Günler git gide monotonlaşırken esnafa
daha da alışan Gökmen, aralarında güzel bir yer edindiğinin farkındaydı. Geçen
günlerde Süleyman Bey ile bir ara tavla bile oynamıştı, sonunda yenilse bile
bozuntuya vermemiş, Süleyman Bey ise Gökmen’i oğlu gibi kabullenmiş efendi
hareketlerini de tasdik edip içten içe daha önceden tanıma fırsatı olmamasına
üzülmüştü. Genç bir delikanlı ve kendinden emindi Gökmen. Erdem ile hareketleri
farklı olsa da ikisi de efendi gördüğü genç delikanlılardı. Diğer esnaflar da
Gökmen’e alışmış hatta onunla dalga geçecek konu bile bulmuşlardı.
Her sabah istisnasız kapıya çıkarttığı
sandalyeleri ve birkaç masayı boydan camlara çarparak çıkartıyor, Suna ve
Berrak Hanım eş zamanlı yüzlerini buruşturarak “Ay!” diye cırlayıp camların
kırılmasını bekliyorlardı. Gökmen bu her zaman gerçekleşen olaya ilk başta
yüzünü buruşturup cam kırılmasını beklese de zamanla artık ikiliye “Kırılmadı
yine yırttık.” diye karşılık vermeye başlamıştı.
Ebrar ise, Gökmen’in Tolga ile
karşılaştıkları günden beri mahalleye yansıtmak istemese de kafesinden dışarı
adımını atmıyor sabahları bile kimseye görünmeden kafeye giriyordu. Gökmen
suçluluk duygusu hissedip içten içe üzülse de elinin kolunun bağlandığını
hissedip Ebrar’ı üzmemek için görünmez olmaya karar vermişti ona karşı. Nehir
ve Erdem ise bir o kadar aynıydı herkese karşı. Göker, Nehir ile arada
şakalaşmaya çalıştığında Erdem izbandut gibi Nehir’in tepesinde dikiliyor ve
Göker’i Gökmen’in yanına postalıyordu. Göker bir zamandan sonra bu işi sırf
Erdem’e inat olsun diye daha da abartmıştı ama en sonunda Erdem’in kendisine
karşı sert bir şekilde uyarmasıyla ki bu uyarı biraz fiziksel olduktan sonra
uslu çocuk olmaya karar vermişti.
Mahallenin her zaman ki esnaf gününde,
Gökçe ve Göker kafeye gelmek için okuldan erkenden çıkmış, abilerinin yanına
gitmeyi tercih etmişlerdi. Gökçe en son olan olaydan sonra abisine hala biraz
kırgın, biraz kızgındı. Kafeye gitmemeyi tercih etmişti bir süre. İçten
içe Göker eve gelip Erdem’i delirttiği anları anlatırken o anları görmeyi merak
etse de inadı ağır basmıştı. O karşıdaki kafedeki kızlar yüzünden abisiyle
arası açılacaktı.
Göker ise bu durumda yine Gökçe’nin
patavatsızlığını öne sürmüş konuyu kendince kapamıştı. Abisinin artık ciddi bir
ilişkisi olması şarttı, kimle olacağı onları pek ilgilendirmiyordu, sonuçta
abisinin hayatıydı.
Sırtındaki gitar çantasını kafeye
girdiklerinde çıkartıp kasanın arka tarafına koydu. Gökçe ise sessizce arka
tarafa gidip topuklularını çıkarttı ve spor ayakkabılarını giydi. Üzerindeki
kıyafet ise kafeye en son geldiği kıyafetlerle alakasızdı. Biraz kısa etek ve
ince bir gömlek omuzlarına dökülen açık saçlar ve koyu göz alıcı makyaj... O
gün ile tek ortak noktası ayakkabılardı. Okuldan dönmenin dezavantajı olsa da
yapacak bir şey yoktu.
Gökmen müşterinin yanından kasaya
geldiğinde Göker’i görüp sırıttı. Omzuna vurup “Ne var ne yok?” diye sordu.
Göker ellerini havalı bir şekilde saçlarından geçirip küçük bir ıslık çaldı.
“Okulda kardeşin gitarını konuşturdu yine, aşık olmayanları da aşık ettim kendime. Huyum kurusun. E Gökçe’de patlattı bir şarkı
ısrarlara dayanamayıp, tabi onun gibi cadalozu kim ne yapsın. Erkekler kaçtı.
Bize bu sevdadan kalan yine kızlar abi.”
Gökmen kahkaha atıp önüne döndüğünde
arkadan duyduğu Gökçe’nin sesiyle sustu.
“Kızlar benim arkadaşlarımdı geri zekalı
ve o giden erkeklerin hepsi senin yüzünden gitti. Bizi tanımayanlar sayende beni senin sevgilin sanıyor.”
Gökmen gözünü kısıp Göker’e kısa bir bakış
attı ve küçük kız kardeşinin de kendisine karşı artık kırgınlığının geçmesi
için atağa geçti.
“Okuldakilere yaptığın hainliği geçtim
de, hiç mi çekinmedin? Ulan sormazlar mı ‘Bu kıza bak, bu tıfıla bak, bu kız buna nasıl bakmış?’ diye.
Utan be!”
Tebessümünü abisinden saklamaya çalışan
Gökçe, Göker’in söyledikleriyle kendini tutamadı.
“Ya tamam, kızın gönlünü almak için beni
satıyorsun eyvallah da bu kadarı da… Yuh yani! Ayrıca neden kendi ekmeğime
neden zehir süreyim. Açıklasana abi açıkla hadi. Millet kendi uydurmuş sevgili mevzusunu.”
Göker rahat bir tavırla abisine meydan okurken Gökçe karşı atağa başlamıştı.
Göker rahat bir tavırla abisine meydan okurken Gökçe karşı atağa başlamıştı.
“Hii yalancı. Sude görmüş geçen bir çocuğa
“Bak Gökçe benim helalim uzak dur.” diye nutuk çekiyormuşsun. Kro musun sen
salak!”
Göker, Gökçe’nin dediğiyle ağzını
mahallede yeni dedikodu öğrenen kadınlar gibi kapamış savunma moduna geçmişti.
“Kız Sude yalan söylemiş ayol sana. Ben
orada bizim müzik grubundan Gökçe var ya bir tane daha onu kast ediyordum.”
Gökmen kardeşinin sonlara doğru kısılan
sesiyle yüzünü buruşturup “Yazık.” diye cıkcıkladı. Gökçe’de abisine katılınca
Göker onların lafını daha fazla yememek için bir müşteriyi gözüne kestirdi ve
sanki onu çağırmışlar gibi “Hemen geliyorum efendim.” diyerek uzaklaştı. Gökçe
arkasından bakıp gözünü kısarken Gökmen elini kardeşinin omzuna atıp onu
kendisine çekti.
“Biraz konuşalım mı?”
Gökçe abisine bir bakış atıp başını olumlu
anlamda salladı.
“Olur.”
“Hala kızgın mısın?” Abisinin kendisini
aslında ne kadar çok düşündüğünü ve incitmek istemediğinin farkındaydı bu
hareketiyle bile bütün yelkenlerini suya indirdi ve burukça gülümsedi.
“Değilim.”
“Kırgın mısın?”
Başını olumsuz anlamda salladı.
“Peki, Göker’in bu dengesizliklerine son
vermemi ister misin?”
“İyi olur. Hayatıma kimin girip
girmeyeceğini ben karar versem çok mutlu olurum.”
“Göker seni korumaya çalışıyor.”
“İlkokuldan beri hep aynısını yapıp
duruyorsunuz, o olmasa sen. Artık kabul etmelisiniz, bir yerde hayatıma illa
biri girecek. O zaman ne yapacaksınız? Sizden bir şey saklamak istemiyorum,
buna bir son vermeli artık.”
Gökmen kız kardeşinin ilk defa bu kadar
ciddi konuşmasıyla duraksadı. Küçük kız kardeşini bir başka adama aşık
olacağını düşünmek kötü bir şey değildi, aşık olsa kendilerine karşı yaklaşımı
nasılsa o adama da öyle yaklaşırdı. Kız kardeşinin sevgisini ve ilgisini
kaybetmek istemiyordu bir yerde.
“Tamam, son verir. Ama şunu unutma. Bir
gün hayatına birini alırsan, o adamı döverim.”
“Al işte.”
“Ama seni üzerse daha fenasını yaparım.
Şey gibi düşün. Başlangıçtan gözdağı vermek...”
Gökçe hafifçe kıkırdayıp başını salladı.
Ardından içeri giren müşteriye doğru yöneldi.
Süleyman Bey dükkandaki çalışanlara
dükkanı apar topar toplatırken kapıdaki yazıyı “Kapalı” yaptı. Mutfaktaki aşçı
elindeki tabakları kapının önündeki araca dikkatle koyduktan sonra garsonlar da
Süleyman Bey’in diğer dediği şeyleri hızlıca arabaya yerleştirdi. Süleyman Bey
aralarından birini durdurup “Koçum şimdi herkese diyorsun ki Süleyman Amca
kapatın kepenkleri haydi pikniğe gidiyoruz dedi de.” dedi. Karşısındaki genç
garson afallayıp “Nasıl yani patron sabah o yüzden mi erkenden çağırdın, bu
hazırlıklar piknik için mi?” diye sordu.
“Kerata sen bana hesap mı soruyorsun? Sen
onlara de onlar anlar.”
Çocuk hızlıca dükkanlara doğru
yöneldiğinde Süleyman Bey memnun olmuşçasına güldü.
“Suna Abla kolay gelsin. Usta dedi ki
kepenkler kapansın, pikniğe gidiyoruz.”
“Aaa, ne kadar çabuk zaman geçiyor ama dur
yeni gelen ürünlere fiyat vurmam lazım sonra kapatırım.”
Çocuk başını sallayıp Berrak Hanım’ın
kuaförüne yöneldi. Suna Hanım arkasından kendi kendine konuşmaya başladı.
“Ah Süleyman Amca. İnsan bir haber eder de
bir şeyler ayarlarız biz de. Neyse gidelim bakalım.”
“Berrak Abla kolay gelsin.”
“Aa sağol sen Süleyman Amca’nın
keratalarından mısın?”
“Aynen abla onlardanım da usta diyor ki
kepenkler kapatılsın pikniğe gidiyoruz.”
Berrak hanım bir an duraksayıp yere
baktıktan sonra müşterileri gelmeye başlamadan çocuğu apar topar dükkandan
kovmaya çalıştı. Çocuk neye uğradığını şaşırıp şaşkınca dükkandan çıkarken
Berrak Hanım’ın dediklerine başını sallıyordu.
“Ayy, tamam git koş diğerlerine de söyle.
Müşteri gelmeden kapatayım bari. Ayıp olmasın.”
Ebrar’ın dükkanına giren çocuk nefes
nefese ağzını açtığında Erdem elini sus dercesine kaldırdı.
“Biliyoruz mevzuyu biz koçum sağol.”
Çocuk şaşkınca geri giderken gülümsemeden
edemedi. Nehir mutfaktan dikkatle paketlenen pastayı aldıktan sonra Erdem
gözlerini kıstı ve pastayı Nehir’in elinden aldı. Ebrar’a dönüp bir bakış
attıktan sonra kapıya doğru döndü.
“Siz çıkın ben kapatırım dükkanı. Nehir
arabamın anahtarını al. Bir arka sokakta araba. Mekan belli zaten. Bagaja pastayı
koyarken dikkatli olun birkaç süs aldım ben Süleyman Amca’ya da bizden bir
sürpriz olsun.”
“Ebrar.”
“Efendim Erdem Abi.”
“Sen iyi misin?”
Ebrar derin bir nefes alıp elini beline
koyduktan sonra gülümsedi.
“İyiyim.”
“Tolga gelecek mi pikniğe.”
Ebrar, Nehir’e kısa bir bakış atıp
parmaklarını önündeki tezgaha koydu ve kısa bir ritim tutturdu. Erdem sessizce
ondan cevap bekliyordu. Ebrar son anda aklına bir şey gelmiş gibi çantasını
eline aldı. Erdem başını neyse dercesine salladı ve Nehir’e “Çıkalım.” diyip kafeden
ayrıldı.
Ebrar çantanın gizli bölmesinde sakladığı
yüzüğü çıkartıp parmağına geçirdi. Çantasını toparlayıp kafeden çıktıktan sonra
kepenklerin kapanmasını bekledi. Gökmen’de şaşkınca kafeyi kapatmak için
harekete geçmişti. Ebrar onun olduğu tarafa bakmamaya özen göstererek
Hüseyin Bey’e gülüp el salladı.
“Bizim Süleyman yine coşmuş Ebrar.”
“Eh artık o da bir gelenek haline geldi.”
Göker “Neler oluyor?” diye karşıdan
bağırınca merakla, Ebrar kapandığına emin olduğu kepenke bir bakış atıp Göker’e
cevap vermeden arka sokağa doğru yöneldi. Mahmut Bey Ebrar’ın cevap
vermeyeceğini anlayıp Göker’e bakıp konuşmaya başladı.
“Aramızda en babacan en naif olan odur.
Karısına istisnasız her yıl sürpriz yapar. Evlilik yıl dönümleri onların bugün.
Bizimle kutlamayı daha çok seviyorlar. Şeytan tüyü var ya biz de ondan bu gırgır
şamata yani.”
Gökçe topuklularını giymiş bir şekilde kafeden
çıkarken Mahmut Bey’in dediklerini duymuş ve “Vay be.” diyerek tepkisini
vermişti.
“Adam güzel seviyor vesselam.” diyen
Gökmen gülümsedi.
“O zaman daha fazla oyalanmadan kapatalım
abi ayıp olmasın. Aaa bak gitarı bugün iyi ki getirmişiz Gökçe. Bir şarkı
patlatırız artık orada.”
Gökçe Göker’i onaylayıp abisinin arabasına
yöneldi. Birkaç dakika sonra dükkanı kapatan esnaf tayfası konvoy halinde
piknik alanına doğru arabalarına binip gitmeye başladılar.
Piknik alanına gelen esnaf tayfası
Süleyman Bey’in arabasına yerleştirilen tabak, çatal, yemekleri çıkartmaya
koyulmuş, Nehir büyük piknik masasının üzerine geniş örtüyü sermeye başlamıştı.
Hüseyin ve Mahmut bey mangal malzemelerini hazırlamaya başlamıştı. Ebrar
arabasının arkasına oturup ayrıca aldığı balonları şişirirken olanı bitene
bakıp pastayı nereye koyacağını düşünüyordu. Süleyman Bey’in her sene
istisnasız unutmadığı bugün Ebrar’da yer etmiş bu sene ona ve eşine Erdem ile
beraber pasta yapmışlardı.
“Gençler ben yengenizi almaya gidiyorum
unutmuştur o yine.”
Ebrar arabadan çıkıp Süleyman Bey’e doğru
yürüdü.
“Çabuk ol. Unutmuş gibi yapar o ama
unutmaz, üzülmesin Süleyman Amca.”
Süleyman Bey Ebrar’a gülümsedikten
sonra arabasına doğru döndü.
“Alınacak bir şey yok dimi her şey tamam
gençler.”
“Tamam, tamam. Sen git getir yengeyi.”
“Sizinkiler gelecek mi?”
“Abi bizimkiler bu sene gelemeyecek kusura
bakma.”
“Benim için sorun değil Mahmut. Hayır,
benim karım yanımda da siz kıskanmayın diye soruyorum ben.”
Ortamda bir kahkaha koptuğunda Süleyman
Bey heyecanla arabasına bindi ve ilk gün ki gibi sevdiği kadını almaya gitti.
Tüm hazırlıklar tamamlanmış etrafta renkli
balonlar ve ağaçların arasına asılan birkaç yazı rüzgarın esmesiyle
hareketlenmiş tüm esnaf görüntüye hayranlıkla bakakalmıştı. Erdem ve Ebrar’ın
yaptığı pasta tam ortada üzerinde Süleyman Bey ve karısının fotoğrafı ile
kesilmeyi bekliyordu. Süleyman Bey’in arabasının sesiyle herkes ayaklandı.
Gökçe topuklu ayakkabısının azizliğine uğrayıp bir an yalpaladı ve dengesini
korumak için yanında duranın koluna yapıştı. Topuklu ayakkabısına bakıp hasar
kontrolü yaptıktan sonra başını kaldırdı ve kendisine tepkisizce bakan Erdem
ile karşı karşıya kaldı.
“Ne... ne bakıyorsun?”
Erdem bakışlarıyla kolunu işaret ettikten
sonra ifadesini bozmadan yüzüne bakmaya devam etti. Gökçe yavaş yavaş Erdem’in
işaret ettiği yere baktı. Onun kolunu tutuyordu. Haddinden fazla sıkmış, parmak
boğumları bembeyaz olmuştu. Erdem’in açıkta kalan teninden yavaşça elini çektiğinde
“Özür dilerim.” diye mırıldandı. Tuttuğu yere kısa bir bakış attığında
utancından yanakları kızarmaya başladı. Erdem’in teni kıpkırmızı olmuş ve o an
aşırı sıkmasıyla tırnak izi bile çıkmıştı. Bütün bunlara karşılık Erdem
tepkisizce yüzüne bakmaya devam etmişti. Daha fazla Erdem'in yanında duramayacağına karar veren Gökçe, hızlıca Göker’in yanına doğru yürüdü.
Arabadan inenler bir alkış tufanıyla
karşılaştığında Süleyman Bey bu kadar renk ve şatafata şaşırmıştı. Ebrar
kendisine doğru yürüyüp “Bizden de ufak bir katkı olsun bu sene. Nice
seneleriniz olsun beraber Süleyman Amca.” diyip elini öptü. Yanlarındaki zarif kadının
parlayan gözleri ve heyecanlı sözleri bütün çaba ve emeklerin boşuna olmadığını
çok net gösteriyordu.
“Ah ince düşünceli kızım benim. Çok
teşekkür ederim. Çok güzel olmuş balonlar falan… Ay Süleyman efendi iyi ki
varsın.”
Ebrar, Süleyman Bey’in eşinin de elini
öpüp sarıldıktan sonra geriye çekildi.
Geri kalan esnafta tebriklerini sunduktan
sonra kutlama tam anlamıyla başlamıştı. Erdem bir köşeye çekilip yere oturdu ve
sırtını ağaca yaslayıp gözlerini kapadı. Diğerlerinden biraz uzak daha sakin
bir yer onun için iyiydi şu an. Bu aile sıcaklığına, karmaşaya o kadar
yabancıydı ki nasıl davranacağını bilemiyordu. Onun hikayesi en acımasızıydı
aralarında...
Türk filmlerindeki gibi bir yurt kapısına
terk edilmişti kundakta bebekken. Bir not dahi bırakılmamıştı ona. Yurtta hep
sessiz kalan ama adaleti sağlayan bir çocuk olmuştu. Kavga çıkartmaz, çıkartan
olursa da önce uyarır daha sonra devam ederse şikayet ederek çözüme ulaştırırdı
konuları. Yurt müdürü onunla ayrıca ilgileniyor, onun yabancılık çekmemesi için
elinden geleni yapıyordu. Erdem adını böyle koymuşlardı ona. İlk başta Umut
diye seslenmişlerdi ona hep, fakat daha sonra bir gün Erdem’in müdürün
odasındayken “Ben ismimle uyuşmuyorum. Umudum olsa burada işim olmazdı değil
mi?” demesiyle müdürü ona Erdem demeye başlamıştı.
Hiç ailesini aramakla uğraşmadı.
Kimsesizdi. Kardeşi yoktu. Annesi veya babası yoktu. Varsa da hiçbir zaman
öğrenmemiş ve öğrenmek istememişti. Kadınları bir yandan hayatına almamasının
asıl sebebi buydu. Bir çocuğun en güvendiği, sığınacağı liman annesiyken o daha
başında o limandan kovulmuştu. Birini sevse, evlense, çocuğu olsa ne yapardı
hiç bilmiyordu. O yüzden kadınlara karşı hep soğuk ve mesafeli davranıyor ve
kimseyi hayatına dahil etmiyordu.
Reşit olup yurttan ayrılacağı vakit müdür
ona yardımını hiç esirgememiş hep desteğini sürdürmüştü. Ta ki Erdem’in gururu
artık müsaade etmeyene kadar. Zeki bir çocuktu. İstese şu an çok ünlü bir
doktor olmuş hatta profesör olma yolunda ilerliyor olabilirdi, fakat o önüne
koyulan imkanları reddetmiş kendini pasta fırın işine vermişti. Ebrar’la da
tanışması tatlı bir tesadüf ile gerçekleşmişti.
Ebrar’ın evinin yakınındaki pastanede çalışıyordu
önceden. Ebrar sabahları oraya uğrayıp eklerden bir paket yaptırıyor
bazen akşamları gelip orada tatlı yiyordu. Bir gün kimin yaptığını merak etmiş
ve tanışmak istemişti. Erdem’i görünce ilk an bocalasa da şaşkınlığını gizlemiş
ve o zaman tanışmışlardı. Erdem, Ebrar’ı o günden itibaren kardeşi olarak benimsemişti.
Daha sonra Ebrar’ın kafe işi ortaya çıkınca hiç düşünmeden işten çıkmış ve
Ebrar ile çalışmaya başlamıştı. Onun bu denli hikayesini bilen sadece Ebrar’dı.
Yaslandığı ağacın çevresinden bir hışırtı
geldiğinde gözlerini açtı. Ebrar ona masumca gülüyordu.
“Oturabilir miyim müsaade var mı?”
Erdem başını sallayıp hafifçe kenara
kaydı. Ebrar yanına oturup ellerini birbirine çarpıp tozlardan kurtulduktan
sonra ona döndü.
“Ne düşünüyordun?”
Erdem başını gökyüzüne doğru kaldırıp
gözlerini kıstı.
“Başıma bir anda bela olan kızın beni şu
an getirdiği konumu.”
“Bela ben miyim yani, aşk olsun Erdem
abi.”
Erdem gülümseyerek ona baktıktan sonra
bakışları Ebrar’ın parmağında parlayan yüzüğe takıldı. Boğazını temizleyip
“Takman gereken bir şeyi şimdi mi takmak aklına geldi.” dedi.
“Kaybetmekten korkuyorum yüzüğü ondan
takamıyorum.”
“Tolga ile aranız hala kötü mü? Konuşmamı
ister misin abiciğim.”
Ebrar başını Erdem’in omzuna koyup gözünde
biriken yaşları görmemesi için gülmeye başladı.
“Hayır konuşma. Düzelir aramız... Yani
sanırım.”
“Gökmen’in yüzünden mi bu haldesiniz.”
“Hayır o alakasız yani... Tolga, Gökmen’i
kıskandı galiba bu saçma değil mi?”
“Değil.”
“Nasıl yani?”
Erdem cevap vermek yerine oturduğu yerden
kalktıktan sonra elini Ebrar’a uzattı. Ebrar kalkıp cevap beklercesine yüzüne
dik dik bakmaya başladı. Erdem karşılık olarak omuz silkip diğerlerinin yanına
doğru yürümeye başlarken arkadan “Hulksun işte!” diye isyan eden Ebrar onu
güldürdü.
Esnaf kendi arasında goygoy yapmaya devam
ederken Gökmen, Ebrar’a baktı. Ebrar özellikle onun olduğu tarafa bakmamaya
özen gösteriyordu. Parmağında fark ettiği yüzük ile gözlerini kapayan Gökmen
sertçe yutkundu. Berrak Hanım, Suna Hanım ve Güzin Hanım bir köşede bu kısacık
anı fark etmiş fakat kimse bir şey deme gereksinimi duymamıştı.
Göker’in aniden boğazını temizlemesiyle
bakışlar ona ve Gökçe’ye döndü.
“Süleyman amca bizden de bir jest olsun
size. Yenge sevdiğin bir şarkı varsa söyleyelim.” diyerek elindeki gitarda
ellerini gezdirdi. Gökçe’yi işaret edip “Yani o söyleyecek, ben çalacağım.” dedi.
Süleyman Bey’in hanımı bir süre
düşündükten sonra “Buldum. Sezenler Olmuş’u söyler misiniz?” diye sordu. Göker,
Gökçe’ye bakıp bakışlarıyla anlaştıktan sonra çalmaya başladı. Gökçe
topuklusunu çıkartıp yanına oturdu. Erdem bu çırpı bacaktan nasıl bir ses
çıkacağını merak ediyordu.
Göker’in şarkıya girmesiyle Gökçe’de eş
zamanlı başlamıştı.
“Seni yerlerde göklerde bulamazlarken,
Bende gizli olduğunu sezenler olmuş,”
Erdem oturduğu yerde öne doğru eğilip
biraz daha dikkatli dinlemeye koyuldu. Çırpı bacak bambaşka bir şeye
dönüşüyordu şu an karşısında. Sesi o kadar kibar ve kusursuzdu ki... Erdem
kalbinin ritminin değiştiğini bile fark etmemişti. Bir kadın başarmıştı... Bir
kadın kalbinin kilidini kırmayı başarmıştı ve adam bunun hala farkında değildi.
“Dumlu dumluymuşsun yüreğimde,
Kımıl kımılmışsın bileklerimde?”
Gökçe’nin eş zamanlı bakışları Erdem’in
koluna gitmişti. Sımsıkı tuttuğu yerin kızarıklığı hala tazeydi. Erdem ise
dikkatle gözünün içine bakıyordu. Sanki farklı bir şey bulma çabasına girmiş
gibiydi. Gökçe bakışlarını Göker’e çevirip kardeşine gülümsedi ve şarkıya devam
etti.
“Tomur tomur ter ışıl ışıl fer,
Ellerimde gözbebeğimde… ”
“Aramızda dağlar yollar yıllar var iken,
Beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş,
Sargın yaprakmışım dallarına,
Yangın toprakmışım yağmurlarına,”
Herkes hayranlıkla Gökçe’ye bakarken,
Gökmen Ebrar’a bakmakta ısrar ediyordu. Bir ara Ebrar’ın onun olduğu tarafa
bakmasıyla gafil avlansa da bakışlarını kaçırmayıp, aksine başını yana eğip
hafifçe gülümsedi. Ebrar gözlerini kısıp bir süre onun bakışlarıyla mücadele
edip sonunda başını sağa sola onaylamaz bir şekilde salladı. Gökmen bu hareket
karşısında boğazına oturan yumruyu son demine kadar tuttu.
“Türkü olmuşsun, umudummuşsun,
Sevdama yarınlarıma”
Şarkının son kısmıyla başını eğip
gözlerini kapayan Gökçe’ye ve Göker’e bir alkış tufanı kopmuştu. Göker
Gökçe’nin yanağından makas alıp sırıttı ve Gökçe utanarak etrafa baktı. Erdem
istifini bozmadan ona bakmaya devam ediyordu. Gökçe ile tekrar göz göze
geldiklerinde, Gökçe bakışlarını bir an ondan ayırdı fakat dayanamayıp tekrar
ona baktı. Başını yana doğru eğip gözlerine bakarak dağ ayısına ilk defa
gülümsedi. Erdem o an hipnoz olmuşta, gülüşüyle hipnozdan çıkmış gibi sersem
bir halde başını salladı ve gözlerini kapadı. Gökçe bu hareket karşısında
kahkaha atmak istese de kıkırdamakla yetindi. Göker ona omuz atıp kaş göz işareti
yaptığında “Yok bir şey.” deyip geçiştirdi. Erdem’e bakmak için başını onun
olduğu tarafa çevirdiğinde ise Erdem yoktu. Gözleriyle onu arasa da bulamadı.
Erdem düzensiz atan kalbini fark ettiğinde
hızla ortamdan uzaklaşıp başka bir ağacın dibine kendini atıp bir eli göğsünde
kalbinin düzelmesini beklemeye başladı.
O an kalbi ona tekrar yenik düştüğünü
hatırlattı.
O an bir kadın birine karşı ilk defa bir
ön yargısını kırdı.
O an biri düşünmeden hareket etmesi
gerektiğine karar verdi, diğeri kaçmaya.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder