“Abi sen kime çiçek aldın?”
Gökmen kafeye girer girmez kendisine
yöneltilen soruyla tek kaşını kaldırdı.
“Ne
zamandır sana hesap veriyorum ben Gökçe?”
Genç kız bir iki adım gerileyip elini
beline koydu.
“Hesap mı soruyorum ben, merak ettim
sadece.”
“Etme o zaman.”
Durgunlaşan Gökçe'nin gözleri dolduğunda Göker elini
omzuna koydu ve onu kendine çekti. Gökmen derin bir nefes alıp “Gökçe.” dediğinde, kız kardeşi onu umursamadan Göker'e döndü.
“Göker eve gidelim zaten müşteri de gelmez
bu saatten sonra.” dedi ve abisinin yüzüne bile bakmadan kafeden çıktı.
“Eh be abi, beni işkencelerine maruz
bıraktıracaksın şimdi çok sağ ol ya bravo cidden.”
“Göker, sonra konuşalım tamam mı?”
Göker cevap olarak sadece başını salladı
ve gitmeden omzunu sıkıp “Canını ne sıktıysa sıkma.” dedi abisine.
Kafede yalnız kaldığında kendini en köşedeki
koltuklardan birine attı. Ebrar’a çiçek verirken Nehir’in ortadan kaybolması
hoşuna gitmişti. Biraz sohbet edebilirlerdi o an. Aniden davetsiz misafir gibi ortama damlayan
takım elbiseli o yakışıklı gerzek herif olmasaydı tabii. Adamın hayatım diyen sesi bir saniyeliğine
kulaklarında yankılanınca duraksadı Gökmen. Az önce yaşadığı ve aslında
beyninin tam olarak algılayamadığı anlar bir bir gözlerinin önüne belirmeye
başladığında iç dünyasında savaş için yeşil ışık yanmıştı.
Aklından geçenlere anlam veremiyordu. Kaç
gündür tanışıyorlardı ki kız nişanlım dediğinde
bocalayacak hale gelmişti? Sadece onu kızdırmayı seviyordu. Anında sıkılan
yumrukları, hırsla yeri döven ayakları, alev alan çikolata rengi gözleri,
kızaran yanaklarda küllenen çilleri, sol tarafı ısırılmış pembe duda-
“Kendine gel oğlum Görkem saçma sapan
şeyler düşünme! Ulan ne diye mal gibi şeyler hissediyorsun!” düşündükleriyle
hafiften hızlanan kalbini tutup başını hızla iki yana salladı.
Yavaş yavaş kendine gelmeye başladığında
kafenin kapısının açılıp kapanmasıyla bakışlarını gelen kişiye çevirdi. Erdem
hiçbir şey demeden Gökmen’in karşısındaki koltuğa kendini attı ve derin bir
nefes alıp gözlerine baktı.
“Amacın ne lan senin!”
Gökmen kaşlarını kaldırıp öne doğru eğildi
ve ellerini iki yana açıp birbirine vurduktan sonra başını yana doğru eğip rahat
bir şekilde cevap verdi.
“Hiçbir şey.”
“Geldiğin ilk günden beri Ebrar’ı rahatsız
eden tavırların var. Buna başında yanlış anlamışımdır diye ses etmedim ama
senin olduğun ortamda ister istemez rahatsız olduğunu görmemek için kör olmak
gerek.”
“Ben bunun farkında değilim.”
Erdem alay eder gibi güldükten sonra
ciddileşti.
“Seni bir kez uyaracağım Gökmen-“
Ses tonuyla ve tavrıyla sinirlenen Gökmen oturduğu yerden hızla kalkıp Erdem'in sözünü kesti.
“Burada liseli ergenler gibi bana ne yapıp
ne yapmayacağımı sıralayamazsın Erdem! Kendine gel.”
Erdem kaşlarını alayla kaldırıp ellerini dizine koyup kendini yukarı ittikten sonra oturduğu yerden kalkıp duruşunu
dikleştirdi, ardından Erdem'i yakasından tutup sıkıca kavradı.
“Ulan! Yavşak mısın lan sen!”
Gökmen yakasındaki elleri sıkıca tutup
ittirdikten sonra sertçe bağırarak karşılık verdi.
“Düzgün konuş!”
“Nişanlı lan o kız!”
“Bilmiyordum geri zekalı!”
“İyi öğrenmiş oldun!”
“Sonuçta evli değiller.”
Gökmen bile hırstan ne dediğini idrak
edememişken, Erdem’in kalkan tek kaşı ve Gökmen’e doğru yaptığı ani hareket
araya Hüseyin Bey'in girmesiyle durdu.
“Hop, hop gençler ne oluyor?”
“Ulan seni var ya! Hüseyin abi bırak.”
Mahmut Bey'in “Tutma küçük enişteyi
sal gelsin, aralarında ne husumet varsa düzeltsinler. Ben masada birbirlerine
nefretle bakan adam istemem.” demesiyle Hüseyin bey sabır çekip “Saçmalama
Mahmut.” diye cevap verdi.
Mahmut Bey ciddi bir tavırla bir sandalye
çekti ve sandalyeyi ters çevirip oturdu. Önce Gökmen’e sonra Erdem’e baktı.
“Sorun ne Erdem?”
Erdem derin bir nefes aldıktan sonra karşısındaki
adama baktı. Gökmen ise düşmanca bakan koyu gözlere kısa bir karşılık verdi ve
başını iki yana sallayarak odağını önündeki masaya çevirdi.
“Yok bir şey abi.”
Hüseyin Bey Erdem’i bırakıp kenara
çekildi. Bir elini beline koyup diğer eliyle sakalını kaşıdı. Mahmut Bey başını
sağa sola sallayıp sabır dilerken ayaklandı.
“Boş tatava yapmayın. Tokalaşın adamakıllı
haydi, sonra kafaları dağıtalım.”
İkisi de isteksizce onaylarken ayağa
kalkıp yumuşatmaya çalıştıkları sinirli ifadeleriyle birbirlerine baktılar. Barışmaları
için önerilen tokalaşma öfkenin esiri olup amacından şaşmış ve güç gösterisine
dönmüştü. Hüseyin Bey sıkılmaktan bembeyaz kesilen elleri fark edip “Öpün
birbirinizi.” dedi.
“Abi!”
“Ne var abisi? Haydi! Komşusunuz siz
şurada. Komşu komşunun külüne muhtaç oğlum.”
“Hay çok yaşa Hüseyin’im.”
“Sen de Mahmut’um.”
İkilinin sözlerinden vazgeçmeyeceklerini
anlayınca öpmek yerine kafa tokuşturup geri çekildiler ve “Bu da bir şey.” dedikten
sonra dükkandan çıkan Mahmut Bey'i takip ettiler.
“Cümleten selamun aleyküm!”
Tenha bir mahallenin köşesinde olan ve
mahallenin girişini aydınlatan yere gelmek için yaklaşık on dakika yürümüşlerdi.
İçeride dertleri derya olan bir kesim ve okey, tavla oynayan başka bir kesim
vardı. Herkes kendi halindeydi. Mahmut Bey'in selamıyla hep bir ağızdan Aleyküm
selam diyenlere başlarıyla selam verdiler. Hüseyin Bey bir yere doğru yürürken
Erdem’de ona eşlik etti. Mahmut Bey ise Gökmen’e mekanı tanıtma görevini
üstlenmişti. Bir elini omzuna atıp “Burası da işte bizim diğer mekanlarımızdan,
mahallede olsa daha iyi olurdu ama böyle de iyi yer.” dedi. Gökmen usulca
başını sallayıp adama ayak uydurdu ve cam kenarında bir masaya kurulan diğer
ikilinin yanına oturdular. Hüseyin Bey elini kaldırıp bir garsonla göz irtibatı
kurduktan sonra garson başını salladı ve gözden kayboldu.
“Eee aslan parçaları anlatın.”
Hüseyin Bey karşısındaki iki delikanlıya
bakarak gülümsedi. Erdem boğazını temizleyip kollarını masaya yasladıktan sonra
“Ne anlatalım abi?” dedi.
“Yapma be Erdem, hala bankacı kadınlardan
birine yüz vermiyor musun? Geçen bizim dükkanın önünden geçerken suratları bir
karıştı.”
“Onlardan banane be abi.”
“Ulan sen de var ya ne efendi bir şeysin,
azıcık boz lan kendini!”
Mahmut Bey'in isyanına gülen Hüseyin Bey
başını sallayarak onu onayladı. O sırada masaya gelen garson elindeki mezeleri
yerleştirmeye başladı. Hüseyin Bey bakışlarını Gökmen’e yöneltince Erdem derin
bir nefes vererek camdan dışarı baktı.
“Gökmen sende neler var?”
“Yok bir şey abi bende, ne olsun? Daha
yeni düzen kurmaya başladım kendime.”
“Sahi Gökmen, kız kardeşinden başka her
hangi bir kızla tanışmadık biz. Yok mu sende de?”
“Yok abi, bana dersimi verecek biri...
Henüz.”
Erdem, Gökmen'in son kelimesiyle hızla dönüp
kaşlarını çattı. Daha sinirleri yeni yeni yatışmışken Gökmen'in yaptığı ima tekrar kanının
kaynamasına sebep olmuştu. Halbuki o an Gökmen içinden geçenleri söylemişti,
Ebrar aklının ucundan bile geçmemişti. Gökmen durumu anlasa da umursamadan
Hüseyin Bey'e bakarken Hüseyin Bey başını salladı.
“Erdem zaten sıkıcıydı da, senden daha
hareketli bir şeyler beklerdik Gökmen. Sende hayal kırıklığına uğrattın.”
“Bizi boş verin de sizde ne var ne yok
abi?”
Başlarındaki garson işini bitirdiğinde hep
bir ağızdan teşekkür edip önlerine döndüler. Mahmut Bey Gökmen’in sorduğu
soruyla bardağına bir aslan sütü doldurup sıkıntılı bir nefes verdi.
“Erdem bile bize hiç bu soruyu
sormamıştı.”
“Ben beni ilgilendirmeyen şeyleri merak
etmem abi.”
“Senin merak edip etmen önemli değil, konu
burada dertleşmek.”
Mahmut Bey'in verdiği cevapla kaşlarını
kaldıran Erdem öne doğru eğilip bardağını doldurdu. Bir yandan da konuşmaya
başladı.
“Ben hep benim sizinle dertleşeceğimi
sanıyordum sonunda kurtuldum bu yükten desenize. O zaman siz dökülün abiler.”
Mahmut ve Hüseyin Bey birbirlerine kısa
bir bakış attıktan sonra bardaklarını tokuşturdular. Hüseyin Bey “Sen önden
buyur ahretlik.” dediğinde Mahmut Bey başını sağa doğru eğip güldü ve dikkatle
onlara bakan gençlere döndü.
“Şimdi, nereden başlasam bilemedim. En
başından alalım olayı da hat kopmasın.”
Gökmen başını sallayıp bardağından bir
yudum aldıktan sonra dikkatini tamamen Mahmut Bey'e verdi.
“İlkokul ve ortaokulda okulun en haylaz
çocuğuydum. Babam da en sonunda beni okuldan aldırıp yanında çalıştırmaya
başladı. Şu an ki dükkan var ya hani, baba yadigarı bana. Ruhu şad olsun.”
Erdem düşünceli bir şekilde “Başın sağ
olsun abi bilmiyordum.” dediğinde
“E hiç sormadın ki odun herif.” cevabını
aldı.
“Neyse işte babamın yanında çalışmaya
başladım falan. Çıraklık, kalfalık, ustalık derken mahalleden birinin kızına aşık
oldum. O zamanlar genç delikanlıyım tabi. Kanım sizin gibi donuk değil deli
gibi akıyor. Sık sık bizim dükkana annesiyle gelip et falan alıyorlar ya da
kıyma çektiriyorlar. Bir zaman sonra kız tek başına gelmeye başladı. Fırsat bu
fırsat babam da dükkanda olmadığı zaman kızla konuşmaya başladım. İşte adını
falan sordum. Şirin’di adı.”
“İnsan biraz ismini taşır be, şerefsiz.”
Hüseyin Bey'in ani çıkışı gençleri şaşırtırken Mahmut Bey onu sakinleştirmeye
çalıştı.
“Dur be Hüseyin’im.”
“Hüseyin Abi sende mi tanıyordun?” diye
merakla sorduğunda Gökmen, Hüseyin Bey hararetle “Tanımaz olaydım.” dedi.
Hikaye daha da ilgi çekici bir hale gelmişti.
“Ondan sonra baktım Şirin-“
“Adını zikretme şeytan’ın.” diye sıkıntıyla
konuşan Hüseyin Beyin koluna vurdu dostça Mahmut Abi.
“Baktım şeytan da bana karşı boş değil.
Var bir şeyler. O zaman mahallede bu kadar kadın esnaf da yok geneli erkek
işte. Kimisi kızını benimle evlendirmeyi düşünüyor babama söylüyorlar falan.
Ben karşı çıkıyorum. Kanımız deli akıyor ama başkasının namusunu da kirletmek
bizlik değil. Laf olur söz olur hiç girdirmiyorum babamı o işlere. Bir zaman
sonra işte biz o kızla baya konuşuyoruz. Arada dükkandan çıkıyorum onunla
buluşuyorum. Bu arada o okuyor he. İşte okul çıkışına gidip okuldan alıyorum.
Ama dokunmaya da kıyamıyorum. Dokunurken korkuyordum yani kırılır gibi
hissediyordum. Korkarak seviyordum be onu. Tabi sevdik mi dibine kadar severdik
biz.”
Mahmut Bey kendini kaptırmış anlatırken
Hüseyin Bey de sinirden bardağı kıracak derecede tutuyordu. Tabi onları böyle
görünce kızın ne yaptığını merak ediyordu diğer ikili.
“Sonra bir gün eve et götür dedi babam.
İşte verdiği poşetleri aldım dükkandan çıktım eve gidiyorum ara sokakta onunla
Hüseyin’i gördüm.”
“Bizim Hüseyin Abi’yi mi?” diye sordu Erdem
inanamayarak.
“He odun herif beni.”
“Eee abi sonra ne oldu?”
“Sonra işte beynimden vurulmuşa döndüm.
Baya yakınlar, fazla. Hüseyin gayet rahat. Çünkü Hüseyin ile hiç onun hakkında
konuşmamıştık. Ama şeytan şoka girdi tabi. Dedim ne oluyor burada. İşte bu
açıklama yapabilirim diye moda girdiğinde dediklerini duymadım bile. Hüseyin’e
bakıyordum dik dik. Hüseyin kızın hallerinden şüphelenip ona okkalı bir küfür
ettiğinde kız uzaklaştı oradan. Olanı biteni anlattı sonra Hüseyin bana.
Meğerse kız ikimizi birden idare ediyormuş. O günden sonra tövbe ettim aşka.”
“Ama abi evlisin şu an.”
“Oğlum yengen benim miladım. Bir akraba
düğününde karşı tarafın uzak bir akrabasıymış işte, annesi görmüş beni, boylu
poslu çocuk diye övmüş. Bana da annem övüyor kızı. Bir gün buluştuk, o gün bu
gündür ne gözümün ne aklımın ne gönlümün kıyısından kimse geçmedi. Hala aynı
duygularım ona karşı hiç eksilmedi. Yani benim anlatacağım bu.”
Gökmen önündeki bardağa uzanıp bir yudumda
bardağı bitirdiğinde Erdem “Yavaş.” diyerek uyardı ama umursayan pek yoktu. Mahmut
Bey ise çoktan uzaklara dalmış gibiydi. Hüseyin Bey boğazını temizlediğinde hepsi
ona döndü.
“Bir dahakine de benim hikayeyi
dinlersiniz. Bu gece bu doz aşımı yeter size.”
Erdem başını sallayıp “Öyle olsun abi.” dediğinde
Gökmen de onayladı.
Sessizliğin hüküm sürdüğü masada bir
bardak boşalıyor diğeri dolduruluyordu. Gökmen Erdem’e yandan bir bakış attı. Erdem
dışarıya doğru bakıyor arada bir bardağından birkaç yudum alıyor sonra yine
dışarı bakıyordu. Gökmen bu suskunluğun alında yatanları merak ediyordu.
Bir adamın ölüm sessizliğini taşıması, yaşarken ölmeyi kabullenmekti. Hayatında onu yaşama bağlayacak herhangi bir şeyin olmamasıydı.
Bir adamın ölüm sessizliğini taşıması, yaşarken ölmeyi kabullenmekti. Hayatında onu yaşama bağlayacak herhangi bir şeyin olmamasıydı.
Onu ilgilendirmediğini düşündü ve önüne
dönüp bardağının dibinde kalan bir yudumluk aslan sütüne baktı. Arka
tarafta çalan Sıla’nın Vur Kadehi Usta
şarkısı ise o an pek yardımcı olmuyordu.
Bir an aklına gelen Ebrar ile başını sağa
sola salladı. O adamın onun yüzüne
dokunması, Ebrar’ın onun ellerini ellerinin arasına alması. Gözlerini kapayıp
elleriyle burun kemerini sıktıktan sonra derin bir nefes aldı. Tamamen
bocalamış bir halde bakışlarını Hüseyin ve Mahmut Beye yöneltti.
“Bu gece benden bu kadar olsa abi,
müsaadenizle kalksam?”
“Ooo oyunbozanlık bu ama! Neyse ilk
akşamına veriyoruz. Bir daha hep beraber kalkarız.”
Mahmut Bey'e gülüp tamam dercesine başını
salladı. Çıkmadan kasaya uğrayıp masanın hesabını ödedikten sonra kapıya çıktı
ve elini kaldırıp ilk gördüğü taksiyi çevirdi. Beynini meşgul eden her bir
düşünce içtiklerinden daha tehlikeliydi ve araba sürmeyi aklının ucundan dahi
geçiremeyecek kadar korkuyordu kendisinden. Tek yapabildiği şoföre adresi
verdikten sonra Göker’e sabah onları almaya gelemeyeceğini anlatan bir mesaj
atmak oldu.
Donuk bir halde eve gelen Ebrar çantasında
ard arda çalan telefonu eline alıp kim olduğunu umursamadan sıkıntıyla açtı.
“Efendim.”
“Alo. Ebrar?”
Hattın diğer ucunda annesinin sesini
duymasıyla, gözlerini kapayıp bir süre bekledi. Onlara karşı suskunluğu
seçiyordu genelde.
“Ebrar iyi misin?”
Sahte bir gülümseme yerleştirdi
dudaklarına. İçten sormuyordu ki bunu. Sadece telefonda konuşulması gereken
zoraki bir andı. İyi olmadığını belirtse nedenini bile sormayacaktı, çünkü bu
zamana kadar hiç sormamışlardı.
“İyiyim.”
Ve en çok kullanılan yalanı seçti.
Karşı hattan duyduğu memnuniyet sesiyle telefonu kapatmak istedi ama duyduğu cümleyle ne hissedeceğini bilemedi.
“En kısa zamanda İstanbul’a geliyoruz, ama
kısa bir süre için. Gelmişken hala yapmadığın düğünü de yap artık bence
tatlım.”
“Bilmem, her neyse geldiğinizde
görüşürüz.”
“Aynen görüşürüz tatlım.”
Ve kapanan iki hat. Anne kızdan ziyade
resmi uzak iki akraba gibilerdi. Hatta onlardan daha da soğuklardı. Ebrar
onların bu kadar kendisine uzak olmasına anlam verememişti hiçbir zaman. Sanki
onların ayaklarına hep bağmış gibi hissetmişti kendini. Dertleşememişti mesela
hiç annesiyle doya doya. Kafeye bazen anne kız beraber gelip keyifle vakit
geçiren müşteriler görünce imrenirdi. Sonra babası onu hiç erkekler hakkında
uyarmamıştı. Hiç baba nasihati vermemişti. Düğününü bile önemsemiyorlardı.
Ayaklarını sürüyerek geçtiği odasındaki yatağına kendini bıraktı ve gözlerini
kapadı.
Nehir hızlı bir şekilde kutu gibi olan
evine girerken bir yandan Ebrar’ı aramaya koyuldu. Ayakkabılarını savurarak
ayaklarından kurtardıktan sonra odasına yönelip kendini yatağa atıp sarkıttı.
Ebrar’ın telefonu çalıyor fakat açan olmuyordu. Erdem ile mutfağa gittikten
sonra konuşulanları duymamış ve akşam kafeyi kapatırken sessiz sedasız ayrılmıştı
oradan Ebrar. Erdem ise doğruca karşı kafeye gitmişti.
Aradığınız kişiye şu anda-
“Of Ebrar ya aç şunu!”
Söylenerek tekrar aramaya koyuldu.
İstanbul’da tek yakını olarak gördüğü oydu. İçini bir merak dalgası sardığında
kalkıp evine gitmeyi düşündü. Sıkıntılı bir nefes verip tekrar aradı. Bu sefer
açmazsa evine gidecekti, yatakta doğrulup kapıya doğru yürüdü ve az önce sağa
sola savurduğu ayakkabılarına bakındı. Birini lavabonun oraya diğerini mutfak
girişine atmıştı. Kendine bir yandan hayret ederken çalan telefonu sonunda biri
açmıştı.
“Ebrar!”
“Nehir.”
“Kızım neden açmıyorsun telefonu merak
ettim.”
“Sadece biraz kendimle kalmak istiyorum
Nehir.”
“Kötü bir şey mi oldu Ebrar.”
“Hayır.”
“O zaman sorun ne?”
“Tolga... Yani bilmiyorum ben onu, onun
beni sevdiği kadar sevemiyorum galiba, ben onun sevgisine layık değilim
sanırım.”
Nehir duyduklarıyla olduğu yerde
duraksadı. Tolga ne dediyse ya da aralarında ne geçtiyse Ebrar bu ilişkiyi
gözden geçirmişti kendince. Başını olumsuzca sallayıp yatak odasına döndü ve
kendini yatağa attı.
“Saçma sapan konuşma istersen. Sen gayet
sevgini gösteriyorsun ve o da biliyor bunu.”
“Ben neden böyle düşünüyorum o zaman
Nehir. O hep evlilik konusunu açıyor ama ben onun gibi planlar yapmıyorum.”
Nehir gözlerini kapayıp başını yastığa
bastırdıktan sonra sıkıntıyla ofladı. Karşı hatta olan Ebrar ise
yatağında tavanı doğru izliyor, içinden geçenleri söylemeye devam ediyordu.
“Evet Tolga’yı seviyorum. Güzel bir
ilişkimizin olduğunun da farkındayım ama bugün karşımda farklı bir Tolga vardı
Nehir, Gökmen’i gördükten sonra hele bir anda değişti sen de fark ettin mi
hareketlerini tavırlarını. Siz mutfağa gittikten sonra özellikle...”
“Ne oldu bizden sonra sana bağırdı mı?”
“Sayılır ama ilk defa farklı bir Tolga
vardı karşımda. Bu sevgisinden dolayı onun da farkındayım ama… Of Nehir.
Gökmen’den beni kıskandı ya. Gökmen’in bana hayran olabileceğini düşündü.”
Nehir başını sağa sola sallayıp yatakta
doğruldu.
“Öncelikle hayran olunmayacak bir kadın
değilsin ki ben seni rol model olarak benimsiyorum. Tolga kıskanmış ve seven
bir adamın kıskanması gayet olağan. Ama Gökmen... Bilmiyorum geldiğinden beri
farklı tavır ve hareketleri oluyor arada benim de gözümden kaçmadı değil. Fakat
bu demek değil ki Gökmen seni tavlamaya çalışıyor.”
“Böyle bir şey söz konusu bile olamaz
bence Nehir.”
“Sonuç olarak aranız iyi mi?”
Ebrar yatakta doğrulup ayaklarına baktı.
“Sanırım iyi. Yani benim diyecek bir şeyim
yoktu diyeceklerimi dedim.”
“Ebrar ayrılmadınız değil mi?”
“Hayır.”
Rahatlayıp derin bir nefes veren Nehir
gülümsedi. Ebrar karşı tarafta öylece duruyordu. Aralarında süren sessizlik
boyunca ikisi de sadece sessizliklerinde anlatmak istediklerini dinlediler.
Susarken bile yoruluyor ya insan bazen, onlar tam da onu yapıyorlardı. Arada
bir nefes seslerini duyuyorlar kıkırdayıp duruyorlardı. Bir anda Ebrar’ın
cümlesiyle Nehir kaşlarını olabildiğince havaya kaldırdı.
“Annem aradı.”
“Diyorsun!”
Ebrar Nehir görmese de başını salladı.
“Her şey o kadar üst üste geliyor ki düğün
işini de aradan çıkartalım dedi. Benim için önemli olan bir şeye o kadar
önemsiz davranıyor ki.”
Nehir üzüntüyle gözlerini kapayıp
dudaklarını dişledi. Bu noktada diyecek cümleleri tükeniyordu. Kendi annesi
babası onu öyle ilgiyle büyütmüştü ki. Şimdi onlardan uzak kalsa da babası ve
annesi her daim varlıklarını hissettiriyordu onu sık sık arayıp. Ama Ebrar’da
durum öyle değildi. Tanıştıklarından bu yana kafe açılışında bile görmemişti
annesini ve babasını. Bir yandan bu duruma sinir olup Ebrar’ın yerine kendini
koyduğunda ise üzülüyordu. Ebrar “Neyse kapatalım kuzum yarın iş var. Teşekkür
ederim aramakta ısrar edip gece gece beni çektiğin için.” dedi.
Nehir kaşlarını çatıp kendini yatağa
gerisin geri bıraktı.
“Saçmalama Ebrar! Açmasan telefonu
kapındaydım şu an vallahi. Ayrıca biz seninle ekmekle tuz gibi yaz gününde
dondurma ile külah gibiyiz tamam mı? Sırdaş, dost, abla kardeş gibi. Tabi ki
çekeceğim ama çekmek sayılmaz bunlar bebeğim seni seviyorum.”
Kapanan telefonları bir kenara koyan ikili
yastıklarına başlarını bırakıp gözlerini kapadı.
Hayat bir noktada farklı insanları bir
araya getiriyor ve en yakınları yapıyordu. Farklı duvarlar örüyor, bazen o
duvarlardan bir ışık hüzmesinin girmesini sağlıyor ardından o ışık daha da
büyüyüp duvarları yerle bir ediyordu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder