3 Mayıs 2018 Perşembe

“BUNU ASLA KABULLENEMEM!”(14)


“Nasıl olur böyle bir şey!”

Ebrar hırsla dükkanına girdiğinde tezgaha doğru yönelip kek tabağını sertçe bıraktı. Tabağın tezgahta bıraktığı sesle müşterilerin kimisi kendisine dönmüş, Ebrar kusura bakmayın dercesine hepsine göz gezdirmiş ardından Erdem’e ve Nehir’e dönerek kısık sesle bağırmıştı.

“Nasıl ya nasıl!”

Erdem derin bir nefes alıp tavana baktı. Nehir ise müşterilerin yanına doğru alelacele gitmiş bir nevi toz olmuş ve uçmuştu. Ebrar’ın cevap beklediği sadece Erdem’di. Oflayarak Ebrar’a baktığında çillerinin sinirden kızaran yüzünde daha belirgin bir şekilde baş gösterdiğini fark etti. Kaşlarını hafifçe çatıp başını sağa sola salladı. Bir elini Ebrar’ın yanağına koyup ona doğru eğildi.

“Sen bu tarifi herhangi bir internet sitesinden bakıp mı yaptın abiciğim, hadi bana söyle.”

Ebrar alıngan çocuklar gibi Erdem’in elini yanağından uzaklaştırıp, kollarını önünde birleştirip ona alıngan bir bakış attı.

“ Aşk olsun cidden! Hayır yapmadım. Tamamen kendi tarifim.”

Erdem, Ebrar’ın bu tavrına kahkaha atmak istese de kendini durdurup kısaca tebessüm etti.

“O zaman nasıl olur da Gökmen ile aynı oldu bu tatlı, he güzelim?”

Ebrar saniyeler önce ki halinden tamamen sıyrılıp sinirle ve hırsla “Bil-mi-yo-rum!” diyerek hecelerken gerçekten bilmediğini kabullendi Erdem. Bir elini çenesine koyup hafif çıkan sakalını kaşımaya başladığında gözlerini yere dikip arkasına döndü ve kapıya doğru yönlendirdi adımlarını. Ardında bıraktığı Ebrar kek tabağını çocuğuymuş gibi göğsüne doğru çekip ona doğru fısıldamaya başladı.

“Korkma tatlım o Gökmen, şeytan, odun, çokbilmiş, budala herif seni benden alamayacak, benim dediğim olacak.”

Erdem bunu duyup omzunun üstünden Ebrar’a gözlerini kısarak baktı. Nehir’de Ebrar’ın bu hareketini görmüş ve dediklerini duymuş Erdem ile kısa bir an göz göze gelmişlerdi. Nehir gülüp gülmemek arasında dikkatini müşteriye vermenin doğru bir karar olduğunu düşündü ve boğazını temizleyip müşteriye doğru başını salladı. Erdem ise Ebrar kendi yaptıysa Gökmen’de şayet kendi yaptıysa nasıl olurdu böyle bir şey ona akıl erdiremiyordu. 

Bakışlarını yerden kaldırıp direk karşı dükkana baktığında kendisine çakmak çakmak gözlerle bakan Gökçe ile alt üst oldu. Bir an afallayıp hafifçe öksürdüğünde Gökçe tamamen kendisini göz hapsine almıştı. Ne yapacağını bilemez bir halde dururken dükkanın kapısı açıldı ve içeri Zümrüt girdi.

‘Buyur burdan yak tam zamanıydı.’ diyerek içinden geçirip onu görmemezlikten gelmeyi seçti. Ama bu tercih en fazla onun iki dakikasına mal olmuştu, çünkü Zümrüt içeridekilere selam verdikten sonra Ebrar ile kısa bir muhabbet edip ardından yanında bitmişti, hatta yanında değil tam arkasında. Zümrüt’ün yüzüklü parmaklarını omuzlarında hissettiğinde vücudu hoşnutsuzlukla gerildi.

“Erdemciğim.”

Gökçe karşıda kendisine ölümcül bakışlar atarken ne yapacağını bilemez bir halde hipnotize olmuştu.

“Erdem...”

Gözlerini sabırla kapayıp omzundaki ellere uzandı ve tek hamlede geriye doğru elleri itip Zümrüt’e döndü.

“Zümrüt Hanım ne yapıyorsunuz?”

Zümrüt cilveli bir bakış atıp saçını geriye doğru attı.

“Çok fazla gerilmişsin rahatlamanı sağlamaya çalışıyorum, kendini bana bırakmalısın.”

Erdem tek kaşını kaldırıp alay edercesine bir bakış attı. Zümrüt ise attığı bakışı yok sayıp dudaklarını büzdü.

“Hadi ama Erdem izin ver, masaj yapayım.”

Erdem mümkünmüş gibi daha fazla tek kaşını yukarı doğru kaldırdığında Zümrüt küçük bir kahkaha atıp elini Erdem’in kaşına götürdü ve kaşını indirmeye çalıştı.

“Zümrüt Hanım elinizi çekin. Lütfen.”

Erdem’in kendinden emin bir şekilde konuşmasıyla Zümrüt hayal kırıklığı ile ellerini geri çekti. Ona göre Erdem’in bedeninin her yerini ezberlemeliydi. Her hattını beynine kazımalıydı. Bu adamla bir ömür geçirmeliydi. Ama Erdem onun aksi düşüncelerine sahipti. Mesela hiçbir kadına duymadığı bir öfke duyuyordu bu kadına karşı. Ve yapmacıklığı midesini bulandırıyordu. Sırf kırmamak için çabalarken kadın sabırlarının doruk noktasıyla alay ediyordu ve bunu kasten yapıyordu. İkili kendi düşünceleriyle birbirlerine biri ölümcül diğeri sevgi ile bakarken Nehir’in öksürmesiyle irkildi.

“Erdem abi bir bakar mısın, rica etsem?”

Erdem Nehir’e tam zamanında bakışlarını atarken yüzündeki minnet ifadesi ile Nehir gülmesini bastırmaya çalıştı.

“Geldim Nehir.”

Zümrüt’ü ardında bırakıp hızla Nehir’in yanına geldi. İkisi de Zümrüt’e sırtını dönmüş müşterilerden tarafa bakıyorlardı. Nehir sanki bir müşteri ile alakalı ellerini havaya kaldırmış bir şeyler anlatıyor imajı verirken olayın aslı bambaşka ilerliyor ve Ebrar ikiliye adeta iş makinelerini seyreden amcaların attığı bakışları atıyordu.

“Erdem abi bana ne kadar teşekkür ettiğini biliyorum dile getirmene gerek yok. Bak şimdi alınacak birkaç malzeme var diye dükkandan çık git. Biraz vakit geçir öyle gel o esnada bende Zümrüt’ü postalarım nasıl fikir.”

Erdem’de Nehir’e ayak uydurarak ellerini müşterilere doğru kaldırıp hararetli bir şekilde konuşuyormuş imajı verirken konuşmaya başladı.

“Bıcırık sabah ki hatanı misli misli ödedin şu ince davranışınla. Bana mesaj at bu kadını buradan gönderdiğinde bende gelirim.”

Ebrar’a doğru yönelip bir babanın kızına öğüt verircesine yüz ifadesine büründü.

“Şimdi Zümrüt’ten kurtulmak için azıcık ortadan toz oluyorum, geldiğimde kendine gelmiş ol ve dükkandan bir yere ayrılma.”

Ebrar kaşlarını indirip oyuncağı elinden alınmış bir kız çocuğu gibi kendisine bakarken onu onayladı. Ama içinden “Sen öyle san canım.” demeyi ihmal etmedi. Erdem Zümrüt’e bakmamaya özen göstererek çıkışa ilerlerken Zümrüt kapıda kollarını birleştirmiş kendisine merakla bakıyordu.

“Nereye, bende geleyim?”

Erdem tek kaşını kaldırarak cevapsız bırakmayı tercih etti ve kapının önünden çıkması için bir baş işareti yaptı. Zümrüt boğazına oturan yumru ile dik duruşunu bozmamaya çalışarak bir iki adım geriledi ve saçlarını geriye doğru savurup imalı bir tebessüm oturttu dudaklarına.

“Öyle olsun madem, ben buralardayım. Seni bekliyor olacağım.”

Erdem tepkisiz kısa bir bakış attıktan sonra kapıyı açtı ve kendini dışarı attı. Sonrasında karşı kafedeki hala gözleriyle kendisini öldürebilecek yetkisi olsa o an gözünü kırpmadan öldürecek olan Gökçe’nin yüzüne dahi bakmadı. Tek dileği Nehir’in bir an önce kadını yollayabilmesiydi.



Gökmen inanamıyordu. Öylesine bir kek tarifi için yediği lafları sindiremiyordu. Aslında olay kek değildi, sebepsiz yere karşılaştığı nefretti. Gökmen her zaman girdiği ortamlara çabucak adapte olan, sevilen ve yokluğu hissedilen bir insandı. Evet, herkes onu sevmek zorunda değildi belki ama böylesine öfke ve nefreti de hak etmediğini düşünüyordu. Kızmak istiyordu ama sadece kırılıyordu. Çünkü Ebrar’ın nefreti hareketlerine yada sözlerine karşı değildi, tam olarak varlığınaydı. Öylece yanında durmasının bile genç kadını ne kadar gerdiğini gayet iyi biliyordu ve elinden hiçbir şey gelmiyordu. O kahverengi gözlerdeki sert bakışı değiştiremeyecekti. Keki yapma sebebi olan çikolata kahvesi gözler…

Gökmen duygularına hakim olmaya çalışırken Göker sanki boks arasında dövüşçüyü sakinleştirmeye çalışır moda geçmiş bir omzunda havlu diğer elinde soğuk bir su Gökmen’i sakinleştirmeye çalışıyordu. Gökçe bir kenarda ileri geri volta atıyor, dükkanın açık olan yazısını kapalı olarak değiştiriyordu. Şu an hiçbir müşteriye içten gülümseme sunamazdı. Ebrar’a olan siniri artıyor ve az önce abisine karşı olan tavrı gözünün önünden gitmiyordu. Göker’in konuşmalarıyla arada bir abisiyle Göker’e bakıyor sonra volta atmaya devam ediyordu.

“Dur abi, sakin ol!”

Gökmen sinirle Göker’e bir bakış atıp, sonrasında omzunda duran elleri itip ayağa kalktı.

“Göker. Sakinim.”

Göker dudaklarını içeri doğru büzüp başını umutsuz vakasın dercesine salladı.

“Abi değilsin.”

“Göker, sakinim oğlum.”

Elindeki soğuk suyu abisine doğru uzattı. Sonuçta anca etki ederdi.

“Abi al bir soğuk su iç anca kendine gelirsin.”

Gökmen başını sağa sola doğru eğip boynunu rahatlattıktan sonra Göker’e sert bir bakış attı.

“Neden soğuk su içeyim Göker?”

Göker yutkunup omzundaki havlu ile alnında oluşan terini silip sanki devlet sırrı verirmişçesine Gökçe’ye doğru kısa bir bakış atıp Gökmen’e doğru yaklaştı.

“Ebrar’ın tarifi yürütmüşsün abi işte.”

Gökme sinirle gözlerini ovuşturup eliyle yüzünü sıvazladıktan sonra sakin kalmanın son sınırını zorluyordu.

“Göker beni deli etme!”

“Göker dediklerine dikkat et!”

Gökçe’nin olaya dahil olmasıyla Gökmen tamamen olumsuzca başını salladı. Şimdi Göker ve Gökçe tartışmaya başlamıştı işte.

“İşi gücü yok gidip Ebrar denilen melek yüzlü şeytandan tarif mi çalacak? Hayatta böyle bir şey yapmaz abim.”

Gökçe’nin kendinden emin konuşmasıyla Gökmen kız kardeşine buruk bir gülümseme yolladı. Gökçe kendisine döndüğünde sıcak bir gülümseme iletmişti.

“Kızım o zaman Ebrar mı çaldı tarifi?”

“Ebrar bu dükkana sadece açılışta geldi onun dışında adımını dahi atmadı buraya Göker.”

Gökmen’in verdiği cevap ile Göker Sherlock moduna bürünüp kaşlarını çattı. Gökçe ise cama doğru yaklaşıp Erdem’i göz hapsine aldı. Çok vakit geçmeden Erdem’de kendisini fark ettiğinde ona karşı ne hissedeceğinden emin olamadığını kendine inandırdı.

Bakış açısına falcı Zümrüt girdiğinde saniyeler önce emin olamadığı his yüzüne adeta kıskançlık ile tokadını atmıştı. Zümrüt’ün Erdem’e dokunduğunu gördüğünde çenesi kasıldı. Erdem’in rahatsızlığını olduğu yerden sezmiş fakat kadının bunun sezmemesi iyice sinirini alt üst etmişti. Daha sonra Erdem’in arkasını dönüp uzaklaşması ve fazla vakit geçmeden dükkândan çıkması bir olmuştu. Kendisinden tarafa bakmadan bir nevi kaçarak gitmişti.

Gökmen “Bu iş böyle olmayacak!” dedikten sonra Gökçe’den müsaade istedi ve dükkandan çıkıp karşı kafeye doğru adımlarını hızlandırdı. Esnaf Gökmen ve Ebrar ikilisinin arasına girmemeye çalışıyor ama fazla olay çıkmasında mahalleye laf gelmesinden de sakınıyorlardı.

Gökmen, Ebrar’ın kafesine hızlı bir giriş yaptığında Ebrar sanki bu anı bekliyormuş gibi yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi. Gökmen bir an ona sevimlilik kattığını düşündüğü çillerin belirgin bir hal aldığını fark ettiğinde Ebrar’ın sinirlerinin hopladığında nasıl bir ifadeye bürüneceğini an itibariyle aklının bir köşesine yazdı. Şu ana kadar ki tartışmalarını kısaca gözden geçirdiğinde yüzünü hiçbir şekilde böyle gördüğünü hatırlamadı. Ebrar sanki gelmesini bekliyormuş gibi ona doğru yaklaştı ve dibinde durdu.

“Konuşalım mı?”

Gökmen’in teklifiyle içeriye kısa bir bakış atan Ebrar sahte gülümsemesiyle tekrar Gökmen’e döndü.

“Hay hay.”

Dışarıya doğru elini uzattığında Gökmen Ebrar’ın hareketine karşılık gözlerini kıstı.
Ebrar önden gitmesini bekleyen bir bakış atıp bakışlarını dışarı doğru çevirdi. Gökmen öne doğru yürüdüğünde arkasından Ebrar’da çıkışa yöneldi. Gökmen’in bir anda durmasıyla sırtına tosladı.

Kaşlarını çatıp bir şey diyeceği esnada Tolga’nın sesiyle dondu. Tolga. Buradaydı. Az. Önce. Yoktu.

“Gökmen?”

Gökmen karşısındaki adamı gördüğü an boğazını sıkmamak için kendini durdurmaya çalışırken ismini telaffuz etmesiyle bile sinirleri sınır noktasını aştı. Bu adam dün Ebrar’ın beline sarılmıştı. Nişanlısıydı pekala sarılabilirdi ama Gökmen’in bunu görmesi dokunmuştu bir kere. Arkasında kalan Ebrar’ın hareketlendiğini hissettiğinde bilerek geriye doğru bir adım attı. Ebrar Gökmen’in kendisine doğru yaptığı ani hareketle dengesini kaybedip geriye doğru düşerken Gökmen hızlı bir hareketle belinden yakalayıp düşmesine engel oldu.

“İyi misin?”

Gökmen içinden kendisini alkışlayan iç sesini kulak ardı edip Ebrar’ın gözlerine ve çillerine odaklandı. Ebrar şaşkınlıkla aralanan dudaklarıyla Gökmen’e bakıyor ve ne diyeceğini bilemiyordu. Ne güzel geniş sırtı onu çok güzel kamuflaj etmiş Tolga onun Gökmen’in arkasında durduğunu fark etmemişti. Ama şimdi Tolga’nın kendisini fark ettiği anı yaşıyordu.

Tolga müşterilerin karşısında ayıp olmasın diye sadece boğazını uyarırcasına temizlediğinde Gökmen başını sağa sola sallamış sanki transtan çıkmış gibi bir ifade ile Ebrar’ın belini bırakmadan duruşunu düzeltmişti. Kafedeki çoğu müşteri bu anı hayranlıkla izliyordu. İçlerinden birinin “Ya çok tatlı değiller mi?” demesi ile ikisi de apar topar kafeden dışarı kendisini attı. Gökmen az önce ki sınır noktasında olan sinirinin geçmeye başladığı sinyaliyle rahat bir nefes koy verirken Ebrar kendisine öldürücü bakışlar atıyordu.

“Sen az önce ne yaptın!”

“Rica ederim, ne demek? Alt tarafı bir sürü insanın önünde yere yapışıp rezil olmana mani oldum.”


Hırsla derin bir nefes alıp eliyle alnına vurdu. Tolga içeride müşterinin kurduğu cümleyle olduğu yerde dona kalmıştı. Eli kalbine doğru gitti. Ebrar’ı ilk gördüğü zamandan beri hızlı atan kalbi sanki bu kez daha da hızlıydı. Sevdiği kadının bedenine başka bir erkek dokunmuş ve yakın bir şekilde durmuşlardı. Onların arasındaki kısa anda kalbi kasılmış olabileceği en küçük boyuta ulaşmış ve Ebrar sanki elinde kalbi acımadan sıkmıştı. Şimdi o acıdan geri kalan can havliyle hıphızlı atan bir kalpti. Bir iki saniye sonra kırılganlık bedenine hakim oldu. Kalbi kırılmıştı... Bakışları dışarı doğru döndüğünde sinirle ileri geri giden Ebrar ile karşılaştı. Gökmen gayet rahat bir tavır sergiliyor, Ebrar’ın hızlı hareketlerine karşılık sakin davranıyordu. Nehir dudaklarını kemirip bir kenarda dururken Zümrüt ise üçlüye odaklı bir halde başka bir tarafta duruyordu.

“Sen bunu bilerek yaptın değil mi?!”

“Ebrar saçmalama.”

“Arkanda olduğumu biliyordun bilerek geriye doğru aniden adım attın!”

“Düşeceğini tahmin bile edemedim, o kadar dibimde olduğunu bilmiyordum.”

Ebrar başını sola doğru eğip yüzünü buruşturup Gökmen’e bakarken Göker ve Gökçe karşı kaldırımda merakla ikisine bakıyordu. Gökmen’in tavırlarından Göker abisinin kendi lehine bir hareket yaptığını çözmüştü. Gökçe ise Ebrar’ın abisine karşı hala çıkışan hareketlerine gelemiyordu.

“Ebrar bir gün elimde kalacak!”

“Gökçe kendine gelir misin lütfen.”

“Hayır gelemem.”

“Off Gökçe off.”
  
Gökmen tamamen saf ayağına yatıp Ebrar’ı yumuşatmaya çalışırken Tolga’da kafeden çıktı. Gökmen’i görmezden gelip Ebrar’a baktı.

“Ebrar.”

“Tolga bak az önce içeride olan-“

Elini havaya kaldırıp susmasını rica ettiğini belirten bir hareketten sonra Ebrar’a kırgın bir bakış attı.

“Biraz vakit geçiririz diye yanına uğrayayım demiştim sadece.”

“Tolga.”

“Sonra görüşürüz.”

Daha fazla bir şey demeden arkasını Ebrar’a döndü ve sokağın çıkışına doğru yöneldi. Boğazına oturan yumru nefes almasını zorlaştırıyor canını yakıyordu. Sokağın köşesini geçtiğinde yanaklarından süzülen gözyaşına engel olmadı. Ebrar’ı yavaş yavaş kaybettiğini hissediyor ve kazanmak için ne yapacağını bilemiyordu. Gökmen, Tolga’daki bu değişimi fark edip sessiz kalmayı tercih etti. Ebrar da ne yapacağını bilemez bir halde kalakaldığında bir an kendini boşlukta hissetti.

“Özür dilerim.”

Gökmen’in sesiyle sabır dilercesine gözlerini kapadı. Bedenini ona doğru çevirip boş bir bakış attı.

“İstediğin gibi oldu Gökmen neyin özrü bu.”

Gökmen bir kez daha hazırlıksız bir görünmez yumruk yediğinde midesi kasıldı. Ebrar kapının önündeki masalardan birine oturup eliyle alnını ovaladı. Bir gün içinde daha fazla ne kadar daha sinirlenecekti bir fikri yoktu. Aklına tarif mevzusu tekrar geldiğinde Gökmen’e sinirli bir bakış attı.

“Otursana Gökmen ayakta kalma. Tarifi nasıl ve nerden bulduğunu anlatma zahmetine girersin belki otur otur.”

Gökmen karşısına geçip oturduğunda dirseklerini masaya dayadı ve Ebrar’a doğru eğildi.

“Bak tamamen kendim yaptım. Kendim. Ben yani.”

Ebrar gözlerini kısıp dikkatle yüzünü incelerken onun bu kadar emin oluşu gerçeği tokat gibi yüzüne  vurmasına sebep oldu. İçeriye doğru bir bakış atıp Nehir’i buldu. Elini havaya kaldırarak salladı ve Nehir onu fark etti. Alelacele dışarı geldiğinde Ebrar ciddi bir ifadeyle isteklerini sıraladı.

“Nehir bize iki kağıt ve kalem getirir misin?”

Nehir başını onaylarcasına sallayıp hızla içeri girdi. Çok geçmeden elinde Ebrar’ın istediği kağıt ve kalemlerle geri döndü. Ebrar’a uzatıp bir süre bekledi.

“Eee ne yapacaksınız?”

Gökmen “Bilmem.” diye mırıldandığında Ebrar bir kağıdı ve kalemi önüne doğru itti.

“Tarifi harfi harfine nasıl yaptığını yazacaksın, keza bende aynı şekilde. Nasıl bu kadar yakın oldu bu tatlılar o zaman anlarız belki.”

Gökmen ikiletmeden “Tamam bana uyar.” dedi ve malzemelerden başlayarak dikkatle yazmaya başladı. Ebrar da aynı şekilde yazmaya başladığında Nehir ne yapacağını bilemez bir halde ikisine bakıyordu. İçeride fark ettiği bir hareketlilikle müşterilerin kalkmak üzere olduğunu gördü ve hızla içeri girdi. Erdem’i kendisi postalamıştı amaç neydi Zümrüt’ü göndermek ama Zümrüt hala içerideydi. Şimdi hesap alma sipariş alma servis etme hepsi kendisine düşmüştü. Müşterilerle aksilik olmadan ilgilenip yolcu ettikten sonra Zümrüt’e yaklaştı.

“Zümrüüt.”

“Efendim Nehir.”

“Ne yapıyorsun?”

“Hiç.”

“Zümrüt, Erdem abiyi beklediğinin farkındayım ama bugün gelmez bir daha o.”

Zümrüt kaşlarını havaya kaldırıp merakla “Nereye gitti ki?” diye sorduğunda Nehir sonucunun ne olacağını düşünmeden ortaya pimi çekilmiş bir bomba atıverdi.

“Sevgilisiyle buluşmaya, ah bir de alınacak malzemeler falan var onları almaya.”

Zümrüt duyduğu cümleyle sarsılırken elini başına doğru götürdü.

“Erdem’in sevgilisi mi var!”

Nehir ellerini önünde birleştirip sanki üzülmüş bir moda büründüğünde Zümrüt sessizce olamaz olamaz diye mırıldanıyordu. Aniden ayağa kalkıp çıkışa doğru yürürken tamamen sessizleşti. Nehir’e kısa bir bakış atıp önüne döndü. Dışarı çıktığında hararetli bir şekilde önlerindeki kağıtlara bir şeyler yazan ikiliye “Aranızda güçlü bir çekim var, bunu inkar etmeyin daha fazla birbirinize.” diyerek uzaklaştı. Gökmen ve Ebrar birbirine bakakalırken Nehir de yanlarına gelmişti.

“Ne oldu?”

Gökmen bir şey yok dercesine başını sallayıp önüne döndü. Nehir telefonunu cebinden çıkartıp Zümrüt’ün gittiğine emin olduktan sonra Erdem’e mesaj attı.

Görev tamam kafeye bekleniyorsun.

Ebrar ise yazmayı bırakmış Gökmen’e kitlenmiş kalmıştı o esnada. Gökmen üzerindeki bakışları hissediyor oturduğu yerde geriliyordu. En sonunda kalemi masaya bırakarak “Ebrar niye gözlerini üzerime dikiyorsun?” diye sordu.

“Zümrüt daha fazla ne kadar saçmalayacak onu düşünüyorum. Sen ve ben?”

Başlarında Nehir olayı anlamaya çalışıyor ikilinin arasında bakışlarını gezdiriyordu. Gökçe ve Göker’de yanlarına geldiğinde merak duygusu daha da artmıştı. Gökmen yarım bir gülümseme dudaklarında oluştururken keyiflenmeye başladı. Oturduğu yerde geriye doğru yaslanıp kollarını birleştirdi.

“Aslında kulağa o kadar da kötü gelmiyor.”

“Gökmen!”

“Sakin ol Ebrar. Ben bir şey demedim, öyle yansıttıysak nereden bilebilirim ki bunu? Tamamen Zümrüt’ün yalancısıyım şu an.”

“Zümrüt’te yalancı!”

“O zaman niye bu kadar geriliyorsun?”

Gökmen’in attığı son golle Ebrar duraksadı. Tek kaşını kaldırıp kendisine alay edercesine bakışlar atan Gökmen’i şu an öldürmek istiyordu. Gerilmiş miydi? Daha yeni yeni fark ediyordu. Konuyu değiştirmek için elindeki kağıdı Gökmen’e doğru uzattı. Gökmen’de önündeki kağıdı ona doğru uzattı. İkisi de sessizce yazılanları okuduktan sonra kağıtların üzerinden birbirlerine baktılar. Nehir’de Gökmen’in ne yazdığını merak ediyordu. Ebrar’ın arkasına geçip kağıtta yazılanları okudu. Gökmen gayet rahat bir tavırla kağıdı masaya koydu ve konuşmaya başladı.

“Un, süt, yumurta, şeker, vanilya, yağ. Bunun klasik bir kek tarifi olduğunun farkındasın değil mi? Üzerine eklediğin sadece çikolata ve kahve. Bunu düşünmek çokta imkansız olmamalı ki, olmadı da akıl edip yapmak dakikalarımı aldı. Altı üstü bir kek, neyini bu kadar abartıyorsun anlamıyorum…”

“Ne? Bunu asla kabullenmem! Kolay bir tarif olması mükemmel olduğu gerçeğini değiştirmiyor ve bu mükemmel tarif bana ait. Bana!”

Gökçe abisinin cümlesiyle kıkırdadığında Göker ona uyarıcı bir bakış attı.

“Ah, evet mükemmellik konusunda haklısın kendi kekimden biliyorum ama ister kabullen ister kabullenme ama benim tarifim menüde yer alacak.”

“Sen öyle san!”

“Buna karışamazsın.”

“Zaten çoğu ikramlıklar aynı Gökmen ve benim tarifim farklı o yüzden benim tarifim menüde olacak konu kapanmıştır.”

Eliyle masaya vurup kalktığında Gökmen sakin bir bakış attı.

“Çocuksu hareketlerin bittiğinde konuşalım en iyisi.”

“Ne? Çocuk öyle mi? Gökmen sen hayatıma girdiğin andan beri düzgün yolunda giden hiçbir şey yok nedense ve ben senden uzaklaşmaya çalıştıkça nasıl oluyor da her şey de yine seninle yüz yüze geliyorum acaba!”

Düşüncelerinde ne kadar haklı olduğunu daha iyi kavrarken göğsüne oturan ağırlığı çaktırmamak için alayla konuştu.

“Çekimden olabilir.”

Ebrar Gökmen’in bu rahat tavırları karşısında gözlerini kapayıp sakinleşmeye çalıştı. Erdem ise olup bitenden habersiz sokağa giriş yaptığında kafenin önünde gördüğü kişilerle olduğu yerde kaldı. Gökçe kendisini fark etmiş tek kaşını yukarı kaldırıp baktığında bir adım geriledi. Sonrasında kurduğu cümle ile Erdem bir kez daha vurgun yemişti.

“Avukatın geldi Ebrar. Koş kendini at kollarına.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞİMDİ KÖŞEYE SIKIŞTIN...(24)

Gökmen o gün şirkete gittiğinde kendini istemsizce kasılmış bir halde bulmuştu.  Şirkete adım attığı andan itibaren herkes duruşunu değiştir...