettikten sonra ifadesini bozmadan yüzüne bakmaya devam etti. Gökçe yavaş yavaş Erdem’in işaret ettiği yere baktı. Onun kolunu tutuyordu. Haddinden fazla sıkmış, parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Erdem’in açıkta kalan teninden yavaşça elini çektiğinde “Özür dilerim.” diye mırıldandı. Tuttuğu yere kısa bir bakış attığında utancından yanakları kızarmaya başladı. Erdem’in teni kıpkırmızı olmuş ve o an aşırı sıkmasıyla tırnak izi bile çıkmıştı. Bütün bunlara karşılık Erdem tepkisizce yüzüne bakmaya devam etmişti. Daha fazla Erdem'in yanında duramayacağına karar veren Gökçe, hızlıca Göker’in yanına doğru yürüdü.

Arabadan inenler bir alkış tufanıyla karşılaştığında Süleyman Bey bu kadar renk ve şatafata şaşırmıştı. Ebrar kendisine doğru yürüyüp “Bizden de ufak bir katkı olsun bu sene. Nice seneleriniz olsun beraber Süleyman Amca.” diyip elini öptü. Yanlarındaki zarif kadının parlayan gözleri ve heyecanlı sözleri bütün çaba ve emeklerin boşuna olmadığını çok net gösteriyordu.

“Ah ince düşünceli kızım benim. Çok teşekkür ederim. Çok güzel olmuş balonlar falan… Ay Süleyman efendi iyi ki varsın.”

Ebrar, Süleyman Bey’in eşinin de elini öpüp sarıldıktan sonra geriye çekildi.

Geri kalan esnafta tebriklerini sunduktan sonra kutlama tam anlamıyla başlamıştı. Erdem bir köşeye çekilip yere oturdu ve sırtını ağaca yaslayıp gözlerini kapadı. Diğerlerinden biraz uzak daha sakin bir yer onun için iyiydi şu an. Bu aile sıcaklığına, karmaşaya o kadar yabancıydı ki nasıl davranacağını bilemiyordu. Onun hikayesi en acımasızıydı aralarında...

Türk filmlerindeki gibi bir yurt kapısına terk edilmişti kundakta bebekken. Bir not dahi bırakılmamıştı ona. Yurtta hep sessiz kalan ama adaleti sağlayan bir çocuk olmuştu. Kavga çıkartmaz, çıkartan olursa da önce uyarır daha sonra devam ederse şikayet ederek çözüme ulaştırırdı konuları. Yurt müdürü onunla ayrıca ilgileniyor, onun yabancılık çekmemesi için elinden geleni yapıyordu. Erdem adını böyle koymuşlardı ona. İlk başta Umut diye seslenmişlerdi ona hep, fakat daha sonra bir gün Erdem’in müdürün odasındayken “Ben ismimle uyuşmuyorum. Umudum olsa burada işim olmazdı değil mi?” demesiyle müdürü ona Erdem demeye başlamıştı.

Hiç ailesini aramakla uğraşmadı. Kimsesizdi. Kardeşi yoktu. Annesi veya babası yoktu. Varsa da hiçbir zaman öğrenmemiş ve öğrenmek istememişti. Kadınları bir yandan hayatına almamasının asıl sebebi buydu. Bir çocuğun en güvendiği, sığınacağı liman annesiyken o daha başında o limandan kovulmuştu. Birini sevse, evlense, çocuğu olsa ne yapardı hiç bilmiyordu. O yüzden kadınlara karşı hep soğuk ve mesafeli davranıyor ve kimseyi hayatına dahil etmiyordu.

Reşit olup yurttan ayrılacağı vakit müdür ona yardımını hiç esirgememiş hep desteğini sürdürmüştü. Ta ki Erdem’in gururu artık müsaade etmeyene kadar. Zeki bir çocuktu. İstese şu an çok ünlü bir doktor olmuş hatta profesör olma yolunda ilerliyor olabilirdi, fakat o önüne koyulan imkanları reddetmiş kendini pasta fırın işine vermişti. Ebrar’la da tanışması tatlı bir tesadüf ile gerçekleşmişti.

Ebrar’ın evinin yakınındaki pastanede çalışıyordu  önceden. Ebrar sabahları oraya uğrayıp eklerden bir paket yaptırıyor bazen akşamları gelip orada tatlı yiyordu. Bir gün kimin yaptığını merak etmiş ve tanışmak istemişti. Erdem’i görünce ilk an bocalasa da şaşkınlığını gizlemiş ve o zaman tanışmışlardı. Erdem, Ebrar’ı o günden itibaren kardeşi olarak benimsemişti. Daha sonra Ebrar’ın kafe işi ortaya çıkınca hiç düşünmeden işten çıkmış ve Ebrar ile çalışmaya başlamıştı. Onun bu denli hikayesini bilen sadece Ebrar’dı.
Yaslandığı ağacın çevresinden bir hışırtı geldiğinde gözlerini açtı. Ebrar ona masumca gülüyordu.

“Oturabilir miyim müsaade var mı?”

Erdem başını sallayıp hafifçe kenara kaydı. Ebrar yanına oturup ellerini birbirine çarpıp tozlardan kurtulduktan sonra ona döndü.

“Ne düşünüyordun?”

Erdem başını gökyüzüne doğru kaldırıp gözlerini kıstı.

“Başıma bir anda bela olan kızın beni şu an getirdiği konumu.”

“Bela ben miyim yani, aşk olsun Erdem abi.”

Erdem gülümseyerek ona baktıktan sonra bakışları Ebrar’ın parmağında parlayan yüzüğe takıldı. Boğazını temizleyip “Takman gereken bir şeyi şimdi mi takmak aklına geldi.” dedi.

“Kaybetmekten korkuyorum yüzüğü ondan takamıyorum.”

“Tolga ile aranız hala kötü mü? Konuşmamı ister misin abiciğim.”

Ebrar başını Erdem’in omzuna koyup gözünde biriken yaşları görmemesi için gülmeye başladı.

“Hayır konuşma. Düzelir aramız... Yani sanırım.”

“Gökmen’in yüzünden mi bu haldesiniz.”

“Hayır o alakasız yani... Tolga, Gökmen’i kıskandı galiba bu saçma değil mi?”

“Değil.”

“Nasıl yani?”

Erdem cevap vermek yerine oturduğu yerden kalktıktan sonra elini Ebrar’a uzattı. Ebrar kalkıp cevap beklercesine yüzüne dik dik bakmaya başladı. Erdem karşılık olarak omuz silkip diğerlerinin yanına doğru yürümeye başlarken arkadan “Hulksun işte!” diye isyan eden Ebrar onu güldürdü.



Esnaf kendi arasında goygoy yapmaya devam ederken Gökmen, Ebrar’a baktı. Ebrar özellikle onun olduğu tarafa bakmamaya özen gösteriyordu. Parmağında fark ettiği yüzük ile gözlerini kapayan Gökmen sertçe yutkundu. Berrak Hanım, Suna Hanım ve Güzin Hanım bir köşede bu kısacık anı fark etmiş fakat kimse bir şey deme gereksinimi duymamıştı.

Göker’in aniden boğazını temizlemesiyle bakışlar ona ve Gökçe’ye döndü.

“Süleyman amca bizden de bir jest olsun size. Yenge sevdiğin bir şarkı varsa söyleyelim.” diyerek elindeki gitarda ellerini gezdirdi. Gökçe’yi işaret edip “Yani o söyleyecek, ben çalacağım.” dedi.

Süleyman Bey’in hanımı bir süre düşündükten sonra “Buldum. Sezenler Olmuş’u söyler misiniz?” diye sordu. Göker, Gökçe’ye bakıp bakışlarıyla anlaştıktan sonra çalmaya başladı. Gökçe topuklusunu çıkartıp yanına oturdu. Erdem bu çırpı bacaktan nasıl bir ses çıkacağını merak ediyordu.

Göker’in şarkıya girmesiyle Gökçe’de eş zamanlı başlamıştı.

“Seni yerlerde göklerde bulamazlarken,
Bende gizli olduğunu sezenler olmuş,”

Erdem oturduğu yerde öne doğru eğilip biraz daha dikkatli dinlemeye koyuldu. Çırpı bacak bambaşka bir şeye dönüşüyordu şu an karşısında. Sesi o kadar kibar ve kusursuzdu ki... Erdem kalbinin ritminin değiştiğini bile fark etmemişti. Bir kadın başarmıştı... Bir kadın kalbinin kilidini kırmayı başarmıştı ve adam bunun hala farkında değildi.

“Dumlu dumluymuşsun yüreğimde,
Kımıl kımılmışsın bileklerimde?”

Gökçe’nin eş zamanlı bakışları Erdem’in koluna gitmişti. Sımsıkı tuttuğu yerin kızarıklığı hala tazeydi. Erdem ise dikkatle gözünün içine bakıyordu. Sanki farklı bir şey bulma çabasına girmiş gibiydi. Gökçe bakışlarını Göker’e çevirip kardeşine gülümsedi ve şarkıya devam etti.

“Tomur tomur ter ışıl ışıl fer, 
Ellerimde gözbebeğimde… ”

“Aramızda dağlar yollar yıllar var iken,
Beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş,
Sargın yaprakmışım dallarına,
Yangın toprakmışım yağmurlarına,” 

Herkes hayranlıkla Gökçe’ye bakarken, Gökmen Ebrar’a bakmakta ısrar ediyordu. Bir ara Ebrar’ın onun olduğu tarafa bakmasıyla gafil avlansa da bakışlarını kaçırmayıp, aksine başını yana eğip hafifçe gülümsedi. Ebrar gözlerini kısıp bir süre onun bakışlarıyla mücadele edip sonunda başını sağa sola onaylamaz bir şekilde salladı. Gökmen bu hareket karşısında boğazına oturan yumruyu son demine kadar tuttu.

“Türkü olmuşsun, umudummuşsun,
 Sevdama yarınlarıma”

Şarkının son kısmıyla başını eğip gözlerini kapayan Gökçe’ye ve Göker’e bir alkış tufanı kopmuştu. Göker Gökçe’nin yanağından makas alıp sırıttı ve Gökçe utanarak etrafa baktı. Erdem istifini bozmadan ona bakmaya devam ediyordu. Gökçe ile tekrar göz göze geldiklerinde, Gökçe bakışlarını bir an ondan ayırdı fakat dayanamayıp tekrar ona baktı. Başını yana doğru eğip gözlerine bakarak dağ ayısına ilk defa gülümsedi. Erdem o an hipnoz olmuşta, gülüşüyle hipnozdan çıkmış gibi sersem bir halde başını salladı ve gözlerini kapadı. Gökçe bu hareket karşısında kahkaha atmak istese de kıkırdamakla yetindi. Göker ona omuz atıp kaş göz işareti yaptığında “Yok bir şey.” deyip geçiştirdi. Erdem’e bakmak için başını onun olduğu tarafa çevirdiğinde ise Erdem yoktu. Gözleriyle onu arasa da bulamadı.

Erdem düzensiz atan kalbini fark ettiğinde hızla ortamdan uzaklaşıp başka bir ağacın dibine kendini atıp bir eli göğsünde kalbinin düzelmesini beklemeye başladı.

O an kalbi ona tekrar yenik düştüğünü hatırlattı.

O an bir kadın birine karşı ilk defa bir ön yargısını kırdı.


O an biri düşünmeden hareket etmesi gerektiğine karar verdi, diğeri kaçmaya.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞİMDİ KÖŞEYE SIKIŞTIN...(24)

Gökmen o gün şirkete gittiğinde kendini istemsizce kasılmış bir halde bulmuştu.  Şirkete adım attığı andan itibaren herkes duruşunu değiştir...