4 Ocak 2018 Perşembe

VUR KADEHİ USTA(7)

“Abi sen kime çiçek aldın?”

Gökmen kafeye girer girmez kendisine yöneltilen soruyla tek kaşını kaldırdı.

 “Ne zamandır sana hesap veriyorum ben Gökçe?”

Genç kız bir iki adım gerileyip elini beline koydu.

“Hesap mı soruyorum ben, merak ettim sadece.”

“Etme o zaman.”

Durgunlaşan Gökçe'nin gözleri dolduğunda Göker elini omzuna koydu ve onu kendine çekti. Gökmen derin bir nefes alıp “Gökçe.” dediğinde, kız kardeşi onu umursamadan Göker'e döndü.

“Göker eve gidelim zaten müşteri de gelmez bu saatten sonra.” dedi ve abisinin yüzüne bile bakmadan kafeden çıktı.

“Eh be abi, beni işkencelerine maruz bıraktıracaksın şimdi çok sağ ol ya bravo cidden.”

“Göker, sonra konuşalım tamam mı?”

Göker cevap olarak sadece başını salladı ve gitmeden omzunu sıkıp “Canını ne sıktıysa sıkma.” dedi abisine.

Kafede yalnız kaldığında kendini en köşedeki koltuklardan birine attı. Ebrar’a çiçek verirken Nehir’in ortadan kaybolması hoşuna gitmişti. Biraz sohbet edebilirlerdi o an.  Aniden davetsiz misafir gibi ortama damlayan takım elbiseli o yakışıklı gerzek herif olmasaydı tabii. Adamın hayatım diyen sesi bir saniyeliğine kulaklarında yankılanınca duraksadı Gökmen. Az önce yaşadığı ve aslında beyninin tam olarak algılayamadığı anlar bir bir gözlerinin önüne belirmeye başladığında iç dünyasında savaş için yeşil ışık yanmıştı.

Aklından geçenlere anlam veremiyordu. Kaç gündür tanışıyorlardı ki kız nişanlım dediğinde bocalayacak hale gelmişti? Sadece onu kızdırmayı seviyordu. Anında sıkılan yumrukları, hırsla yeri döven ayakları, alev alan çikolata rengi gözleri, kızaran yanaklarda küllenen çilleri, sol tarafı ısırılmış pembe duda-

“Kendine gel oğlum Görkem saçma sapan şeyler düşünme! Ulan ne diye mal gibi şeyler hissediyorsun!” düşündükleriyle hafiften hızlanan kalbini tutup başını hızla iki yana salladı.

Yavaş yavaş kendine gelmeye başladığında kafenin kapısının açılıp kapanmasıyla bakışlarını gelen kişiye çevirdi. Erdem hiçbir şey demeden Gökmen’in karşısındaki koltuğa kendini attı ve derin bir nefes alıp gözlerine baktı.

“Amacın ne lan senin!”

Gökmen kaşlarını kaldırıp öne doğru eğildi ve ellerini iki yana açıp birbirine vurduktan sonra başını yana doğru eğip rahat bir şekilde cevap verdi.

“Hiçbir şey.”

“Geldiğin ilk günden beri Ebrar’ı rahatsız eden tavırların var. Buna başında yanlış anlamışımdır diye ses etmedim ama senin olduğun ortamda ister istemez rahatsız olduğunu görmemek için kör olmak gerek.”

“Ben bunun farkında değilim.”

Erdem alay eder gibi güldükten sonra ciddileşti.

“Seni bir kez uyaracağım Gökmen-“

Ses tonuyla ve tavrıyla sinirlenen Gökmen oturduğu yerden hızla kalkıp Erdem'in sözünü kesti.

“Burada liseli ergenler gibi bana ne yapıp ne yapmayacağımı sıralayamazsın Erdem! Kendine gel.”

Erdem kaşlarını alayla kaldırıp ellerini dizine koyup kendini yukarı ittikten sonra oturduğu yerden kalkıp duruşunu dikleştirdi, ardından Erdem'i yakasından tutup sıkıca kavradı.

“Ulan! Yavşak mısın lan sen!”

Gökmen yakasındaki elleri sıkıca tutup ittirdikten sonra sertçe bağırarak karşılık verdi.

“Düzgün konuş!”

“Nişanlı lan o kız!”

“Bilmiyordum geri zekalı!”

“İyi öğrenmiş oldun!”

“Sonuçta evli değiller.”

Gökmen bile hırstan ne dediğini idrak edememişken, Erdem’in kalkan tek kaşı ve Gökmen’e doğru yaptığı ani hareket araya Hüseyin Bey'in girmesiyle durdu.

“Hop, hop gençler ne oluyor?”

“Ulan seni var ya! Hüseyin abi bırak.”

Mahmut Bey'in  “Tutma küçük enişteyi sal gelsin, aralarında ne husumet varsa düzeltsinler. Ben masada birbirlerine nefretle bakan adam istemem.” demesiyle Hüseyin bey sabır çekip “Saçmalama Mahmut.” diye cevap verdi.

Mahmut Bey ciddi bir tavırla bir sandalye çekti ve sandalyeyi ters çevirip oturdu. Önce Gökmen’e sonra Erdem’e baktı.

“Sorun ne Erdem?”

Erdem derin bir nefes aldıktan sonra karşısındaki adama baktı. Gökmen ise düşmanca bakan koyu gözlere kısa bir karşılık verdi ve başını iki yana sallayarak odağını önündeki masaya çevirdi.

“Yok bir şey abi.”

Hüseyin Bey Erdem’i bırakıp kenara çekildi. Bir elini beline koyup diğer eliyle sakalını kaşıdı. Mahmut Bey başını sağa sola sallayıp sabır dilerken ayaklandı.

“Boş tatava yapmayın. Tokalaşın adamakıllı haydi, sonra kafaları dağıtalım.”

İkisi de isteksizce onaylarken ayağa kalkıp yumuşatmaya çalıştıkları sinirli ifadeleriyle birbirlerine baktılar. Barışmaları için önerilen tokalaşma öfkenin esiri olup amacından şaşmış ve güç gösterisine dönmüştü. Hüseyin Bey sıkılmaktan bembeyaz kesilen elleri fark edip “Öpün birbirinizi.” dedi.

“Abi!”

“Ne var abisi? Haydi! Komşusunuz siz şurada. Komşu komşunun külüne muhtaç oğlum.”

“Hay çok yaşa Hüseyin’im.”

“Sen de Mahmut’um.”

İkilinin sözlerinden vazgeçmeyeceklerini anlayınca öpmek yerine kafa tokuşturup geri çekildiler ve “Bu da bir şey.” dedikten sonra dükkandan çıkan Mahmut Bey'i takip ettiler.


“Cümleten selamun aleyküm!”

Tenha bir mahallenin köşesinde olan ve mahallenin girişini aydınlatan yere gelmek için yaklaşık on dakika yürümüşlerdi. İçeride dertleri derya olan bir kesim ve okey, tavla oynayan başka bir kesim vardı. Herkes kendi halindeydi. Mahmut Bey'in selamıyla hep bir ağızdan Aleyküm selam diyenlere başlarıyla selam verdiler. Hüseyin Bey bir yere doğru yürürken Erdem’de ona eşlik etti. Mahmut Bey ise Gökmen’e mekanı tanıtma görevini üstlenmişti. Bir elini omzuna atıp “Burası da işte bizim diğer mekanlarımızdan, mahallede olsa daha iyi olurdu ama böyle de iyi yer.” dedi. Gökmen usulca başını sallayıp adama ayak uydurdu ve cam kenarında bir masaya kurulan diğer ikilinin yanına oturdular. Hüseyin Bey elini kaldırıp bir garsonla göz irtibatı kurduktan sonra garson başını salladı ve gözden kayboldu.

“Eee aslan parçaları anlatın.”

Hüseyin Bey karşısındaki iki delikanlıya bakarak gülümsedi. Erdem boğazını temizleyip kollarını masaya yasladıktan sonra “Ne anlatalım abi?” dedi.

“Yapma be Erdem, hala bankacı kadınlardan birine yüz vermiyor musun? Geçen bizim dükkanın önünden geçerken suratları bir karıştı.”

“Onlardan banane be abi.”

“Ulan sen de var ya ne efendi bir şeysin, azıcık boz lan kendini!”

Mahmut Bey'in isyanına gülen Hüseyin Bey başını sallayarak onu onayladı. O sırada masaya gelen garson elindeki mezeleri yerleştirmeye başladı. Hüseyin Bey bakışlarını Gökmen’e yöneltince Erdem derin bir nefes vererek camdan dışarı baktı.

“Gökmen sende neler var?”

“Yok bir şey abi bende, ne olsun? Daha yeni düzen kurmaya başladım kendime.”

“Sahi Gökmen, kız kardeşinden başka her hangi bir kızla tanışmadık biz. Yok mu sende de?”

“Yok abi, bana dersimi verecek biri... Henüz.”

Erdem, Gökmen'in son kelimesiyle hızla dönüp kaşlarını çattı. Daha sinirleri yeni yeni yatışmışken Gökmen'in yaptığı ima tekrar kanının kaynamasına sebep olmuştu. Halbuki o an Gökmen içinden geçenleri söylemişti, Ebrar aklının ucundan bile geçmemişti. Gökmen durumu anlasa da umursamadan Hüseyin Bey'e bakarken Hüseyin Bey başını salladı.

“Erdem zaten sıkıcıydı da, senden daha hareketli bir şeyler beklerdik Gökmen. Sende hayal kırıklığına uğrattın.”

“Bizi boş verin de sizde ne var ne yok abi?”

Başlarındaki garson işini bitirdiğinde hep bir ağızdan teşekkür edip önlerine döndüler. Mahmut Bey Gökmen’in sorduğu soruyla bardağına bir aslan sütü doldurup sıkıntılı bir nefes verdi.

“Erdem bile bize hiç bu soruyu sormamıştı.”

“Ben beni ilgilendirmeyen şeyleri merak etmem abi.”

“Senin merak edip etmen önemli değil, konu burada dertleşmek.”

Mahmut Bey'in verdiği cevapla kaşlarını kaldıran Erdem öne doğru eğilip bardağını doldurdu. Bir yandan da konuşmaya başladı.

“Ben hep benim sizinle dertleşeceğimi sanıyordum sonunda kurtuldum bu yükten desenize. O zaman siz dökülün abiler.”

Mahmut ve Hüseyin Bey birbirlerine kısa bir bakış attıktan sonra bardaklarını tokuşturdular. Hüseyin Bey “Sen önden buyur ahretlik.” dediğinde Mahmut Bey başını sağa doğru eğip güldü ve dikkatle onlara bakan gençlere döndü.

“Şimdi, nereden başlasam bilemedim. En başından alalım olayı da hat kopmasın.”

Gökmen başını sallayıp bardağından bir yudum aldıktan sonra dikkatini tamamen Mahmut Bey'e verdi.

“İlkokul ve ortaokulda okulun en haylaz çocuğuydum. Babam da en sonunda beni okuldan aldırıp yanında çalıştırmaya başladı. Şu an ki dükkan var ya hani, baba yadigarı bana. Ruhu şad olsun.”

Erdem düşünceli bir şekilde “Başın sağ olsun abi bilmiyordum.” dediğinde
“E hiç sormadın ki odun herif.” cevabını aldı.

“Neyse işte babamın yanında çalışmaya başladım falan. Çıraklık, kalfalık, ustalık derken mahalleden birinin kızına aşık oldum. O zamanlar genç delikanlıyım tabi. Kanım sizin gibi donuk değil deli gibi akıyor. Sık sık bizim dükkana annesiyle gelip et falan alıyorlar ya da kıyma çektiriyorlar. Bir zaman sonra kız tek başına gelmeye başladı. Fırsat bu fırsat babam da dükkanda olmadığı zaman kızla konuşmaya başladım. İşte adını falan sordum. Şirin’di adı.”

“İnsan biraz ismini taşır be, şerefsiz.” Hüseyin Bey'in ani çıkışı gençleri şaşırtırken Mahmut Bey onu sakinleştirmeye çalıştı.

“Dur be Hüseyin’im.”

“Hüseyin Abi sende mi tanıyordun?” diye merakla sorduğunda Gökmen, Hüseyin Bey hararetle “Tanımaz olaydım.” dedi. Hikaye daha da ilgi çekici bir hale gelmişti.

“Ondan sonra baktım Şirin-“

“Adını zikretme şeytan’ın.” diye sıkıntıyla konuşan Hüseyin Beyin koluna vurdu dostça Mahmut Abi.

“Baktım şeytan da bana karşı boş değil. Var bir şeyler. O zaman mahallede bu kadar kadın esnaf da yok geneli erkek işte. Kimisi kızını benimle evlendirmeyi düşünüyor babama söylüyorlar falan. Ben karşı çıkıyorum. Kanımız deli akıyor ama başkasının namusunu da kirletmek bizlik değil. Laf olur söz olur hiç girdirmiyorum babamı o işlere. Bir zaman sonra işte biz o kızla baya konuşuyoruz. Arada dükkandan çıkıyorum onunla buluşuyorum. Bu arada o okuyor he. İşte okul çıkışına gidip okuldan alıyorum. Ama dokunmaya da kıyamıyorum. Dokunurken korkuyordum yani kırılır gibi hissediyordum. Korkarak seviyordum be onu. Tabi sevdik mi dibine kadar severdik biz.”

Mahmut Bey kendini kaptırmış anlatırken Hüseyin Bey de sinirden bardağı kıracak derecede tutuyordu. Tabi onları böyle görünce kızın ne yaptığını merak ediyordu diğer ikili.

“Sonra bir gün eve et götür dedi babam. İşte verdiği poşetleri aldım dükkandan çıktım eve gidiyorum ara sokakta onunla Hüseyin’i gördüm.”

“Bizim Hüseyin Abi’yi mi?” diye sordu Erdem inanamayarak.

“He odun herif beni.”

“Eee abi sonra ne oldu?”

“Sonra işte beynimden vurulmuşa döndüm. Baya yakınlar, fazla. Hüseyin gayet rahat. Çünkü Hüseyin ile hiç onun hakkında konuşmamıştık. Ama şeytan şoka girdi tabi. Dedim ne oluyor burada. İşte bu açıklama yapabilirim diye moda girdiğinde dediklerini duymadım bile. Hüseyin’e bakıyordum dik dik. Hüseyin kızın hallerinden şüphelenip ona okkalı bir küfür ettiğinde kız uzaklaştı oradan. Olanı biteni anlattı sonra Hüseyin bana. Meğerse kız ikimizi birden idare ediyormuş. O günden sonra tövbe ettim aşka.”

“Ama abi evlisin şu an.”

“Oğlum yengen benim miladım. Bir akraba düğününde karşı tarafın uzak bir akrabasıymış işte, annesi görmüş beni, boylu poslu çocuk diye övmüş. Bana da annem övüyor kızı. Bir gün buluştuk, o gün bu gündür ne gözümün ne aklımın ne gönlümün kıyısından kimse geçmedi. Hala aynı duygularım ona karşı hiç eksilmedi. Yani benim anlatacağım bu.”

Gökmen önündeki bardağa uzanıp bir yudumda bardağı bitirdiğinde Erdem “Yavaş.” diyerek uyardı ama umursayan pek yoktu. Mahmut Bey ise çoktan uzaklara dalmış gibiydi. Hüseyin Bey boğazını temizlediğinde hepsi ona döndü.

“Bir dahakine de benim hikayeyi dinlersiniz. Bu gece bu doz aşımı yeter size.”

Erdem başını sallayıp “Öyle olsun abi.” dediğinde Gökmen de onayladı.

Sessizliğin hüküm sürdüğü masada bir bardak boşalıyor diğeri dolduruluyordu. Gökmen Erdem’e yandan bir bakış attı. Erdem dışarıya doğru bakıyor arada bir bardağından birkaç yudum alıyor sonra yine dışarı bakıyordu. Gökmen bu suskunluğun alında yatanları merak ediyordu.

 Bir adamın ölüm sessizliğini taşıması, yaşarken ölmeyi kabullenmekti. Hayatında onu yaşama bağlayacak herhangi bir şeyin olmamasıydı.

Onu ilgilendirmediğini düşündü ve önüne dönüp bardağının dibinde kalan bir yudumluk aslan sütüne baktı.  Arka tarafta çalan Sıla’nın Vur Kadehi Usta şarkısı ise o an pek yardımcı olmuyordu.

Bir an aklına gelen Ebrar ile başını sağa sola salladı. O adamın onun yüzüne dokunması, Ebrar’ın onun ellerini ellerinin arasına alması. Gözlerini kapayıp elleriyle burun kemerini sıktıktan sonra derin bir nefes aldı. Tamamen bocalamış bir halde bakışlarını Hüseyin ve Mahmut Beye yöneltti.

“Bu gece benden bu kadar olsa abi, müsaadenizle kalksam?”

“Ooo oyunbozanlık bu ama! Neyse ilk akşamına veriyoruz. Bir daha hep beraber kalkarız.”

Mahmut Bey'e gülüp tamam dercesine başını salladı. Çıkmadan kasaya uğrayıp masanın hesabını ödedikten sonra kapıya çıktı ve elini kaldırıp ilk gördüğü taksiyi çevirdi. Beynini meşgul eden her bir düşünce içtiklerinden daha tehlikeliydi ve araba sürmeyi aklının ucundan dahi geçiremeyecek kadar korkuyordu kendisinden. Tek yapabildiği şoföre adresi verdikten sonra Göker’e sabah onları almaya gelemeyeceğini anlatan bir mesaj atmak oldu.




Donuk bir halde eve gelen Ebrar çantasında ard arda çalan telefonu eline alıp kim olduğunu umursamadan sıkıntıyla açtı.

“Efendim.”

“Alo. Ebrar?”

Hattın diğer ucunda annesinin sesini duymasıyla, gözlerini kapayıp bir süre bekledi. Onlara karşı suskunluğu seçiyordu genelde.

“Ebrar iyi misin?”

Sahte bir gülümseme yerleştirdi dudaklarına. İçten sormuyordu ki bunu. Sadece telefonda konuşulması gereken zoraki bir andı. İyi olmadığını belirtse nedenini bile sormayacaktı, çünkü bu zamana kadar hiç sormamışlardı.

“İyiyim.”

Ve en çok kullanılan yalanı seçti.


Karşı hattan duyduğu memnuniyet sesiyle telefonu kapatmak istedi ama duyduğu cümleyle ne hissedeceğini bilemedi.

“En kısa zamanda İstanbul’a geliyoruz, ama kısa bir süre için. Gelmişken hala yapmadığın düğünü de yap artık bence tatlım.”

“Bilmem, her neyse geldiğinizde görüşürüz.”

“Aynen görüşürüz tatlım.”

Ve kapanan iki hat. Anne kızdan ziyade resmi uzak iki akraba gibilerdi. Hatta onlardan daha da soğuklardı. Ebrar onların bu kadar kendisine uzak olmasına anlam verememişti hiçbir zaman. Sanki onların ayaklarına hep bağmış gibi hissetmişti kendini. Dertleşememişti mesela hiç annesiyle doya doya. Kafeye bazen anne kız beraber gelip keyifle vakit geçiren müşteriler görünce imrenirdi. Sonra babası onu hiç erkekler hakkında uyarmamıştı. Hiç baba nasihati vermemişti. Düğününü bile önemsemiyorlardı. Ayaklarını sürüyerek geçtiği odasındaki yatağına kendini bıraktı ve gözlerini kapadı.




Nehir hızlı bir şekilde kutu gibi olan evine girerken bir yandan Ebrar’ı aramaya koyuldu. Ayakkabılarını savurarak ayaklarından kurtardıktan sonra odasına yönelip kendini yatağa atıp sarkıttı. Ebrar’ın telefonu çalıyor fakat açan olmuyordu. Erdem ile mutfağa gittikten sonra konuşulanları duymamış ve akşam kafeyi kapatırken sessiz sedasız ayrılmıştı oradan Ebrar. Erdem ise doğruca karşı kafeye gitmişti.

Aradığınız kişiye şu anda-

“Of Ebrar ya aç şunu!”

Söylenerek tekrar aramaya koyuldu.  İstanbul’da tek yakını olarak gördüğü oydu. İçini bir merak dalgası sardığında kalkıp evine gitmeyi düşündü. Sıkıntılı bir nefes verip tekrar aradı. Bu sefer açmazsa evine gidecekti, yatakta doğrulup kapıya doğru yürüdü ve az önce sağa sola savurduğu ayakkabılarına bakındı. Birini lavabonun oraya diğerini mutfak girişine atmıştı. Kendine bir yandan hayret ederken çalan telefonu sonunda biri açmıştı.

“Ebrar!”

“Nehir.”

“Kızım neden açmıyorsun telefonu merak ettim.”

“Sadece biraz kendimle kalmak istiyorum Nehir.”

“Kötü bir şey mi oldu Ebrar.”

“Hayır.”

“O zaman sorun ne?”

“Tolga... Yani bilmiyorum ben onu, onun beni sevdiği kadar sevemiyorum galiba, ben onun sevgisine layık değilim sanırım.”

Nehir duyduklarıyla olduğu yerde duraksadı. Tolga ne dediyse ya da aralarında ne geçtiyse Ebrar bu ilişkiyi gözden geçirmişti kendince. Başını olumsuzca sallayıp yatak odasına döndü ve kendini yatağa attı.

“Saçma sapan konuşma istersen. Sen gayet sevgini gösteriyorsun ve o da biliyor bunu.”

“Ben neden böyle düşünüyorum o zaman Nehir. O hep evlilik konusunu açıyor ama ben onun gibi planlar yapmıyorum.”

Nehir gözlerini kapayıp başını yastığa bastırdıktan sonra  sıkıntıyla ofladı. Karşı hatta olan Ebrar ise yatağında tavanı doğru izliyor, içinden geçenleri söylemeye devam ediyordu.

“Evet Tolga’yı seviyorum. Güzel bir ilişkimizin olduğunun da farkındayım ama bugün karşımda farklı bir Tolga vardı Nehir, Gökmen’i gördükten sonra hele bir anda değişti sen de fark ettin mi hareketlerini tavırlarını. Siz mutfağa gittikten sonra özellikle...”

“Ne oldu bizden sonra sana bağırdı mı?”

“Sayılır ama ilk defa farklı bir Tolga vardı karşımda. Bu sevgisinden dolayı onun da farkındayım ama… Of Nehir. Gökmen’den beni kıskandı ya. Gökmen’in bana hayran olabileceğini düşündü.”

Nehir başını sağa sola sallayıp yatakta doğruldu.

“Öncelikle hayran olunmayacak bir kadın değilsin ki ben seni rol model olarak benimsiyorum. Tolga kıskanmış ve seven bir adamın kıskanması gayet olağan. Ama Gökmen... Bilmiyorum geldiğinden beri farklı tavır ve hareketleri oluyor arada benim de gözümden kaçmadı değil. Fakat bu demek değil ki Gökmen seni tavlamaya çalışıyor.”

“Böyle bir şey söz konusu bile olamaz bence Nehir.”

“Sonuç olarak aranız iyi mi?”

Ebrar yatakta doğrulup ayaklarına baktı.

“Sanırım iyi. Yani benim diyecek bir şeyim yoktu diyeceklerimi dedim.”

“Ebrar ayrılmadınız değil mi?”

“Hayır.”

Rahatlayıp derin bir nefes veren Nehir gülümsedi. Ebrar karşı tarafta öylece duruyordu. Aralarında süren sessizlik boyunca ikisi de sadece sessizliklerinde anlatmak istediklerini dinlediler. Susarken bile yoruluyor ya insan bazen, onlar tam da onu yapıyorlardı. Arada bir nefes seslerini duyuyorlar kıkırdayıp duruyorlardı. Bir anda Ebrar’ın cümlesiyle Nehir kaşlarını olabildiğince havaya kaldırdı.

“Annem aradı.”

“Diyorsun!”

Ebrar Nehir görmese de başını salladı.

“Her şey o kadar üst üste geliyor ki düğün işini de aradan çıkartalım dedi. Benim için önemli olan bir şeye o kadar önemsiz davranıyor ki.”

Nehir üzüntüyle gözlerini kapayıp dudaklarını dişledi. Bu noktada diyecek cümleleri tükeniyordu. Kendi annesi babası onu öyle ilgiyle büyütmüştü ki. Şimdi onlardan uzak kalsa da babası ve annesi her daim varlıklarını hissettiriyordu onu sık sık arayıp. Ama Ebrar’da durum öyle değildi. Tanıştıklarından bu yana kafe açılışında bile görmemişti annesini ve babasını. Bir yandan bu duruma sinir olup Ebrar’ın yerine kendini koyduğunda ise üzülüyordu. Ebrar “Neyse kapatalım kuzum yarın iş var. Teşekkür ederim aramakta ısrar edip gece gece beni çektiğin için.” dedi.

Nehir kaşlarını çatıp kendini yatağa gerisin geri bıraktı.

“Saçmalama Ebrar! Açmasan telefonu kapındaydım şu an vallahi. Ayrıca biz seninle ekmekle tuz gibi yaz gününde dondurma ile külah gibiyiz tamam mı? Sırdaş, dost, abla kardeş gibi. Tabi ki çekeceğim ama çekmek sayılmaz bunlar bebeğim seni seviyorum.”

Kapanan telefonları bir kenara koyan ikili yastıklarına başlarını bırakıp gözlerini kapadı.


Hayat bir noktada farklı insanları bir araya getiriyor ve en yakınları yapıyordu. Farklı duvarlar örüyor, bazen o duvarlardan bir ışık hüzmesinin girmesini sağlıyor ardından o ışık daha da büyüyüp duvarları yerle bir ediyordu... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞİMDİ KÖŞEYE SIKIŞTIN...(24)

Gökmen o gün şirkete gittiğinde kendini istemsizce kasılmış bir halde bulmuştu.  Şirkete adım attığı andan itibaren herkes duruşunu değiştir...