16 Ağustos 2018 Perşembe

ROTA BELİRLENİYOR...(23)


~1 hafta sonra~


İnsana gelse gelse en iyi zaman iyi gelirdi. Sonunda iyi olacağına inancı varsa o zaman  panzehriydi. Ebrar yeni güne gülümseyerek başlamıştı. Dükkanın sokağına geldiğinde derin bir nefes alıp verdi, toparlanıyordu. Bunu iliklerine kadar hissediyordu.

Geçen süre zarfında Tolga'ya daha ılımlı yaklaşmaya başlamıştı. Eskisi gibi ona vakit ayırıyor, eğlenmeye kendine gelmeye çalışıyordu. Tolga onun panzehriydi bunu kabullenmişti bedeni. Kalbi ise bu duruma yeni yeni alışmaya başlamıştı. Önceden Tolga'nın yanında kalbi onu zora sokmuyordu  ama artık kendi duvarlarını yavaş yavaş indirmeye başladığında kalbi bu anı bekliyormuş gibi ritmini kaybediyordu.
Erdem onun bu hallerini gördükçe rahatlıyordu. Eskisinden daha da güçlü oluyordu Ebrar bunu görebiliyordu. Bu akşam hep beraber bir yemek yiyeceklerdi. Ebrar dükkana gelip içeri girdiğinde Nehir kaşlarını çattı.

"Bir an gelmeyeceksin sandım."

Nehir'in tepkisine karşılık gülümsedi.

"Ne kaçırdım?"

Nehir gözlerini devirip ellerini beline koydu aynı anda önüne düşen saçını nefesiyle itti.

"Erdem Abi gitti."

"Ne? Nereye?"

Ebrar çantasını asarken merakla Nehir'e döndü.

Nehir'in yüzünden sinsi bir sırıtış geçtikten sonra elini havada gelişigüzel salladı.

"Bilirsin erkekler işte, sanırım kız işi var."

"Ne! Nehir şaka mı yapıyorsun, öyleyse söyle bak konu ciddi."

Nehir omzunu silkti.

"Ne ya, öyle hissediyorum. Ayrıca bilirsin hislerimde yanılmam."

Ebrar bir an duraksayıp elini çenesine götürdüğünde kimin olduğunu düşünmeye çalıştı. Kimse aklına gelmeyince Nehir'e çevirdi bakışlarını.

"Kim sence?"

"Eee şey."

"Eee ney?"

"Gökçe?"

"Ne!"

"Ya sen olayları hep kaçırdın tabii. Tolga ile takıla takıla unuttun bizi."

"Ben yokken bu dükkanda neler dönüyor anlatsana biraz."

Nehir sırıtarak oturduğunda Ebrar büyük bir merakla karşısına geçti. Fazla tepki vermemeye özen gösterirken Nehir anlatmaya koyuldu.

"Sen geçen hafta Tolga ile hani gittin ya, o zaman Gökçe geldi buraya seni merak etmiş falan, ama Erdem Abi'nin yüzünde ellerini gezdirmeler efendime söyleyeyim gözlerinin içine bakmalar, utanmalar... İlk başta dedim ki kendi kendime yanlış anladım galiba, çünkü Erdem Abi bu, kendisine kolay kolay bir kız yaklaştırmaz. Ama sonra ki günlerde Gökçe ve Erdem Abi’nin tesadüfen dükkandan yakın aralıklarda ayrılmasıyla bir bit yeniği sezdim. Yani bence Gökçe yenge adayı."


Ebrar Nehir'in anlattıklarıyla kalakalırken ne tepki vereceğini bilemiyordu. Erdem'in tek sırrını bilen kişiydi kendisi. Annesi yüzünden kadınlara karşı ördüğü duvarları bir Ebrar biliyordu. Bir yandan ağlamak istiyor, bir yandan kızmak istiyordu. Gökçe miydi gerçekten? Olabilir miydi? Birini hayatına alma vakti gelmiş miydi? Kendisinden bunu saklamış mıydı?

Nehir boğazını temizlediğinde başını sağa sola salladı.

"Yine de emin değiliz."

"Ben eminim yani o."

"İyi de neden bizden saklıyor?"

Nehir dudaklarını bilmiyorum dercesine büzdüğünde Ebrar boş bir bakış attı.

"Bekleyelim bakalım illa ki işimizi kolaylaştırıp köşeye sıkıştırırız. Bizden saklamasının acısını o zaman çıkartırız. Bu Gökçe olsun ya da başka biri. Yine de tavrımız belli."

"Ya Ebrar, Gökçe sence Erdem Abi'ye göre biri mi? Yani onunla Erdem Abi baş edebilir mi? Kızın bize karşı davranışları değişse de ilk başta nasıldı hatırlasana."

"Bilmiyorum Nehir. İnan Erdem Abi'nin mutlu olmasından başka hiçbir şey umurumda değil. Mutlu edecek kişi ha Gökçe olsun ha bir başkası."

"Niye böyle dedin ki?"

"Nehir-"

Kapının açılıp kapanmasıyla omzunun üzerinden gelene baktılar. Erdem'di.

"Ah Ebrar gelmişsin."

"Evet ve sen de ortalıklarda gözükmüyorsun."

Erdem tek kaşını kaldırıp ona yaklaşırken gömleğini dirseklerine kadar toplamakla uğraşıyordu.

"Hamur mayalanana kadar bir sahile inip temiz hava alayım dedim."

"Anladım alabildin mi?"

"Neyi?"

"Temiz hava alayım demişsin ya onu."

"He evet."

"Yalan söyleme Erdem Abi aklın nerde, kime gitti?"

Erdem kaşlarını çatıp Nehir'e baktı.

"Sana ne zamandır ben hesap veriyorum küçük hanım?"

Nehir gözlerini devirip Ebrar'a döndü.

"Bak bir de beni sürekli böyle gömüyor kendisi acımasızca. Ama yer miyim ben yemem. Elime koz gelecek."

Erdem kahkaha attığında Ebrar şaşkınca ikiliyi izliyordu. Bir kaç ay önce olsa ne Nehir Erdem'le böyle bir tartışmaya girebilirdi, ne de Erdem ona keyifle karşılık verirdi. Bir kaç ay önce. Anlık yaşadığı aydınlanmayla içten içe Nehir'e hak verdi.

"Evet evet gelecek koz sen beklemede kal."

Nehir gözlerini kısıp Erdem'e bakarken Ebrar hafifçe öksürdü.

"Bu aksam herhangi bir değişiklik yok değil mi? Yemeğe gidiyoruz."

"Benden yana sorun yok ama Erdem Abi'yi bilemem tabii."

Nehir'in iğnelemesine alaycı bir bakış atan Erdem Ebrar'a gülümsedi.

"Benden yana da bir sorun yok."

Ebrar başını istediği cevabı almış bir şekilde  gülümseyerek salladığında Erdem mutfağa ilerledi.

Mutfağa girer girmez sırtını duvara yaslayıp derin bir nefes alıp verdi. Nehir resmen fırsat kolluyordu. O gün Gökçe'nin gidişinden sonra ertesi gün dükkana gelirken Gökçe ile karşılaşmıştı yolda. Gökçe kendisini beklediğini belirttiğinde afallamıştı. O anlar aklına geldiğinde sırıtmadan duramıyordu. Ne demişti ona?

"Ben dün olanlar için yani farkında değildim bir an-"

Erdem bu tavrına bir yandan sinir olmuş bir yandan açıklama girişimi hoşuna gitmişti.

"Sorun değil... Cidden. Erkek arkadaşın yani şey, aşık olduğun kişinin kulağına gitmez."

Pat diye kurduğu cümleyle Gökçe önce afallamış ardından kaşlarını çatıp sert bir şekilde karşılık vermişti.

"Gitmesi imkansız zaten!"

Resmen çekimine kapılmıştı Gökçe'nin. Yörüngesinden ayrılmakta istemiyordu. Konuşmaları böyle bittiğinde Gökçe direk dükkana gitmiş ve gün içerisinde gözükmemişti ortalıkta. Erdem kurduğu cümlenin şaşkınlığını gün sonunda anca atabilmişti üzerinden. Bu derece çıkışmasına anlam verememişti sadece. İyi bir şey demişti ama, aklına o herif geldiğinde sinirlenmeden duramamıştı. Ertesi gün yine aynı yerde kendisini bekleyen Gökçe'yi gördüğünde tepkisiz kalmıştı.

"Bu sefer ne-"

"Özür dile benden."

"Ne, neden?"

"Benden yaptığın kabalıktan dolayı özür dile, evet bekliyorum."

"Ben... şey tamam pekala özür dilerim."

"Olmadı içten bir özür değil bu, içten bir özür dile."

Erdem kaşlarını çatıp dikkatle Gökçe'ye baktığında onun yutkunduğunu fark etti.

"Kabalıktan kastın erkek arkadaşın yani aşık olduğun adamın olanları bilmeyecek olması mı?"

Gökçe ayağını itiraz edercesine vurup dibine girmişti o an. Sabır taşını çatlatmıştı, işte şimdi yanmıştı.

"Sen beni delirtiyorsun?! Bu kadar öküz olmak zorunda mısın?!"

Erdem şaşkınca dudaklarını araladığında Gökçe arkasını dönüp gitmişti. Olduğu yerde ne kadar kaldığını bilmiyordu. Gün sonunda o kişinin kendi olma olasılığı artmıştı.  Gökçe'nin sinirli halleri gözünün önünde belirdiğinde sırıtışı daha da genişliyordu. Ne olacaksa olsun modunun nirvanasındaydı. Ertesi gün elinde bir buket çiçekle Gökçe'nin onu sanki sözleşmişler gibi beklediği yere ondan önce gitmişti. Gökçe onu fark ettiğinde kaşlarını çattı daha sonra kucağında gördüğü buket çiçekle küçük bir tebessüm belirdi dudaklarında.

"Bunlar çok güzelmiş."

"Evet öyleler."

"Kime?"

"Farkında olmadan üzdüğüm ve kızdırdığım güzel bir kıza.”

Gökçe'nin dudakları neredeyse kulaklarına varırken Erdem'in aklında hin fikirler dolanıyordu. Saniyeler akıp giderken çiçekler hala uzatılmamıştı ve Gökçe yüzündeki gülümsemeyi soldurmamak için büyük bir çaba harcıyordu. 40 saniyenin sonunda dayanamayıp konuştu.

“Ne zaman vereceksin acaba?”

Kızın kendinden emin halleri başlarda sinir etse de şimdi çok hoşuna gidiyordu. Yine de birazcık oyundan zarar gelmez diyerek cevapladı.

“Geldiğinde.”

Gökçe'nin yüzü hayal kırıklığıyla düşerken biraz daha ileri gidip yalandan saatine baktı.

"Birazdan burada olur.” deyip ellerini arkada birleştirdi. Çiçekler artık gözden kaybolmuştu.

Gökçe çiçeklerin başka bir güzel kıza gideceği fikriyle dolan gözlerini saklamak için kaşlarını derince çatmış yumruk olan ellerini karşısındaki adama vurmamak için kendini zor tutuyordu. Erdem kızın yaşlarla parlayan güzel gözlerini gördüğünde içinde bir yerler sızlasa da aşık olduğu o adamın kendisi olma ihtimaline bir adım daha yaklaşmış olmanın mutluluğuyla gülmemek için yanaklarının içini ısırıyordu. Daha fazla dayanamayıp gözlerini Gökçe'nin arkasındaki noktaya dikerek tekrar konuştu.

"İyi insan da lafının üstüne gelirmiş...”

Gökçe hırsla arkasını dönüp kızı bulmaya çalışırken Erdem gülerek arkasındaki çiçekleri yüzlerinin arasına getirdi ve beklemeye başladı.
Gökçe aradığını bulamamış olmanın siniriyle arkasını döndüğünde karşılaştığı manzara nefesini kesmişti.

Az önce ondan sakınılan güzelim çiçekler ve hemen arkalarında ona bakan kara gözler...

“Sen... Çok kötüsün!”

Kızın burnunu çekerek söylediği kırık sözlerle şefkatle gülümsedi ve beklenen sözleri söyledi.

“Özür dilerim.”

Gökçe karşısındaki adamdan hiç beklemediği bu masum ses ve gülümsemeyle gülmeye başladı. Sinirleri beş dakika içinde alt üst olmuştu. Ellerini gözlerini bastırıp yaşların tamamen gittiğinden emin olduktan sonra başını kaldırıp büktüğü dudaklarıyla son kez ona baktı ve küçük yumruklarıyla kollarına vurmaya başladı.

"Çok. Kötüsün. Gerçekten. Çok. Kötüsün.”

Erdem onun bu çocuksu hareketlerine gülerken elindeki çiçeği hızla alıp çattığı kaşlarıyla ters ters bakmaya çalıştı. Ancak kocaman gülümseyen dudakları onu ele verdiği için fazlasıyla tatlı görünüyordu o an. En sonunda burnunu havaya dikip kucağındakilere sıkı sıkı sarılarak dükkana doğru yürümeye başladı. Yanından geçerken “hıh” diye mırıldandığında Erdem daha fazla dayanamayıp kahkahalarını serbest bıraktı.

Erdem yüzündeki mutluluğun sebebi olduğunu fark ettiği an kendine söz vermişti. Bu kızı hep mutlu etmeliydi. Yıkıyordu yavaş yavaş duvarlarını ve bunu Gökçe değil kendisi isteyerek darbelerini yok ediyordu. Bu kısa görüşmelerde aralarında olan çekimi birbirlerine ya belli ediyor ya da kaçıyorlardı kendilerinden. Sadece anı yaşıyorlardı. Erdem'in aklındaki bir başka erkek düşüncesi yerini kendine bıraktırıyordu. Çünkü bir kızın aşık olduğu adam varsa sadece ona bu kadar kendinden taviz verebilirdi. En başından bu yana hareketlerini aklından geçirdiğinde tavizleri gözden kaçırdığını fark etti. Yakın zamanda konuşacaktı. Sadece azıcık daha emin olmak istiyordu. Bir kez daha bir limandan kopmak istemiyordu.  Sonra ki günlerde belli saatlerde dükkandan çıkmaya başlamışlardı ikisi de birbirinden habersiz. Bir yerde denk geliyorlar ve konuşabilecek ne varsa aralarında konuşuyorlardı. Bugün de rutin bir konuşma gerçekleşmişti aralarında Bakırköy Meydan'ın orta yerinde.

"Bu aralar çok sık denk geliyoruz." demişti ona Gökçe, bir yandan durumdan memnun bir yandan güler bir halde.

"Öyle. Bugün nereye gidiyorsun?"

"Sahile inecektim."

Erdem başını anladım dercesine sallamış ve sessiz kalmıştı, Gökçe'nin davetine kadar.

"Sen de gel istersen."

"Ah yok o kadar zamanım yok ama biraz sana eşlik edebilirim."

Gökçe gülümseyip "Tamam." dediğinde yanında usul usul ona ayak uydurmuştu. Şimdi dükkanda bu anları hatırlayıp mutlu oluyordu. Hamurunun başına geçip önlüğü giyerken tekrardan güldü ardından kendi kendine söylenmeye başladı.

"Bittin oğlum Erdem gazan mübarek olsun."

Gün içerisinde Ebrar ve Nehir rutin bir şekilde müşterilerini ağırlarken karşı dükkanda da pek fark yoktu. Gökmen cüzdanını cebine atarken Göker'e baktı.

"Bak hesapları alırken karıştırma masaları falan rezil etme bizi."

"Abi şaka mı yapıyorsun?"

"Bilemem artık kızlarla flörtleşmekten pek güvenemiyorum da ayrıca Gökçe nereye kayboldu yine."

"Mutfakta bir şeyler yapmaya çalışıyor."

"Ne?"

Gökmen Göker'in yanından geçip mutfağa girdiğinde Gökçe'yi şarkı mırıldanırken yakaladı.

"Güneş teninde güzel
Bana aşk lazım
Bana aşk lazım"

"Eee başka ne lazım?"

Gökçe abisinin yine aniden konuşmasıyla irkildi.

"Abi ya şunu yapmaz mısın lütfen?"

"Sen de mutfakta bir şeyler yapmaz mısın?"

Gökçe bakışlarını mutfaktaki geniş tezgaha çevirdi. Dudaklarını mahcup bir şekilde ısırıp abisine kaçamak bir bakış attı.

"Şey-"

"Her neyse ben şirkete geçiyorum. Akşam evde görüşürüz."

"Görüşürüz."

Mutfaktan çıkmak için harekete geçtiğinde Gökçe derin bir nefes alıp verdi. Gökmen beklemediği bir anda ona omzunun üzerinden baktığında tane tane döküldü kelimeler dudaklarından.

"Sana aşk şu an lazım değil."

Gökçe abisinin cümlesiyle irkilse de Gökmen çıkıp gitmişti çoktan. Bir elini kalbine götürüp bekledi birkaç saniye. Erdem ile kısa görüşmelerinde yaşadığı duygu patlamalarını fark etmiş miydi abisi diye düşünürken Göker'in sesini duydu.

"Gökçe mutfağı katletme müşteri!"


Akşam herkes kepenklerini kapatırken Tolga Çikolata Rüyasının önünde bekliyordu. Ebrar gülerek ona yaklaştığında Tolga içini titreten bu gülümsemeye karşılık verdi. Ebrar'ı belinden tutup kendine çektikten sonra yanaklarına kısa buseler kondurdu.

"Günün güzel geçti mi?"

Ebrar başını onaylayarak sallarken arkasından gelen Nehir'e ve Erdem'e baktı.

"Yemeğe nereye gidiyoruz."

"Boğaza karşı şık bir restoran var oraya gidiyoruz."

Nehir ve Erdem yanlarına gelip kısaca selamlaştıklarında tekrar  birbirine  gülümsedi  düzelmeye başlayan  ikili. Kısa bir yolculuktan sonra restorana geldiklerinde Nehir etrafı kısaca süzdü. Şık mekan fazla üst kesim bulunduruyordu Nehir'e göre. Ona göre bu üst kesim geri kalan insanlara üstten bakıyor, konuşmaya bile tenezzül etmiyordu. Bilindik birini  düşünecek olursa şey gibilerdi, Firdevs Hanım...

Masaya geçip oturduklarında Erdem Tolga ile sohbet etmeye başlamıştı hemen. Ebrar ve Nehir onları dinlemekten sıkılıp birbirlerine baktıklarında gülümsediler. Tolga'nın aniden Erdem'e yönelttiği soruyla tekrar hareketlenen ikili Erdem'e baktılar dikkatle.

"Eee Erdem sen de hala yok mu birisi?"

Erdem oturduğu yerde geriye doğru yaslanıp önce Ebrar'a sonra Nehir'e baktı. Merakla kendine dönen gözlere kahkaha atmamak için zor duruyordu.

"Bilmiyorum."

Tolga bu cevapla Ebrar'a döndü.

"Bilmiyorum derken-"

Nehir'in araya girmesiyle bakışlar ona döndü. Nehir gözlerini Erdem'e dikmiş bir şekilde meydan okuyordu.

"Yani şöyle biri var ama bize söylemiyor saklamayı tercih ediyor. Bizim de aklımızda biri var tabii ama Erdem abi söylemedikçe biz de ses etmiyoruz."

Tolga şaşkınca Erdem'e baktı.

"Sen hayatına önceden birini almış mıydın? Bu kadar beklemenin nadir zorunlulukları oluyor."

Erdem Tolga'nın tepkisiyle Ebrar'a yandan bir bakış attı. Ebrar boğazını temizleyip Tolga'nın elini tuttu.

"Hayatım her neyse Erdem abi kendince doğru olanı düşünüyor ben eminim. Ama, biri var ya da yok köşeye sıkıştığında elimizden zor kurtulacak."

Erdem dudağının kenarıyla Ebrar'a hafifçe tebessüm etti. Yemeğin geri kalanı ise sessizlik ile geçmişti. Kalkacakları esnada Erdem'in fark ettiği bir siluet duraksamasına sebep oldu. Ebrar bu duraksamasına sebep olan yere baktığında Gökmen'i fark etti. Karşısında bir kızla konuşuyor ve yüz ifadesine bakılırsa baya keyifleniyordu.

"Gökmen değil mi o?"

Nehir'in tepkisiyle Tolga onların baktığı yere döndü. Ebrar ise gayet olağan bir durum olduğunu söyleyerek düşüncesini belirtti.

"Karşısında oturan kız daha önce dükkanına da gelmişti arkadaşı galiba."

"Nehir lütfen dedikodu seansına son verir misin?"

Erdem'in kibar ikazıyla sus pus olan Nehir Ebrar'a sessizce özür dilediğini belirtti.


Herkes kendi hayatına yeni rotalar belirliyor ya da belirli kısa duraklarda durmayı tercih ediyordu. Zaman akıp geçiyor bir gün daha bitiyordu. Gece herkes mutlu bir şekilde ayrıldığında yüzlerde minik bir tebessüm geceye imzasını atmıştı.







9 Ağustos 2018 Perşembe

HER ŞEYİN İLACI ZAMAN(22)

“İki gün sonra gidiyorlarmış.”

Kendi kendine söylenip alayla gülerken karşısında Tolga'yı fark etti. Dükkandan çıkmış kapının önünde volta atıyordu. Tedirgindi bunu hissedebiliyordu. Tolga bir an duraksayıp kafasını kaldırdığında Ebrar’ın kendisini izlediğini yakalamıştı. Bir eli ensesinde duraksadı. Ebrar ona doğru kendinden emin adımlarla ilerledi. Tolga ise elini ensesinden indirip parmak uçları üzerinde bir ileri bir geri sallanmaya koyuldu. Ebrar dibinde durup merakla kaşlarını kaldırdı. Tam konuşacağı esnada Tolga ondan önce davranmıştı.

“Hayatım.”

Ebrar tek kaşını kaldırıp şaşkınlığını gizledi.

“Efendim?”

Tolga bir elini uzatıp çenesinden nazikçe tutup gözlerinin içine baktı dikkatli dikkatli.

“Biraz daha iyi misin?'

Ebrar, Tolga'nın bu tavırlarıyla Süleyman Bey’in dediklerini hatırladı istemsizce. Ardından kendisine aşkla bakan adama gülümsedi.

“Annem ile babam iki gün sonra gidiyorlarmış.”

Tolga şaşkın bir şekilde Ebrar'a baktığında Ebrar sorun yok dercesine elini salladı. Dışarıda bulunan masaların boş sandalyesini çekti ve oturdu.

“Boş ver.”

Tolga Ebrar’ın asıl tepkisinin bu olmadığını anlamıştı o an. Kendini tutuyordu Ebrar. Güçlü olmaya çalışıyordu her zaman ki gibi. İnsanlara yarasını göstermiyordu. Ama kendisinden bile saklaması zoruna gitmişti Tolga'nın. Aklına gelen bir fikirle tereddüt etmeden elini oturan Ebrar'a uzattı. Ebrar kendisine baktığında gülümsedi.

“Haydi gel bir yere gidelim.”

“Ama-“

“Bahane kabul etmiyorum. Hem Erdem ve Nehir bence bugün sensiz idare edebilirler.”

Ebrar içeriye doğru kısa bir bakış atıp Tolga’nın havada bekleyen elini tuttu.

“İçeriden çantamı alayım o halde.”

Tolga anlayışla gözlerini kırpıp geri çekildi ve Ebrar'ın çantasını alıp gelmesini bekledi. Erdem kasada işleri halletmeye devam ederken Ebrar çantasını almış ve ona dönmüştü.

“Tolga beni bir yere götürecekmiş,  neresi olduğunu bilmiyorum. Bugün bensiz idare edersiniz dimi?”

Erdem kaşlarını çarpıp “Hayır.” dediğinde,  Ebrar hayal kırıklığına uğramış gibi dudaklarını büzdü. Koluna taktığı çantasını çıkartmaya koyulurken Erdem konuşmaya devam etti.

“Nehir beni katil ederse suçlu sensin onun için hayır dedim. Yoksa istediğini yap tabii. Burayı hallederiz.”

Göz kırpıp gülümsediğinde Ebrar şakayla omzuna vurdu. Erdem Gökmen'in darbe attığı yerin sızlamasıyla yüzünü buruşturmamak için kendini zorladı. Ebrar'ın eli beklediğinden ağır gelmişti. Bir yandan ona gülmeye çalıştı öte yandan acısının geçmesi için dişlerini birbirine bastırdı.

“Hulk!”

İkaz dolu bir “Ebrar” demesiyle Ebrar kıkırdadı ve Nehir'e kısa bir bakış attı. Müşteriyle yoğun bir sohbet içindeydi.
“Nehir’e de söylersin Tolga daha fazla beklemesin.” dedi ve çıkışa yöneldi.
Erdem ardından tebessüm  ederken çiftin el ele gözden kayboluşunu izledi. Ebrar, Tolga ile eskisi gibi olabilirdi. Buna inanıyordu.



Gökmen karşı dükkanda müşterilerini ağırlarken Gökçe'nin karşı dükkana dikkatle baktığını fark etti.

“Gökçe.”

Olduğu yerde sıçrayıp abisine dönen Gökçe elini kalbine götürdü.

“Efendim abi?”

“Neye bakıyorsun sen.”

“Hiiç.”

Gökmen tek kaşını kaldırıp ona yaklaşırken Gökçe hareketlendi.

“Tedirgin oldun?”

“Hayır abi olmadım.”

“Bir çık bakayım.”

Gökçe dudaklarını ısırıp kenara çekildiğinde Gökmen el ele tutuşup uzaklaşan Ebrar'ı ve Tolga'yı gördü. Derin bir nefes alıp geri çekildi.

“Onları mı izliyordun?”

“Hayır.”

“Küçük cadı röntgenciliğe de başlamış.”

“Hayır ben sadece-“

“Sadece?”

Gökçe dudaklarını ısırıp abisinden bakışlarını kaçırdı. Ne diyecekti? 'Seninle o adamı karşılaştırdım bir an ama sen ona on basıyorsun havada karada.' mı?

“Bilirsin işte merak.”

Gökmen inanmamış gibi kollarını göğsünde birleştirdi. Göker ikilinin arasına başını soktuğunda Gökmen’in ciddiyeti rafa kalkmıştı.

“Abi hesap alman lazım.”

“Tamam.”

Gökmen kollarını çözüp kasaya yöneldiği an Gökçe çıkışa yöneldi.

“Gökçe nereye?”

“Bir komşuya bakıp geleceğim.”

Gökmen başını sallayıp “Tamam.” dedikten sonra ortadan kaybolan kız kardeşinin ardındaki boşluğa bakakaldı. O dükkanda Erdem var mıydı şu an?!



Gökçe Çikolata Rüyasına giriş yaptığında Erdem kasadaydı. Yüzü düne göre biraz daha iyi olan Erdem’e doğru yaklaştı.

“Kolay gelsin.”

Erdem duyduğu sesin sahibine dönmeden önce kalbinin başlattığı atağın durmasını bekledi. Gökçe ısrarla yüzüne bakmaya çalışırken donakalmıştı, Gökçe’nin hırçın bir isyanıyla başını kaldırıp ona baktı.

“Kolay gelsin dendiğinde biz insanlar karşılık olarak sağ ol deriz.”

“Sağ ol.”

Kısa ve tepkisiz bir şekilde aldığı cevap Gökçe’nin canını sıksa da Erdem’in yüzü yine moralini bozmuştu. Eli istemsizce Erdem’in yüzüne doğru giderken Erdem kaşlarını çatmış ne yapacağına anlam vermeye çalışıyordu. Dudağının kenarındaki yaraya dokunduğu an zaman durmuştu Erdem için, çünkü tehlike çanları beyninde durmaksızın çalıyordu.

“Acıyor mu?”

Gökçe'nin sorusuyla başını sağa sola sallarken hala yüzünde gezinen ele karşı atağa geçmemişti. Tam bu esnada Nehir müşteriden ayrılıp kasaya döndüğünde gördüğü manzara ile donakaldı. Erdem hipnoz olmuştu. Nehir kaşlarını merakla kaldırıp Erdem’i bu hale sokan kişiye döndüğünde elindeki tepsi yeri boylamıştı.

Düşen tepsinin sesiyle irkilen Gökçe elini ateşe değdirmiş gibi geri çekerken arkasına döndü. Nehir eğilip yerden tepsiyi almakla uğraşıyor bir yandan müşterilere mahcup bir şekilde “Özür dilerim, sorun yok.” diyordu. Erdem farkında olmadan tuttuğu nefesi serbest bırakırken Nehir'e baktı. Nehir sonunda tepsiyi eline aldığında Erdem'e bir an sinsice gülümsedi. Erdem renk vermemeye çalışarak boğazını temizledi ve önüne döndü. Nehir ikiliye yaklaşıp gülümsedi. Gökçe, Nehir'in bir yerine bir şey oldu mı diye bakınıyor, Erdem yok olmayı diliyordu.

“Hoş geldin Gökçe. Bu ziyareti neye borçluyuz.”

Gökçe kendisine kaş göz işareti yapıp duran Nehir'e anlamsız bir bakış attı.

“Şey... Eee ben Ebrar’ı soracaktım.”

“Az önce gitti.”

“Biliyorum gördüm... Şey ben nasıl olduğunu merak ettim.”

“Sadece Ebrar'ı mı?”

Nehir'in imasını anlamamış bir halde baktığında Nehir boğazını temizleyip onlara özellikle bakmayan Erdem'e kısa bir bakış attı.

“Erdem Abi'yi de merak etmişsin anlaşılan. Elin yüzünde gezintiye çıkmıştı.”

Gökçe yanaklarının kızardığını hissederken alelacele konuşmaya başladı.

“Ben... Ben sadece-“

Erdem’in araya girmesiyle Gökçe durdu.

“Acımıyor.”

“Efendim?”

“Canım acımıyor, geçti.”

Erdem kendinden emin bir şekilde durup Gökçe’ye gülümsediğinde Gökçe'nin yer ayaklarının altından kaymış dünyası tepetaklak olmuştu. Nehir dudaklarını o şekline getirip Erdem'e vay be dercesine bakmaya başladı. Erdem kendisine gözlerini kısıp baktığında boğazını temizledi ve ona doğru yaklaşıp sessizce konuştu.

“Patavatsızlığım işe yaradı galiba.”

Gökçe Nehir'in ne dediğini anlamaya çalışır gibi yüzünü buruştururken Erdem Nehir'e dik dik baktı sadece.

“Gökçe?”

Gökmen kapıda Gökçe'ye bakarken özellikle Erdem'e bakmamak için çabalıyordu.

“Efendim abi?”

“Komşuya bir bakıp gelmen uzun sürdü bence.”

Gökçe kaşlarını çatıp abisine baktı. Niye böyle yapıyordu? Ebrar'ın gitmesine mi kızıyordu?

“Ben geliyordum zaten şimdi.”

“İyi.” diyerek kapıda bekleyen abisine yaklaştı ve Erdem'e son bir bakış atamadı. Az önce Erdem onunla flörtleşmiş miydi yoksa o mu yanlış anlamıştı. Abisiyle beraber kendi dükkanlarına girdiklerinde Gökmen boğazını temizledi.

“Ee ne dedin komşulara? ”

“Hiiç.”

“O yüzden mi yüzün kıpkırmızı.”

“Ne?”

Göker yanına gelip şaşkınca kaşlarını çattığında gözlerini devirdi.

“Gökçe yanaklarına allık mı sürdün yoksa doğal kırmızılıklar mı onlar?”

“Dalga geçme benimle.”

“Abi ne oldu yanaklarına bunun?”

Göker merakla Gökmen’e baktığında Gökmen derin bir nefes alıp verdi.

“Bilmem. Kendisine sor.”

Gökçe elini havada gelişigüzel sallayıp

“Aman hava sıcak işte ondan böyle.” dediğinde Göker inanmamış gibi abisine döndü.

“Sen yemiş olabilirsin ama benim gibi Anadolu çocuğu yemez.”

Gökmen, Göker'in ensesine vurup yüzünü buruşturdu.

“Boş yapma Göker.”

“Sana kendimi kanıtlamak zorunda değilim Göker! Bak işine.”

Gökçe'nin çirkefleşmesiyle yüzünü buruşturan Göker tezgahtan uzaklaşıp bir müşteriye yöneldi.

Ardından Gökçe mutfağa ilerledi. Gökmen'de hemen arkasından.

“Dinliyorum cadı.”

“Abi?”

“Ne oldu dükkanda ve sen neden oraya gittin?”

“Bir şey olmadı Ebrar'ı sormak için gittim.”

“Neyini?”

“Abi kasa!” diye bağıran Göker'in sesiyle Gökmen homurdanarak mutfaktan çıktı ve Gökçe'yi serbest bıraktı.

Gökçe abisinin ardından bir elini kalbine götürdü. Beyninde Erdem'in kullandığı cümle dönüp duruyor nasıl davranacağına karar veremiyordu. İşi bitmişti. Erdem bir güzel üzerine toprak atmak için beklemeliydi.

Elini yelpaze yapıp kendi kendine hava yapmaya başladığında gözlerini havaya dikti. Yaptığı hareket aklına geldikçe yerin dibine girmek istiyor ve bir müddet oradan çıkmak istemiyordu. Nehir pat diye yüzüne ne yaptığını söylediğinde olayı o an idrak etmişti. Farkında olmadan Erdem'in yüzünde elini gezdirmişti.

“Ben ona dokundum!”

Sesli itirafının ardından yutkundu.
Erdem'in o an ne düşündüğünü bilemiyordu. Nehir’in tepkisiyle ancak tepki vermişti. İkisi de birbirinden habersiz transa geçmişti ve bunun farkında değillerdi.



Erdem, Gökçe'nin ardından istifini bozmadı.

“Bana tip tip bakma Nehir.”

Nehir bir elini çenesine yerleştirmiş gözlerini kısmış ve Erdem’in göz hapsine almıştı.

“Tip tip mi bakıyorum?”

Erdem kısa bir bakış atıp gözlerini devirdi. Elini alnına götürüp ovmaya başladı.

“Hani canın acımıyordu?”

“Evet acımıyor.”

“Alnını niye ovuyorsun?”

Erdem sıkıntıyla nefes verip başını hafifçe sağa doğru eğdi.

“Çünkü sen beni geriyorsun.”

“Allah Allah?”

“Hı hı.”

Bir müşterinin girmesiyle rahatlayan Erdem zoraki bir gülümseme ile baktı Nehir'in yüzüne.

“Müşteri!”

Nehir gözlerini devirip arkasını dönerken sessizce cevapladı kendisini.

“Sonra konuşacağız.”

Bu cevabın altında gizli bir tehdit sezen Erdem başını olumsuz anlamda salladı.
Eli istemsizce dudağının kenarına gittiğinde sertçe yutkundu. Gökçe'nin narin elleri yüzünü keşfe çıkmıştı resmen ve ne yaptığını hatırlamıyordu. Nehir'in arsızlığına karşılık Gökçe'ye verdiği cevap onu utandırdığında ise keyiflenmişti. Bu aralar karşısında fazla sallıyordu ama bugün tam anlamıyla emindi. Bu kız kendisine aşık olmuştu. Yani öyle umuyordu. Normalde aşık olmasa bu dibine girdiğinde yaptığı pervasız davranışları sergilemezdi bir kız en azından bunun bilincindeydi. Kendi kendine sırıtıp dudaklarını ısırdığında Nehir'in kaşını gözünü oynattığını gördü. Nehir'e karşı özellikle bu konuyla alakalı kaçınacaktı. Aklının bir köşesine yazdı.



Ebrar, Tolga’nın peşine takılmış sorgusuz sualsiz nereye gittiklerini önemsemiyordu. Tolga kendi kendine gülümsüyor kenetlenen ellerine arada bir bakıp sırıtıyordu. Ebrar’ın arabasını almış sessiz bir yere getirmişti. Güneş gökyüzünde güzel bir şölen oluşturmaya başladığı an bulundukları yerin tepesine yürümeye koyulmuşlardı. Tepenin ucuna geldiklerinde Tolga bağdaş kurup yere oturdu. Ebrar şaşkınca gökyüzüne bakarken Tolga’nın yanına kuruldu.

“Bu... Çok güzel.”

“Beğendin mi?”

Ebrar başını Tolga'ya çevirip gülümsedi.

“Gizli yerin mi?”

Tolga Ebrar’ın meraklı yüzüne bakıp kahkaha attı ve bir elini Ebrar'ın omzuna atıp onu kendisine çekti.

“Gizli yerim falan değil. Yani genelde kalabalık olur burası ama bugün sessiz.”

“Sanki bize özel değil mi?”

“Hı hı.”

Ebrar başını Tolga’nın göğsüne yaslayıp derin bir nefes aldı. Kulağında atan ritmini şaşan kalp Ebrar'a derin bir iç çektirirken kendisi ile Tolga’nın durumunu enine boyuna tekrar gözden geçireceğini kendine hatırlattı. Haklıydı Süleyman Bey... Tolga’nın her hareketi daha da belli ediyordu ona karşı sevgisini, aşkını. Tolga’nın konuşmaya başlamasıyla tamamen ona dikkat kesildi.

“Şimdi... Tam burada, dök içini. Hadi.”

Ebrar başını kaldırıp Tolga'ya baktı.

“Tolga.”

“Benim yanımdayken ama sadece benimleyken bütün saydamlığınla gel bana. Kırıklıklarını paylaş. Yaranı göster. Gizlenme benden.”

Bir eli usul usul Ebrar'ın çenesine kayarken gözlerini gözlerinden ayırmıyordu. Ebrar'ın usul usul gözleri dolmaya başlarken burnunu çekti.

“Tolga.”

“Bak ne yapalım bu akşam burada yaşadığımız ardımızda bırakmaya çalıştığımız ama bir türlü bırakamadığımız kırıkları bırakalım.”

Tolga'nın da gözleri dolmuştu artık.

“Sen beni istediğin kadar kır, parçala sorun değil. Dediğim gibi burada tamamen sileceğim bütün kırıklıkları.”

Ebrar’ın yanağından iki damla yaş süzüldüğünde Tolga dudaklarını topladı.

“Ben çok kırdım seni hem de çok alakasız biri yüzünden. Gözüme perde indi.”

Tolga uzanıp o yaşları silerken gülümsemeye çalıştı.

“Gökmen sana her dokunduğunda sanki kalbim senin elindeymiş de sıkıp parçalıyormuşsun gibi hissettim. Çünkü daha önce hiç olmadı bu... Bir an istemsizce ya kaybedersem diye zor düşüncelerle uğraşırken buldum kendimi.”

“Özür dilerim.”

Tolga alıngan bir bakıp atıp gökyüzüne çevirdi yüzünü.

“Özür dileme yasağı?”

Ebrar güldüğünde ona döndü ve burnunun ucundan öptü.

“Benim sana dair olan tek kırgınlığım bu. Ama senin annene babana bana dair kırıkların canımı acıtıyor.”

“Ben hayatımda önemsenmem gereken iki yegane kişi tarafından önemsenmedim...”

Ebrar başlamıştı ve bakışlarını kaçırıyordu. Tolga ise diyeceklerine odaklanmıştı.

“Babamın hep şirket toplantıları annemin vakıf ve gösteriş geceleri ile geçti çocukluğum. İkisi de ilgilenmedi benimle. Hep yok sayıldım. Babam hep bir adım attı ama daha önce hiç sevme gereği duymadığı için kalakaldı ve vazgeçti sevmekten beni sanırım.... Sanki hayatlarında fazlalıktım bunu hissettirdiler bana. Sonra büyüdüm. Kendi kararlarımı verecek yaşa geldiğimde evden ayrıldım ilk önce. Daha sonra işte üniversite işini hallettim. Her zaman mal varlıklarından bana pay biçtiler. Cemiyetin gözünde yanlış duruma düşmemek için çabaladılar yani. Daha sonra hiçbir destek almadan bildiğim gibi Çikolata Rüyasını açtım.”

Tolga'nın gözlerinin içine baktı çekinerek.

“Sonra sen bana geldiğinde neden olmasın diye düşündüm. Hayatıma er ya da geç birini alacaktım sonuçta. Ama sonra senin sevgin beni afallattı. Evlenme mevzusuna geldiğimizde istesem de hep “Acaba?” sorusu vardı. Biz annem ve babam gibi olur muyuz? sorusu... Bu benim daha önce hissetmediğim sevgiden korkmamdı.”

Tolga ellerini Ebrar'ın yanaklarına koydu.

“Artık korkmuyorsun değil mi?”

Ebrar başını sağa sola salladı.

“Korkmuyorum...”

Bu bir adımdı. Ebrar için büyük Tolga için daha da büyük bir başlangıçtı. Başaracaklardı. Eskisi gibi hatta daha da iyi olacaklardı. Zaman yeterliydi onlara ne de olsa zaman her şeyin ilacıydı...

3 Ağustos 2018 Cuma

HERKESİN KENDİ İÇ HESAPLAŞMASI VAR(21)

Güneş yeni bir günün daha başladığını belli etmek istercesine aydınlığını etrafına saçarken Ebrar gözlerini kısıp oturduğu yerden ayağa kalktı ve perdeyi çekti. Dün akşam olanlardan sonra Tolga ile daha sonra görüşmek üzere ayrılmışlar fakat bu ayrılış Tolga için kalbine oturan ağırlığı da beraberinde getirmişti.

Ailesi karşısında ilk defa farklı görmüştü Ebrar’ı. Sandığından fazla yarası vardı onlara karşı içinde. Gece boyu uyumamış gözüne bir gram uyku girmemişti. Evlilik konusunda Ebrar’ın bu denli temkinli davranışlarının sebebini kavramıştı. Farkında olmadan Ebrar’ı zorladığını düşündü. Eliyle yüzünü sıvazlayıp derin bir nefes aldı. Bundan sonra evliliği ikinci plana atacaktı. Asıl mevzu Ebrar’ın derin yarasını sarmaya çalışmaktı. İnsanlara karşı güçlü dursa da içindeki savunmasız o hiç kimsenin görmek istemediği sesini duyurmadığı kız çocuğunu özgür bırakacaktı...



Ebrar gece boyunca oturduğu koltuktan bir milim kıpırdamamıştı. Annesine ve babasına dedikleri aklından geçiyor, onların yüzleri önüne geliyor ve kendine “Bu yanlış!” diyemiyordu. Çalan telefonuyla irkilip yaşam belirtisi verdiğinde başını kendine gelmek istercesine salladı. Telefonu eline alıp kimin aradığına baktı. Erdem’di. En son konuşmaları iyi geçmişti ama bu saatte aramasının sebebini düşünmek istemiyordu.

“Efendim?”

“Günaydın Ebrar.”

“Günaydın.”

Bir elini ensesine atıp ovarken başını sağa sola eğdi. Erdem’in sorduğu soruyla bakışlarını karşısında duvarda takılı olan saate çevirdi.

“Ne zaman işe gelirsin?”

Biraz uyumaya çalışacaktı. Dalgınlığını üzerinden atması lazımdı.

“Ah, bugün biraz geç gelebilirim.”

“Tamam.”

“Nehir ile uslu uslu durur musunuz?”

Karşı tarafta Erdem bu ani soruyla ve sorma ses tonuyla kaşlarını havaya kaldırdı.

“Deneriz.”

“Tamam.”

“Tamam.”

“O zaman geldiğinde görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

Ebrar telefonu kapatıp bir kenara koyduktan sonra ellerini şakaklarına dayayıp gözlerini tavana dikti. Bugün sessizliğe ihtiyacı vardı.



Erdem telefonu kapattıktan sonra hiç beklemeden doğruca Nehir’i aradı. Ebrar’daki ses değişimi tedirgin etmişti. Nehir uzun süren telefon çalışından sonra cevapladı aramasını.

“Karga daha malum besinini yemeden-“

“Nehir?”

“Erdem abi sen misin?!”

“Kimi bekliyordun sen?”

“Ki... Kimseyi ama sen bu saatte neden aradın daha vakit vardı.”

“Ebrar’a ne oldu?”

“Hı?”

“Ebrar diyorum ne oldu kıza diyorum Nehir.”

Nehir gözlerini ovup yatağından kalkarken sendeledi.

“Dün annesi dükkana geldi.”

Erdem olduğu yerde kalırken elindeki çay bardağını bir kenara koydu. Demek annesi gelmişti? Nehir bir süre sessiz kaldığında boğazını temizledi. Ama Nehir bu esnada kendini yatağa bırakmış ve horlama moduna geçmişti. Erdem telefonu kulağından uzaklaştırıp sanki karşısında Nehir varmış gibi telefona baktı.

“Nehir?”

“He evet buyurun sipariş nedir?”

Erdem gülmesini bastırmak için dudaklarını sıkı sıkıya tutarken sesinin düzgün çıkmasına dikkat ediyordu.

“Dükkanı bugün biraz daha erken açar mısın? Ben de erkenden geleceğim. Konuşmamız gereken konular var.”

“Dün olan olaydan dolayı gerçekten özür dilerim. Beni öldürme!”

Erdem uyku sersemi olan Nehir’e karşı gözlerini o görmese de devirdi.

“Seni öldürme gibi bir niyetim yok Nehir... Henüz.”

Nehir uykusu kaçmış bir halde yataktan fırladığında kolunu birkaç parça eşyaya çarptı. Erdem arka taraftan duyduğu seslerle kahkahasını serbest bıraktı. Erdem’in kahkahası kulaklarında yankılanan Nehir olduğu yerde kalakaldı. Resmen uykusu kaçsın diye böyle bir şey demişti ve başarılı olmuştu. Gözlerini kısıp telefona öldürücü bir bakış attı.

“Dükkanda görüşürüz Erdem abi!”

“Görüşürüz Nehir.”

Kapanan telefonların ardından ikili birkaç saniye öylece durduktan sonra kahkahalarını yeniden serbest bıraktı.



Aradan geçen birkaç saat sonunda gün Gökmen için başlamıştı. Esneyip yatağından kalktıktan sonra güneşi selamlamak adına perdeyi açıp gülümsedi. Ebrar’la dün iyi bir şekilde vedalaşmışlardı. Banyoya yönelip kısa bir duş aldıktan sonra kıyafetlerini giyip evden çıktı ve doğruca ailesinin evine doğru arabayı sürdü. Evde dün akşamdan beri içi içini yiyen bir adet Gökçe bütün olaylardan habersiz Göker sabah kahvaltısı masasında oturuyorlardı.  Neşe Hanım elindeki son tabağı da masaya yerleştirdikten sonra eşine gülümsedi.

“Gökmen kahvaltıya gelecekmiş mesaj attı.”

Gökçe babasına yandan bir bakış atıp önüne döndü. Dün akşam babası kendisiyle beklemediği bir konuşma gerçekleştirmişti. Eve geldiklerinde babasının çalışma odasına geçmişler ve yaklaşık bir saat boyunca konuşmuşlardı. Babasının fikirleriyle daha farklı bakmaya başlamıştı olaya, ama bir yerde babasının “Ebrar gibi bir gelinim olmasını isterdim açıkçası.” demesiyle afallamıştı. Abisini gözünün önüne getirdiğinde Ebrar’dan etkilendiğini yok saymamıştı. Ama Ebrar’ın dünyasında apayrı olaylar vardı yeni fark etmişti. Annesiyle karşılaşması hiç onun için sevindirici olmamıştı mesela. Neşe Hanım’a kısaca bakıp önüne döndü. Kendisi annesiyle uzun zaman görüşmese ve annesi kendisine sürpriz yapıp gelse sevinçten havalara uçardı ama Ebrar kalakalmıştı. Zorla annesine sarılmıştı. Ebrar’a karşı ördüğü duvarları yavaş yavaş indiriyordu farkında olmadan ve bundan gocunmuyordu.

Düşünceleri içinde boğulurken masadaki sessizliğini fark edenler kendi aralarında bakışmıştı. Aniden kapının çalmasıyla Göker kalkıp kapıya gitti. Açılan kapıyla abi kardeş selamlaşmasını duyduğunda başını kaldırıp babasına baktı. Arslan Bey gülümseyip elini tuttuğunda o da babasının elini sıkıca tuttu.

“Off bakıyorum da yine formunuzdasınız Gökmen Bey.”

“Göker bana iltifat ederken iki kez düşün. Cümle de hata var, mesela benim hep formumda olduğum gibi.”

Göker yüzünü buruşturup kapıdan geri çekilirken abisine “Üzgünüm majesteleri beni affedin.” diye mırıldanmadan edemedi.

Gökmen karşılık olarak “Bir daha olmasın.” dediğinde ikili evi kahkahalarıyla sarsmıştı.
Mutfağa doğru geçtikleri esnada Gökçe gülümseyerek abisine baktı. Gökmen Gökçe ile göz göze geldiğinde gülümsedi. Aklında direk Erdem belirdiğinde dişlerini sıktı. Masaya oturduklarında babası başıyla selam verdi. Neşe Hanım’a yandan bir bakış atıp Gökmen’e döndü.

“Masaya en son benim oturmam sizin beni beklemeniz gerekiyor ama nasıl oluyorsa hep en son gelen sen, bekleyen ben oluyorum Gökmen.”

Neşe Hanım kocasına ayıplarcasına bir bakış attıktan sonra Gökmen’den önce cevap verdi. Arslan Bey’in istediği ayağına gelmişti. Gökmen babasının annesine karşı yaptığı atağı anlayıp babasına göz kırptı.

“Çocuk her zaman geliyor sanki Arslan Bey. Ne olmuş azıcık beklediysen.”

Arslan Bey Neşe Hanım’ın ciddi tavrıyla yutkunurken Göker’e baktı. Yerinde kahkaha atmamak için kendini sıkıyordu. Gözlerini kısıp “Göker.” dediğinde Göker duruşunu dikleştirip “Efendim baba? ” dedi.

“Sen bugün dükkanı erken açacakmışsın.”

Göker başını sağa sola sallayıp “Yoo.” dedikten sonra, Gökmen’e dönüp “Öyle mi abi erken mi açacakmışım?” diye sordu.
Babasına kısa bir bakış atan Gökmen “Öyle hadi kalk.” dedi gülerek.

Arslan Bey çocuksu bir edayla gülümsediğinde Neşe Hanım’dan beklenilen tepki gelmişti yine.

“Çocuk daha kahvaltısını yapmadı Arslan!”

“Yolda giderken yer bir şeyler Neşe Hanım. Hadi Göker kalk.”

“Otur Göker.”

“Göker kalk.”

“Otur Göker.”

“Göker-“

“Ay yeter heyheylerimi tepeme dikme benim Arslan. Göker ye güzelce öyle çık.”

Arslan Bey karısının ağzının payını vermesiyle aşkla ona bakarken Göker dumura uğramış bir ifade ile kalakalmıştı. Gökmen kahkahasını serbest bıraktığında Gökçe’de abisine eşlik etmişti. Babasının bazen kendilerinden fazla annesine nazlandığı, ama bunu yaparken kendilerini kullanması su götürmez bir gerçekti. Neşe Hanım sakinleşmeye çalışırken Arslan Bey kahvaltı tabağını doldurmaya başladı. Kendisine göz kırpıp gülümsediğinde gözlerini kıstı. Kocası madem savaş istiyordu karşılık alırdı.

“Arslan bırak tabağı.”

“Efendim?”

“Bırak tabağı Arslan.”

“Karıcığım...”

“Arslan.”

Arslan Bey tabağı elinden bırakırken Göker’e sinirli bir bakış attı.

“Senin yüzünden aç bırakacak annen beni mutlu musun?”

“Baba ben ne yaptım ya? ”

“Sus rezil herif.”

Gökçe artık gülmekten gözlerindeki yaşları serbest bırakırken birkaç saniye sonra bütün masa kahkaha sesleriyle dolmuştu. Gökmen ailesine sevgi dolu bakarken bir kez daha şükretti.  Herkes eşit aileye sahip olamıyordu. Kimisi yaralarken çocukları, kimisi sevgiyle besliyordu sadece. Ve bu aile sevgi her şeyden önce geliyordu.



Nehir sokağa erkenden giriş yaptığı an Süleyman Bey’in dükkanına gazeteyi bıraktı. Henüz ortalık sakinken dükkanı açmak ona kötü geliyordu. Sokağın sonundan gelen Erdem’i gördüğünde uykulu gözlerini ovaladı. Dünden beri kendi kendini yargılarken Erdem’in fırçasını yemek ona zulüm mü yoksa ödül mü olacaktı bilemiyordu. Kepengi eğilip kaldırırken Erdem yardımcı oldu.

“Günaydın.”

“Benim günüm aslında hala aymadı ama sen öyle diyorsan...”

Erdem duruşunu dikleştirip Nehir’e alaycı bir bakış attığında Nehir kapının anahtarını çantasından çıkartıp oflayarak kapıyı açmaya koyuldu. Açtığı kapıyı geriye doğru iterken Erdem onun girmesini bekledi. Bir süre kapıdan içeri adımını atmayan Nehir olduğu yerde öylece kaldı.

“Nehir girsene kızım.”

Başını sağa sola sallayıp kendine gelmeye çalıştı. Erdem’i onaylayıp içeriye girdiğinde bir sandalyeye bıraktı kendini daha sonra masaya başını bıraktı. Erdem başında dikilip homurdandığında Nehir cıkcıklayıp başını diğer tarafa çevirdi.

“Sabahın köründe uykumu bozman yetmiyormuş gibi, daha millet dükkanını açmamışken bana dükkanı açtırtman acımasızlığının kaçıncı evresi söyler misin?”

Erdem masaya koyduğu başını kaldırmadan mırıldanan Nehir’in dediklerinden sonra ellerini cebine koydu. Boğazını temizleyip tane tane konuşmaya başladı.

“Öncelikle senin işlerini bu sabah zaten ben yapacağım.”

Nehir tek gözünü açıp ona bir bakış atıp dalga geçip geçmediğini ölçtü. Gayet ciddi gözüken Erdem’e hafifçe gülümsedi.

“Sen acımasız değilsin.”

Erdem gülüp başını salladığında Nehir gözlerini kapadı.

“Ama yine de yatağımdan ayırdın. Sen acımasızsın.”

Erdem şaşkınca Nehir’in kapalı gözlerini bakarken kalakalmıştı.

“Benimle ne konuşacaksın?”

Nehir istemeye istemeye gözünü açıp başını masadan kaldırdı ve ellerini çenesine yasladı. Dağınık saçından yüzüne düşenleri geriye doğru atıp Erdem’e kısa bir bakış attı.

Erdem karşısındaki sandalyeyi çekip oturduğunda dilini damağına vurup şaklattıktan sonra Nehir’e baktı.

“Konu çok basit. Ebrar’ın annesiyle dün ne oldu onu anlatacaksın.”

“Bu mu yani telefonda da anlatabilirdim bunu ben sana.”

“Hayır anlatamazdın uyuyakalırdın.”

Nehir Erdem’in kurduğu cümlenin doğruluk oranını gözden geçirdikten sonra sıkıntılı bir nefes verdi.

“Ta-mam. Haklısın uyuyakalırdım. Her neyse dün gayet şık giyimli bir kadın geldi bende müşteri diye gayet hoş bir şekilde karşıladım ama kadın ne yaptı!”

Bir süre duraksadı ve karşısındaki kişinin Erdem olduğunu unutarak heyecanlı  bir tepki bekledi. İstediğini alamayınca uykusuzluğun da getirdiği huysuzlukla küçük Erdem'in dediği gibi tam anlamıyla celledi.

"Ya! Erdem abi! Sorsana ne yaptı diye!”

Erdem sabırla “Ne  yaptı?” diye sorup anlatmasını bekledi. Nehir ise beklediği soru gelince sanki Firdevs Hanım karşısındaymış gibi bir moda bürünüp nefretle karşısına baktı.

“Beni görmemezlikten geldi ve direk Ebrar’a yönelip 'Kızım' dedi!”

Erdem ifadesizliğini bozup tek kaşını kaldırırken sessizce Nehir’in devam etmesini bekledi.

“Sonra işte Ebrar gördüğünde şaşırdı hatta gördüğüne sevinmedi bile. Bir görsen sarılırken bile zorlanmıştı. Kıyamam canıma ben ya minnoş çok üzüldü.”

Erdem Nehir’in araya koyduğu tepkilerine gülmek istese de Ebrar’ı düşünüyor kızın sıkıntılı olması canını sıkıyordu.

“Asıl üzen mevzu da şey oldu Gökmen’in babası buraya gelmişti ve onu dünürü sandı yani Tolga’nın babası sandı. Düşünebiliyor musun? Kadın daha dünürünü bile tanımıyor!”

Erdem oturduğu yerde geriye doğru yaslandı. Nehir’e devam et dercesine bir bakış attı.

“Ebrar’da annesini dışarı çıkarttı. Bir şeyler konuştular. Annesi gitti ve sonra...” Yüzü düşüp gözleri dolduğunda Erdem’e kısa bir bakış attı.

“Ebrar ağladı.”

Erdem öne doğru eğilip Nehir’in dolan gözlerine bakmaya çalıştı.

“Sonra konuştunuz mu peki Ebrar’la?”

“Sadece yine ailesinin kendisini anlamadığını söyledi. Akşam detaylıca konuşuruz sanıyordum ama Tolga’yı çağırmıştı. Ona da ailesinin geldiğini söylemesinin doğru olacağını düşünüyordu. Sonra vedalaştık falan öyle yani.”

Erdem düşünceli bir tavra büründüğünde kaşlarını çattı.

“Benden sakladığın bir şey mi var Erdem abi?”

Erdem başını olumsuz anlamda sallayıp bakışlarını onunla buluşturdu.

“Hayır yok sabah onu aradığımda bir şey olduğunu sezmiştim de. Sesi çok yorgun geliyordu. İçime dert oldu. Bugün zaten geç gelecek biraz. Geldiğinde yine ikimiz idare ederiz kafeyi. Mutfakta işlerimi erkenden bitirip kasaya bakarım yine. O yüzden sana erken gel dedim.”

Nehir hafifçe gülümseyip Erdem’in koluna vurduğunda “İyi kalpli Hulk.” diye mırıldandı. Erdem Nehir’in bu haline gülmeden duramadı. Oturduğu yerden kalkıp arka tarafa gitti ve temizlik malzemelerini aldı. Gömleğini çıkartıp askıya astığı esnada Nehir ona gülerek bakıyordu.

“Cidden temizleyeceksin.” dedi.

Erdem başını sağa doğru eğip Nehir’e göz kırptı.

“Elimden geldiği kadar sessiz olmaya çalışacağım sen de biraz uyumayı dene.”

Nehir gülerek başını tekrar masaya bıraktığında gözlerini kapadı. Çok geçmeden uykuya dalmıştı.



Göker, Gökmen ve Gökçe mahalleye girdiğinde esnafta dükkanını açmaya koyulmuştu. Herkesle selamlaşan üçlü kardeş kendi dükkanlarına geldiklerinde karşıya baktılar. Gökçe Ebrar’ı düşünüyordu.

“Erkenciler.”

Göker’in konuşmasıyla Gökçe ona döndü.

“Önemli işleri vardır belki.”

Gökmen’in iddiasıyla başlarını sallayan ikizler abilerinin açtığı kapıdan içeri girdiler. Göker bilgisayarın başına geçip hemen müzik listesi ayarlamaya koyulduğunda Gökçe temizlik malzemelerini almak için arkaya yönelmişti. Gökmen zaman kaybetmeden dışarı çıkacak masaları çıkartırken sessiz iş dağılımından memnun olmuştu. Dışarı bıraktığı masayı düzeltip içeri gireceği esnada Süleyman Bey’i fark etti. Elinde tuttuğu gazete ile Ebrar’ın dükkanına doğru ilerliyordu.

“Günaydın Süleyman Amca.”

Süleyman Bey durup Gökmen’e baktı ve babacan bir edayla gülümsedi.

“Günaydın evladım.”

“Nasılsınız?”

“İyiyim evladım sağ ol sen nasılsın?”

“İyiyim bende teşekkür ederim. Ebrar’ın yanına mı?”

“Ha yok. Nehir’in yanına, bana dün ki gazetenin aynısını getirmiş. Bir fırça çekeyim dedim.”

Gökmen güldüğünde Süleyman Bey’de gülümseyip Ebrar’ın kafesine yöneldi.
Göker içeriden hareketli bir şarkı açtığında elini istemsizce kulaklarına götürdü.

“Oğlum kıssana biraz şunu!”

“Abi dur ya kendimize gelelim.”

“Mahalleyi ayağa kaldıracaksın gereksiz!”

Müziğin sesi biraz kısılırken Göker alıngan bir tavra bürünmüştü bile.

“Saat kaç oldu kalksınlar tabii.”

Gökçe elinde temizlik malzemeleriyle ortalıkta dolanırken Göker’e “Seviyesiz.” diyerek tepkisini belirtti.

Gökmen “Ya sabır.” dediğinde ikisi de sus pus olmuştu.

Güneşin tam tepede olduğu an Ebrar sokağa gelmişti. Herkesle selamlaşıp adımlarını doğruca kafeye yönlendirdi. Derin bir nefes alıp kafeye girdiğinde Tolga’yı görmeyi hiç beklemiyordu. Kolundaki saate kısa bir bakış atıp kaşlarını çattı. İş saatinde gelmesini hiç beklemiyordu. Tolga Ebrar’ı görür görmez oturduğu yerden kalkarken Erdem Tolga’da ki hareketliliği fark edip bakışlarını kapıya çevirdi.  Ebrar Tolga’yı görmenin vermiş olduğu şaşkınlıkla afallamış bir halde öylece duruyordu. Arkasında dükkana girmek için bekleyen müşteriyi fark etmemişti bile. Erdem’in uyarırcasına öksürdüğünde omzunun üzerinden arkaya kısa bir bakış atmış daha sonra mahcup bir şekilde kapının önünden çekilmişti.

“Pardon, fark etmedim.”

Müşteri sevimli bir şekilde gülümseyip içeri girdi. Nehir müşteri ile ilgilenirken arada Ebrar’a bakış atmaktan geri kalmıyordu. Erdem Tolga’nın yüzündeki kararsızlığı fark ettiğinde ona seslendi.

“Gitsene kızın yanına oğlum.”

Tolga Erdem’in komutuyla harekete geçerken Ebrar hala ona bakıyordu. Yüz yüze geldiklerinde Tolga gülümsedi.

“Merhaba.”

“Senin işin yok mu?”

Ebrar’dan beklemediği bir karşılık aldığında yutkundu.

“Vardı ama erken bitirdim ve buraya geldim.”

Ebrar anlayışla başını sallayıp bakışlarını kaçırdı. Dün akşam için Tolga’ya karşı utancı vardı ve geçmemişti. Karşısında şimdi durmuş kendisine aşkla bakan adama ne diyeceğini bilemiyordu.

“Oturalım mı biraz?”

Tolga’nın beklentiyle yüzüne bakmasıyla gülümsedi. Başını sallayıp köşedeki masaya geçti. Tolga karşısına geçip oturdu.

“Uyumamışsın.”

Ebrar şaşkınca Tolga’ya bakarken Tolga anlayışla gülümsedi.

“Gözlerin şiş ve kızarık.”

“Aslında uyumaya çalıştım ama sanırım pek başarılı olamadım.”

Tolga ellerini tutmak için masaya ellerini koyup ona uzattığında Ebrar karşılık verdi. Tolga’nın elini tuttuğunda yükünün biraz hafiflediğini hissetti. Bakışlarını usulca ona çevirdiğinde Tolga’nın ikisinin birleşen ellerine bakıp gülümsediğini fark etti.

“Tolga?”

“Efendim.”

Ebrar başını sağa doğru eğip mahcup bir şekilde baktı.

“Dün akşam için özür dilerim.”

“Yo yo özür dilemeni gerektirecek bir şey yok emin olabilirsin. Sen haklısın çünkü. Annen ve babanın yaklaşımları kırıcı olsa da umurumda değil. Önemli olan sensin, senin fikirlerin. Ve sen onlar gibi değilsin. Ben aşık olduğum kadının ne kadar naif ve alçak gönüllü olduğunu biliyorum. ”

Ebrar dolan gözlerini kaçırıp, Tolga’nın 'Sen onlar gibi değilsin.' demesiyle boğazına oturan yumruyla baş etmeye çalıştı. Ne annesi ne de babası gibiydi evet. Bu yüzden onlar onu anlamıyordu.

“Ebrar, bir tanem-“

“Özür dilerim.”

“Bir kez daha özür dilersen ağlayacağım!”

Tolga’nın gülerek ettiği isyana yandan bir bakış attığında duraksadı. Sırf kendisi gülsün diye kurduğu cümle ile aldığı yüz ifadesi Ebrar’ı savunmasız yakalamıştı.
Tolga yavaş yavaş gülmesine son verirken Ebrar “Hayır.” diye mırıldandı.

“Anlamadım?”

“Biraz güler misin?”

Tolga şaşkınlığa uğrasa da belli etmemeye çalıştı. Ebrar dolan gözleriyle kendisine bakıp küçük bir kız çocuğu gibi “Lütfen.” dediğinde gülümsedi. Ebrar’ın gözünden bir damla yaş firar ettiğinde gülmek ilk defa canını acıtıyordu. Uzanıp o gözyaşını silerken Ebrar ısrarla gülümsemesini izliyordu. En sonunda “Senin en son ne zaman güldüğünü unuttum.” dediğinde Tolga için zaman durdu. Gülümsemesi istemsizce yüzünden silinirken dikkatle Ebrar’a baktı.

Ebrar dudaklarından çıkan cümlenin ne olduğunu bilerek onaylarcasına başını salladı.

“Kırdım, incittim, konuşmak bile istemedim. Sana karşı son zamanlarda kapalı bir kutudan farksızdım.”

Tolga duyduğu cümlelerle gözlerinin dolmasına engel olmaya çalıştı. Ebrar şu an karşısında hatalarını bütün çıplaklığıyla dile getiriyordu.

“Ve sen hiç böyle bir muameleyi hak etmedin.”

Tolga tuttuğu elini hafifçe sıkıp dudaklarına götürdü. Küçük masum bir buse kondurup derin titrek bir nefes aldı.

“Ah Ebrar.”

Ebrar başını olumsuz anlamda salladığında ikisi de sustu. Sadece birbirlerine bakakaldılar. Ta ki Nehir’in Ebrar’a seslenmesine kadar.

“Ebrar Süleyman Amca seni dükkanına bekliyor.”

Tolga’ya kısa bir bakış atıp oturduğu yerden kalkarken ellerini ondan çekti. Tolga anlayışla bakıp gülümsediğinde çıkışa yöneldi. Ebrar’ın gitmesiyle gözünden akan yaşı hızlıca silen Tolga Erdem’in yanına ilerledi.

“Kafayı yiyeceğim! Her şeyden kendini suçluyor.”

Erdem “Anlıyorum.” dediğinde Tolga eliyle yüzünü sıvazladı.

“Ben onun yaptığı yanlışları kendi içimde doğru hale getiriyorum onun haklılığını savunuyorum... Ama o tamamen karmaşık bir hale dönüştürüyor içinde ve bana enkaz halinde geliyor. Onarmak için elimden geleni yapmaya çalışırken beni gafil avlıyor. Onun yaralarını sarmama müsaade etmiyor.”

Erdem karşısında çırpınan çaresiz bir adamın titreyen sesiyle başını kaldırıp Tolga’ya baktı.

“Zamana ihtiyacı var biliyorsun değil mi?

Son zamanlarda birbirinizi çok gereksiz yere kırdınız.”

Tolga başını onaylarcasına sallayıp önüne döndü.

“Ne yapmalıyım sence?”

“Bilmiyorum. Tavsiye alacağın en son insanım diyebilirim.”

Tolga kısaca Erdem’e bakıp ellerini beline koydu.

“Sen ciddi misin?”

Erdem normal bir şey gibi kafasını salladığında Nehir elindeki boş tepsiyi aralarında duran tezgaha koydu.

“Gayet ciddi.”

Tolga şaşırmış bir şekilde Erdem’e baktığında Erdem dudaklarını içeri doğru toplamış bakışlarını kaçırıyordu. Bu gerildiğinin işaretiydi. Konu üzerinde fazla durmaması gerektiğini kendini hatırlatıp Nehir’e dönen Tolga Nehir kendisine baktığında bir elini ensesine attı.

“Süleyman Amca neden çağırdı Ebrar’ı?”

“Bu sabah yanlış gazete almışım da ben onun fırçasını çekti sabah gelip, sonra dün annesinin mahalleye gelme mevzusunu sordu. Ebrar’ın ağladığını görmüş falan. Konuşacağım onunla dedi geldiği gibi yanıma gelsin dedi ve gitti.”

“Ebrar dün ağladı mı?”

Nehir “Sanırım yine pot kırdım.” diye mırıldandığında Erdem homurdanmakla meşguldü.

“Şom ağzını biraz kapamaya çalışsan keşke.”

Tolga kapıya yönelip kendini dışarı attığında Nehir Erdem’e döndü.

“Sen beni öldür gitsin valla Erdem abi. Ben yaşamayı hak etmiyorum.”

Erdem gözlerini devirip dışarıya baktıktan sonra Nehir’e kısa bir bakış atıp müşterileri işaret etti.

“Kızım git işine bak. Asabımı bozma benim.”

“Hadi Hulk yapabilirsin.”

Nehir’e yüzünü buruşturup baktığında Nehir bakışlarını yere çevirip sanki bir şey bulmuş gibi arkasını döndü ve hızlı adımlarla uzaklaştı.




Süleyman Bey’in dükkanına gelen Ebrar çalışanlara gülümsedi.

“Hoş geldin Ebrar abla.”

“Hoş buldum çocuklar. Süleyman Amca nerede?”

“Usta odasında abla seni bekliyor o da.”

Ebrar başını anladım dercesine sallayıp adımlarını Süleyman Bey’in odasına yönlendirirken “Kızgın mı?” diye sormadan edemedi. Çocuklar birbirlerine bakıp güldükten sonra Ebrar’a karşı başlarını sağa sola salladılar. Derin bir nefes alıp Süleyman Bey’in odasının kapısını tıklatan Ebrar içeriden “Gel.” diyen Süleyman Bey’i daha fazla bekletmeden odaya girdi.

“Gel kızım geç otur seni bekliyordum bende. Bugün tembelsin.”

Ebrar hafifçe gülüp Süleyman bey’in karşısındaki koltuğa oturdu.

“Öyle oldu biraz.”

“Eee anlat bakalım. Dün akşam nasıl geçti?”

Ebrar çekinerek Süleyman Bey’e baktı. Süleyman Bey öne doğru eğilip itiraz kabul etmeyen bir bakış attığında dün akşamı anlatmaya başladı. Sonlara doğru Süleyman Bey’in kaşları çatılmıştı. Ebrar beklemediği tepki ile karşılaşınca kalakalmıştı.

“Az bile demişsin kızım.”

“E-efendim?”

“Tabi ya az bile demişsin. Tolga’yı da güzel bir şekilde savunmuşsun.”

“Ama onu çok üzüyorum.”

Süleyman Bey bir eliyle sakalını sıvazlayıp duruşunu dikleştirdi ve gözlerini Ebrar’a dikti.

“Tabi ki de üzeceksin. Her ilişkide ya kız ya da erkek muhakkak biri diğerini daha fazla üzer. Önemli olan sonucunda ne derece kenetlenmeniz.”

“Ya kenetlenemiyorsak Süleyman Amca?”

“Sen ne dediğini duyuyor musun Ebrar?”

Ebrar endişeyle dudaklarını ısırdığında bakışlarını Süleyman Bey’den kaçırmaya çalıştı.

“Ben artık duygularımdan emin olamıyorum.”

Süleyman Bey oturduğu yerden kalkıp ona doğru yaklaşırken konuşmaya başladı.

“Çocuğun senin gözünün içine nasıl baktığını çok iyi görüyorum. Ve sen son zamanlarda bir hayli gerginsin. Bunun sebebini Gökmen’e bağlıyorum çünkü bir rekabet var aranızda en başından beri.”

“Ama Tolga Gökmen hakkında yanlış şeyler düşünüyor.”

“Ne gibi? Seni kaybetmek gibi mi?”

Ebrar başını çekinerek salladığında Süleyman Bey bir elini omzuna koyup hafifçe sıktı.

“Bu çocuk deli nedense kendimi görüyorum onda. Kıskanıyor kızım seni gayet normal böyle düşünmesi. Ayrıca duyduğum haberlere göre sen hiç Gökmen’den bahsetmemişsin ona.”

“Sana kim-“

“Kuşlar söyledi.”

Ebrar alıngan bir bakış attığında gülümsedi.

“Kafan karışık bu aralar bu yüzden Tolga ile alakalı çoğu şeye olmayacak gözüyle bakıyor olabilirsin. Evlilik mevzusunu da büyütme. Bırak annenler gitsin o zaman biz kendi aramızda yaparız sizin düğününüzü. Sıkma canını kızım sen.”

Ebrar duyduklarıyla kendini ağlamamak için sıkarken sadece başını olur anlamında sallamakla yetindi. Süleyman Bey yanına oturup elini tuttuğunda ona mahcup bir şekilde baktı.

“Şimdi Tolga ile ilişkini otur defalarca düşün. Sonunda pişman olma kızım. O çocuk seni mutlu edecek inan.”

Ebrar başını sallayıp gülümsedikten sonra kalkıp Süleyman Bey’e sarıldı.

“Teşekkür ederim. Beni anlayışla karşıladığın için. Beni dinlediğin için.”

“Ebrar sen benim kızım sayılırsın. Herkese kızım derim senin için. Beni bir baba olarak görmen bile ne kadar ruhumu okşuyor.”

Ebrar gülüp geri çekildiğinde Süleyman Bey göz kırptı.

“Hadi bakalım. Şimdi işinin başına dön.”

Ebrar oturduğu yerden kalkıp kapıya yöneldi. Çıkacağı esnada Süleyman Bey’in “Ebrar?” demesiyle duraksayıp omzunun üzerinden ona baktı.

“Efendim?”

“Unutma herkesin bir iç hesaplaşması var.”

Ebrar başını sallayıp odadan çıktıktan sonra çalışanlara son kez kolay gelsin deyip dükkandan çıktı.

Düşünecekti. Enine boyuna düşünecekti. Sonunda kendi mutluluğu için bir karar verecekti. Telefonunun titremesiyle duraksayıp elini cebine attı. Telefonu çıkartıp baktığında annesinden mesaj geldiğini gördü.

“İki gün sonra dönüyoruz.”

Telefonu cebine atıp derin bir nefes aldığı an şundan emindi. Kararı ne olursa olsun evlendiğinde ne Firdevs Hanım ne de Behçet Bey yanında olacaktı. İkisi de kendisini bir kez daha yok saymayı tercih etmişti.

ŞİMDİ KÖŞEYE SIKIŞTIN...(24)

Gökmen o gün şirkete gittiğinde kendini istemsizce kasılmış bir halde bulmuştu.  Şirkete adım attığı andan itibaren herkes duruşunu değiştir...