26 Temmuz 2018 Perşembe

HAT KARIŞIKLIĞI(20)

Herkes kendi içinde şaşkınlığı ayrı doruk noktalarında yaşarken düşen bardak sesiyle Gökçe özür dileyerek önüne döndü. Gerginlikten etkilenmeden ve bardağın kırılmasını umursamadan, Arslan Bey’e dönen Ebrar’ın annesi elini uzatıp bekledi. Gökçe’yi yok sayıyordu kısmen. Ebrar, sakin fakat uyarır bir tarzda “Anne.” dediğinde annesinin nihayet kendine dönen bakışlarına karşılık başını olumsuz anlamda salladı. Gözlerindeki kırgınlığı fark etmesini bekledi... Beklediği gibi olmadı.

Bazen tek bir saniye, sadece bir saniye insan karşısındaki insanın kendisini anlamasını isterdi. Ebrar’ın da şu an istediği sadece buydu ama nafileydi. Annesi tek kaşını kaldırıp bir kendisine bir Arslan Bey’e baktı. Yanlışlık mı oldu diyerek içten içe kendince konuşsa da duruşundan taviz vermedi. Arslan Bey oturduğu yerden kalkıp Gökçe’ye bakıp boğazını temizledikten sonra kadına döndü. Gökçe özellikle babasının ne yapacağını bekliyordu.

O esnada içeriye Gökmen’in girmesiyle Nehir elini alnına vurup Ebrar’a telaşlı bir bakış attı. Ebrar annesine dikkatle bakarken Arslan Bey’in annesine döndüğünü görmüyordu bile. Arslan Bey konuşmaya başladığında anne kızın bakışları ona döndü.

“Sanırım ortada bir-“

“Baba.”

Gökmen’in seslenmesiyle Arslan bey duraksadı.

“Gökmen.”

Arslan Bey’in baktığı yere kadın omzunun üzerinden bir bakış attıktan sonra Ebrar’a döndü.

“Adı Tolga sanıyordum. Yoksa başka bir kardeşi daha mı vardı Ebrar?”

Nehir Gökmen’e ısrarla bakıp susması için işaret ederken, Gökmen babasının yanında kendisine bakan kadına kısaca bir bakış attı. Kadının kendisine baktığını fark ettiğinde, gözlerini ondan kaçırıp ardında duran Ebrar’ı fark ettiğinde yutkunmamaya çalıştı. Gözlerinde fark ettiği kırgınlık onun bir an dikkatinin bozulmasına sebep olsa da hafifçe boğazını temizledi. Kadının kurduğu cümleyi tam duyamamıştı.
Ebrar annesine “Hayır.” diyerek Gökmen’e baktı. Gökçe bir şey dese tamamen olay çıkılmaz hale dönebilirdi. Annesi bir şey demek için ağzını açtığında konuşmaya başladı.

“Anne bir dakika benimle gelir misin?”

Kadın Arslan Bey’e bakıp gülümsedikten sonra Ebrar’a döndü.

“Tabi.”

Ebrar annesine çıkışı gösterdi. Arslan Bey’e bakıp mahcup bir şekilde dudaklarını kıpırdatıp özür dilerken dudaklarının titremesine engel olmaya çalıştı. Arslan Bey anlayışla başını salladıktan sonra Gökçe’ye baktı.

“Abine bir şey söyleme.”

Gökçe derin bir nefes alıp bakışlarını yere indirdi. Ebrar ve annesi kafeden çıktıktan sonra Gökmen yanlarına geldi.

“Ortada garip bir durum mu var bana mı öyle geliyor?”

Arslan Bey alay edercesine gülüp başını sağa sola sallarken dışarıya kısa bir bakış attı. Ebrar’ın yüz ifadesindeki hüzün canını sıkmıştı. Gökmen’e dönüp “Sana öyle geliyor.” diyip Gökçe’ye döndü.

“Değil mi Gökçe?”

Gökçe babasını onaylarken dışarıya bakıyordu. Gökmen “Ebrar’ın yanındaki kim?” diye sorduğunda Gökçe “Annesi.” diye karşılık verdi.

Nehir bir ileri, bir geri volta atarken kadının hareketlerini düşündü. Bir insan bu kadar kendini bilmez olmamalı diye düşündü. Ebrar’ı düşürdüğü konumun farkında bile değildi. Az ilerisinde kalan üçlüye baktığında dışarıya baktıklarını fark etti. Ebrar ve annesine bakıyor olmalılar diye düşündü. Başını sağa sola sallayıp sakin kalmaya çalıştı. Bir müşterinin kendisine seslenmesiyle gülümsemeye çalıştı ve adımlarını müşteriye yönlendirdi.
Ebrar annesiyle dışarıda dururken kimsenin farkında değildi. Gözlerine dolan yaşları yok saymaya çalıştı.

“Ne yapıyorsun?”

“Ebrar?”

“Anne ne yapmaya çalışıyorsun?”

“Ben sadece-“

Ebrar başını sağa sola sallayıp etrafa kısa bir bakış attı.

“Babam nerede?”

“Otelde.”

Alay edercesine gülen Ebrar başını salladı. Buraya gelme tenezzülünde bile bulunmadı yani diyerek iç geçirdi. Tolga ile doğru dürüst tanışmamışlardı bile keza ailesiyle de. Şimdi içeride rezil olduğu insanlara karşı ne diyeceğini bilemiyordu. Annesinin kendisine merakla bakması sinirlerini daha fazla bozuyordu.

“Neden şimdi?”

“Ne neden?”

“Geldiniz?”

“Gelme durumumuz olacağını en son konuşmamızda söylediğimi sanıyordum. Hani şu yapamadığınız evlilik-“

“Evet, tabii ama evlilik falan yok.”

Annesi kendisine acıyarak bir bakış atıp ellerini yüzüne getirdi.

“Ah ayrıldınız mı? Neden bahsetmedin?”

Ebrar daha fazla kendini tutamayarak gözyaşlarını serbest bıraktı. Annesinin elinden kendini uzaklaştırırken nefesini sabit tutmaya çalışıyordu.

“Neden bahsetmedim! Bir düşünsene anne neden?”

Annesi kaşlarını kaldırıp başını sağa sola sallarken etrafa baktı. Birkaç kişi dükkanlarından çıkmış kendilerine bakıyorlardı.

“Ebrar bizi rezil ediyorsun sakin ol.”

Ebrar eliyle gözünden akan yaşı silerken küçük bir kız çocuğu annesinin arkasında duruyor ve ona dikkatle bakıyordu. Hiç fark edilmemişti annesi tarafından hep arkasında kalmıştı, tıpkı şu an kendisine bakan küçük hayali Ebrar gibi...

“Neden beni hiç görmek istemediniz.”

Annesi uyarır bir tonda “Ebrar.” dediğinde gözünden akan yaşı son kez silip derin bir nefes alıp verdi.

“Haklısın anne rezil ediyorum bizi.”

Annesi bir şey demek için ağzını açmaya kalktığında Ebrar’ın kelimesiyle afalladı.

“Git.”

“Ne?”

“Anne gider misin?”

“Ebrar neler oluyor?”

“Kafeyi kapattıktan sonra otelinize gelirim ve konuşuruz ama şimdi gitmeni istiyorum.”

Bir süre sessizce kızını inceledikten sonra “Tamam.” dedi ve sarılmak için bir adım attığında Ebrar hiçbir tepki vermedi. Olduğu yerde durup sarılmaktan vazgeçti.

“O zaman daha sonra görüşürüz. Otelin adını ve yerini mesaj atarım.”

Ebrar, hiçbir şey demeden öylece yüzüne baktı. Annesi arkasını dönüp giderken yanındaki sandalyeyi çekti ve oturdu.

“Ebrar.”

Arkasında durup kendisine seslenen Güzin Hanım’a omzunun üzerinden kısa bir bakış attı.

“Efendim.”

“İyi misin?”

“Bilmem, nasıl görünüyorum.”

Güzin Hanım karşısına geçip oturdu.

“Annen miydi?”

Ebrar, dudaklarının titremesini engellemeye çalıştı. Açılışına bile gelmemişlerdi. Kimse tanımıyordu annesiyle babasını. Utanarak bakışlarını yere indirdi. Uzanıp ellerini tutan Güzin Hanım buruk bir gülümsemeyle Ebrar’a baktı.

“Sen her zaman olduğun gibi görünen bir kız oldun bize karşı, ama şu an görüyorum ki senin zayıf noktan ailen... Tamamen dağıldın.”

Ebrar dudaklarını ısırıp Güzin Hanım’a baktı.

“Bazı şeyler zoruma gidiyor.”

Güzin Hanım anlayışla başını salladı.

“Emin ol, her insanın hayatında bir tane ya da daha fazla zoruna giden olay, olaylar vardır. Önemli olan onları ne derece sağlam atlattığıdır.”

Ebrar başını sağa sola salladı.

“Sağlam atlatılmıyor.”

“Ebrar sen değil misin bizim Kadir’e kafa tutan. Kendinden emin güçlü ve sağlam.”

“Benim.”

“Eee.”

“Ama insan her ne kadar sağlam dursa da bir hareketine yenik düştüğü insanlar oluyor.”

Güzin Hanım ona hak verip gülümsedi. Ebrar’da hafifçe gülümsediğinde Güzin Hanım fark ettiği müşteriyle apar topar ayağa kalktı.

“Müsaadenle müşteri geldi.”

“Sorun yok Güzin abla. Kolay gelsin.”

Güzin Hanım’ın ardından bakıp önüne döndü. Annesi anlamak için çabalamıyordu. Evlilik yok dediğinde acıyarak bakmasını gözünün önünden silemiyordu. Tolga aklına geldiğinde cebinden telefonu çıkardı ve direk onu aradı. Normalde telefonunu hemen açarken bu sefer uzun süre beklemişti.

“Efendim Ebrar.”

“Tolga bankada işin bitti mi?”

“Evet şimdi çıktım.”

“Ben kafeyi kapattıktan sonra seninle görüşebilir miyiz?”

“Tabi. Görüşebiliriz. Sesin kötü geliyor, sorun ne?”

“Yüz yüze konuşsak daha iyi.”

“Ebrar.”

“Efendim.”

“Özledim.”

Ebrar gözlerini kapayıp başını gökyüzüne çevirdi. Tolga aldığı sessizlikle sertçe yutkundu.

“Özür dilerim.”

Ebrar’dan gelen tepkiyle duraksadı.

“Ne için?”

“En son olan olaylardan dolayı ve daha sonra seninle doğru düzgün konuşamadığım için özür dilerim.”

“Ebrar.”

“Efendim.”

“Özür dilerim, bende bencilce davrandım. Kafeyi kapattığında haber ver hemen gelirim.”

“Tamam görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

Daha sonra telefonu kapatan Ebrar Tolga’nın “Sevgilim.” demesini bile duymadı.


Kafeden çıkan Gökmen, Gökçe ve Arslan Bey kendisine bakarken duruşunu dikleştirip iyi gözükmeye çalıştı. Oturduğu yerden kalkıp onlara doğru ilerlerken Arslan Bey Gökçe ve Gökmen’e dönüp bir şeyler dedi. İki kardeş karşıya geçerken Arslan Bey Ebrar’a baktı. Ebrar’ın bir şey demesine fırsat vermeden söze başladı.

“Sorun yok kızım.”

“Ben özür dilerim annem adına.”

“Dediğim gibi sorun yok. Sevgilinin babası sandı.”

Arslan Bey bir yandan içten içe “keşke öyle olsaydı.” diye geçirirken Ebrar’a gülümsedi. Gözlerindeki kızarıklığı fark ettiğinde içi sıkıldı. Ebrar’ın yüzünün asılmasından hoşlanmamıştı.

“Konuşmak istersen çok iyi bir dinleyicimdir.”

“Teşekkür ederim Arslan Bey.”
Arslan Bey bir elini koluna koyup sıvazladıktan sonra gülümsedi ve karşıya geçmek için hareketlendi.

“Görüşürüz.”

Ebrar gülümseyip “Görüşürüz.” diye mırıldandıktan sonra kafeden içeri girdi. Tolga ile bu akşam otele gitmeden önce konuşacaktı. Ne konuşacağını tam kestiremiyor ama bazı şeylere kesinlik getirmesi gerektiğini biliyordu. Nehir müşteriden hesabı alırken Ebrar’ı fark ettiğinde son kez müşteriye bakıp “İyi günler.” dedi ve hızla Ebrar’ın yanına geldi.

“Garip bir karşılaşma oldu.”

Ebrar başını salladıktan sonra kasanın olduğu tarafa geçti.

“Garip ve utanç verici.”

Nehir sessiz kaldığında bakışlarını Nehir’e çevirdi.

“Sen geldiğini görmedin mi?”

“Aslında gördüm, hatta yardımcı olmaya çalıştım ama kendisi beni görmezden geldi.”

Ebrar sinirle gülüp önüne döndü.

“Her zaman ki Firdevs Çakır.”

Nehir kaşlarını kaldırıp Ebrar’ın cümlesiyle duraksadı. Ebrar tekrardan kendisine baktığında başını olumsuz anlamda salladı.

“Ne var biliyor musun Nehir. Yine beni anlamadı. Yine beni kırdı, ve ben yine görünmedim.”

Nehir aklına kendi ailesini getirdi. Onlar hep onunla ayrıca ilgilenmişlerdi. Hoş o şu an onları okula gidiyorum diye kandırsa da gitmediğini öğrendiklerinde çok kırılırlardı ve kendilerini suçlamaya geçerlerdi. Ebrar’ın ailesi ise hep aynıydı ona göre. Görünmez. Var ile yok arası. Ebrar’la hiçbir şekilde ilgilenmeyen. Ve Ebrar’ın onlara ihtiyacı olduğunu hep görmezden gelen...



Gökmen, Gökçe ve Göker ile beraber kafeyi kapatmaya koyulduğunda Arslan Bey onları beklemekle meşguldü. Gökçe, Ebrar’ın kafesinde olanlara anlam veremiyor, aklında bir şekilde toparlamaya çalışıyordu. Babasıyla akşam evde konuşmak istiyordu. Gökmen’in sorularından itinayla kaçınıyor bir şey söylememeye çalışıyordu. Göker ikili arasındaki garipliği fark ettiğinde sessiz ortamda kahkaha attı. Gökmen tek kaşını kaldırıp ne yapıyorsun dercesine bakış attığında Göker dudaklarını büzüp “Hiiç, hiçbir şey siz ne yapıyorsunuz?” diye karşılık verdi. Gökçe başını olumsuz anlamda sallayıp dışarı çıktı. Babasına doğru ilerledi. Arslan Bey kendisini fark ettiğinde sanki karşı kafede hiçbir şey olmamış gibi gülümsüyordu.

“Yapma baba, hiçbir şey olmamış gibi davranma bana karşı.”

“Bizi ilgilendiren bir mesele yok.”

“Kadın seni dünürü sandı.”

“Evet.”

“Bu saçmalık.”

Arslan Bey elini kızının omzuna attı.

“Akşam evde konuşalım mı bu konuyu?”

“Bende öyle düşünüyorum ama senin soğukkanlı duruşun beni geriyor.”

Arslan Bey oğullarının yaklaştığını fark ettiğinde Gökçe’ye kısa bir bakış atıp arabaya bindi. Gökçe’de yanına bindiğinde Göker arka tarafa oturmuştu. Gökmen arabanın camına elini yaslayıp başını babasına doğru eğdi.

“Siz gidin ben de eve geçerim.”

“Oğlum yemeğe gelseydin.”

“Yok baba sağ ol, size afiyet olsun.”

“Eh peki madem,” diyerek arabayı çalıştıran Arslan Bey el sallayarak uzaklaştı.
Gökmen giden arabanın gözden kaybolmasını bekledi bir süre. Daha sonra karşı kafeye bir bakış attı.

Onlar da kapanma hazırlıklarına geçmişlerdi. Adımlarını o tarafa çevirdi.
Nehir kendisini fark ettiğinde hafifçe gülümsedi. Karşılığında buruk bir gülümseme aldı Nehir’den.

“Sorun ne?”

“Çok mu belli.”

“Biraz.”

Ebrar’ı gördüğünde Gökmen’e bakışlarıyla onu işaret etti.

“Annesi gelmiş.”

“Evet.”

“Ama ona karşı kırgınlığı var galiba.”

Nehir Gökmen’in kurduğu cümleyle bir anlığına duraksadı. Ebrar’ın yaklaştığını fark ettiğinde konuyu değiştirdi.

“Baban bugün buraya geldi.”

“Evet, Ebrar’a karşı bir sempatisi var. Gelmek istedi.”

Ebrar yanlarında durduğunda “Her zaman beklerim.” diyerek konuya giriş yaptı.
Gökmen kısaca kendisine baktı. Lafı dolandırmadan gözlerinin içine bakarak tepkisini gösterdi.

“İyi değilsin.”

Ebrar tepkisini olumsuz bir şekilde karşılamadı.

“Olabilir.”

Gökmen, Nehir’e kısa bir bakış atıp tekrardan Ebrar’a döndü.

“Sebebi annen mi? Yani biliyorum aslında beni ilgilendirmiyor, kızabilirsin en doğal hakkın ama bugün gözlerinde gördüğüm kırgınlık-“

“Gökmen lütfen susar mısın?”

Nehir ikisi arasında bakışlarını gezdirirken Gökmen’in Ebrar’a karşı anlayışı karşısında şaşkındı.

“Tamam. Ama konuşmak istersen yani ya da tartışabilirsin fark etmez. Biliyorsun karşıdayım.”

Kafeyi işaret edip güldüğünde Ebrar’da gülümsedi. Nehir boğazını temizlediğinde Gökmen ikiliye veda edip hızla uzaklaştı.
Nehir ile baş başa kaldıklarında Ebrar çantasından telefonu çıkarttı. Tolga’yı arayıp çıktığını belirtti.

“Aranız nasıl?”

Ebrar sokağa bir bakış atıp Nehir’e döndü.

“Aslında bilmiyorum. Biliyorsun en son sen yanımdayken telefonda bir konuşmamız olmuştu. Ama dahası olmadı. Bugün ki mevzu ayrı, annemin ve babamın gelmesinden haberinin olması lazım ve onunla konuşmam lazım. Yüz yüze geldiğimizde daha iyi konuyu toparlarım sanırım.”

“Aynen öyle rahatla sıkma canını. Hem bir bakarsın daha iyi olursunuz.”

Az önce Gökmen ile aralarında oluşan konuşmayı göz ardı etmeye çalışarak dikkatle Ebrar’a baktı. Tek bir an acaba diye düşündü. Acaba Tolga doğru kişi mi? Ebrar kendisine döndüğünde gülümsedi. Her ne olursa olsun herkes için en iyisi olmalı diye düşünerek konuyu kapattı. Ebrar’la vedalaşıp evine doğru yürümeye başladı. Ardında bıraktığı Ebrar derin bir nefes alıp verdi. Annesinden telefonuna gelen mesaja kısa bir bakış attı. Otelin adı ve adresi yazılıydı dediği gibi, ek olarak bir not daha vardı.

Baban hala yorgunluğu üstünden atamamış erken gelmeye çalışırsan seviniriz.
Başını olumsuz anlamda sallayıp arabasına doğru yürüdü. Tolga sokağın başında göründüğünde durdu. Heyecan yoktu.  Midesinde kasılma ya da ona benzer bir şey yoktu. Onu görmemiş olduğu günlerden sonra, gördüğü anda hissedilmesi gereken bir özlemi yoktu. Sadece onun ne hissettiği hakkında düşüncesi vardı. Tolga dibine gelip sarıldığında karşılık verdi. Onun kalbinin atışını hissedebiliyordu. Ama kendisinde herhangi bir değişiklik yoktu. Tolga geri çekilip gülümsediğinde beceriksizce gülümsemeye çalıştı.

“Bir yere gidip oturalım mı biraz?”

Tolga, Ebrar’dan teklifle elini saçlarının arasından geçirirken göz kırptı ardından başını olumlu anlamda salladı.

“Olur.”

Ebrar arabanın kilidini açarken Tolga diğer tarafa geçti.

“Ebrar?”

“Efendim.”

“Ne konuşacağız?”

Ebrar arabaya binip kemerini takarken Tolga’da aynı işlemi gerçekleştirdi. Anahtarı kontağa takıp arabayı çalıştıran Ebrar kendisine yandan bir bakış atıp önüne döndü.

“İkimizi ve ailemi.”

Tolga afallasa da belli etmemeye çalıştı. Boğazına oturan yumruyla baş etmek için çabaladı.  Sessiz geçen bir yolculuktan sonra otele yakın bir kafeye gittiler. Ebrar kendinden emin tavırlar sergilerken Tolga tavırlarından bir şeyler çözmeye çalışıyordu. Nihayet Ebrar’ın bakışları kendisine döndüğünde sertçe yutkundu.

“Annem ve babam gelmiş.”

Kaşlarını merakla kaldırıp sessizliğini bozmamayı tercih etti Tolga. Ebrar devam edecekti konuşmasına ve araya girmemesi gerektiğini hissetti.

“Bugün aniden dükkana geldi annem. Ben de o zaman öğrendim. Seninle ve ailenle tanışma gibi bir tavır sergilemedikleri için bir yanlış anlaşılmaya sebep oldu ve ben rezil oldum. Her neyse gelmelerinin sebebi bizim evliliğimiz...”

Tolga oturduğu yerde öne doğru eğilerek Ebrar’a yaklaştı.

“Doğru duydun, yani en son telefon konuşmamızda hala evlenemedik diye fırça yedim ve geçmiş senin karşına bunları açık açık söylüyorum. Çünkü saklamak istemiyorum. Çünkü beni anlamıyorlar. Beni anladığını hissetmek istiyorum.”

Tolga masada duran elini tutup gülümsedi. Ebrar elini tutup kendisine sevgiyle bakan adama dürüst olması gerektiğini biliyordu. Ne kendisini ne de onu kandırmak ikisinin faydasına olacak bir şey değildi. Ardından annesine kurduğu cümleyi Tolga’ya söyledi.

“Ben anneme evlilik yok dedim Tolga.”

Tolga duyduğu cümleyle balyoz yediğini hissetti. Ebrar gözlerini büyütüp ellerini ondan çekerken aceleyle konuşmaya başladı.

“Yani şöyle sırf ondan dolayı geldikleri için o an onu söyledim sinirimden... O da ayrıldığımız kanısına vardı doğal olarak tabi... Ama son zamanlarda yaşadıklarımızı düşündüğümüzde atlatabileceğimizden emin olamıyorum.”

Tolga, Ebrar’a hak vermeye çalışıyor kendi terazisini bir kenara koymaya çalışıyordu. Sinirden söylediği bir cümlenin gerçeklik olgusu bir kez daha yıkıyor ve Ebrar bunu fark etmiyordu. Toparlamaya çalışırken dedikleri ise sadece içi boş anlamsız kelimeler olarak geliyordu. Boğazına oturan yumruyu yok saymaya çalışarak konuşmak için derin bir nefes aldı.

“Pekala... Sen ne istiyorsun Ebrar?”

“Onlarla tanışmanı istiyorum.”

Ebrar kurduğu cümleyle yüz ifadesinin alakasız olduğunun farkında değilken Tolga tek kaşını kaldırıp onu inceliyordu.

“Bak ben atlatabileceğimizi düşünüyorum... Yani ben bir umuda sarılıyorum ve onlarla tanışmamı gerçekten istiyorsan tanışırım. Bana kırıcı tarzda davransalar bile senin için alttan alırım. Ben ikimizin mutluluğu için her şeyi yaparım.”

Ebrar bir elini çenesine yaslayıp Tolga’ya bakarken ona daha ne kadar haksızlık edebileceğini düşündü. Adam kendisini seviyorken onda yaprak kıpırdamıyordu. Yine de Ebrar’ı düşünüyordu. Tartışmıyordu bile. Sakince çözümler üretiyordu. Dolan gözlerini Tolga’dan kaçırırken bunca zaman ona yaptığı haksızlıklardan utanç duyuyordu. Onun gibi bir umuda mı sarılmalıydı bilemiyordu. Tolga çenesinden tutup kendisine bakması için yüzünü çevirdiğinde gözünden bir damla yaş süzüldü.

“Ebrar, biz seninle çok iyiyiz. Evet son zamanlarda olur olmadık sebeplerden dolayı uzaklaştık ama benim inancım var bazı şeylere senden sadece hemen kestirip atmanı istemiyorum.”

Ebrar başını onaylar anlamda salladığında Tolga konuşmaya devam etti.

“Ve ben seni anlamaya çalışıyorum. Bu yüzden fazla üstüne gelmiyorum, düşüncelerinden emin ol diye uğraşıyorum. Aramıza koyduğun mesafe sonucunda daha iyi birbirimize bağlanacaksak katlanıyorum.”

Ebrar başını sallayıp oturduğu yerden kalkmak için hareketlendiğinde “Gidelim.” dedi. Tolga ayaklanıp onun ardından çıkarken ilerideki otele doğru yürümeye başladılar. Tolga otelin önünde duran Ebrar’a yandan bir bakış attı.

“Evde olurlar sanmıştım.”

“Ben de öyle düşünüyordum ama gerisini sen düşün otelde kalmayı tercih etmişler.”

Ebrar derin bir nefes alıp elini Tolga’ya uzattı. Tolga tereddüt etmeden elini tuttuğunda içeri girdiler. Annesine geldiğini belirten bir mesaj attığında lobide oturduklarını öğrendi ve lobiye yöneldiler. Babası arkası dönük oturuyordu. Annesi kendisini fark ettiğinde bakışlarını elini tutan Tolga’ya çevirip kısaca süzdü. Babası annesinin bakışlarındaki değişimi fark ettiğinde omzunun üzerinden onlara kısa bir bakış atıp ayağa kalktı. İş kolikliğinden üzerinde kalan bir davranış ve ciddiyet ifadesi yine üzerindeydi. Kızına karşı bile...

“Hoş geldiniz baba.”

“Hoş bulduk Ebrar. Siz de hoşgeldiniz. Buyrun geçin oturun.”

Tolga’ya kısa bir bakış atıp elini uzattı.

“Hoş geldin.”

“Hoş bulduk efendim siz de hoş geldiniz.”

Babası memnun bir ifadeyle başını sallarken Tolga Ebrar’ın karşısına geçip oturdu. Annesi ile selamlaşmayı da ihmal etmedi. Masada geçen kısa bir sessizliğin ardından annesi hafifçe öksürdü.

“Bana evlilik yok demiştin?”

“Ayrıldığımızı söylemedim ve evet şu an için evlilik yok.”

“Bu durum fazla uzamadı mı kızım?”

Babasının sorusuyla Ebrar Tolga’ya kısa bir bakış attı.

“Her şeyin usulüne göre olmasını isteyen benim ama sizin için bu önemsiz gibi duruyor.”

Annesi önündeki kahveden bir yudum aldıktan sonra geriye yaslandı.

“Bizimle fikirlerini paylaşmıyorsun.”

“Fikirlerimi sormuyorsunuz.”

“Tamam o zaman fikirlerin ne?”

Alay edercesine gülüp annesine baktı daha sonra babasına döndü.

“Bunu sormak için çok geç kalmadınız mı?”

“Hala değiştirilme şansı olan şeyler varsa geç kalınmış sayılmaz.”

“Şans olduğunu düşünüyor musun baba?”
Babası rahat bir tavırla kendisine bakıp göz kırptı. Ardından Tolga’ya döndü.

“Ailenle tanıştıracak mısın bizi?”

Tolga oturduğu andan itibaren gergin olan ortamda sıra kendisine gelince irkilip Ebrar’a baktı. Ebrar kendisine olumsuzca başını salladığında kendisinden cevap bekleyen babasına döndü.

“Bu aralar konuşmadım, müsaitler mi pek bilemiyorum.”

“Anladım o zaman gidene kadar ayarlayabilirsen sevinirim.”

“Tabii.”

“Sen ne işle ilgileniyorsun Tolga?”

Firdevs Hanımdan gelen soruyla bakışlarını o tarafa çevirdi.

“Bankacıyım.”

Firdevs Hanımın yüzünden memnun olmamış bir ifade geçtiğinde Ebrar derin bir nefes alıp verdi. Tolga’yı kıracak herhangi bir cümle kurmasını istemiyordu. Bakışları babasına döndüğünde babası elini çenesine koymuş Tolga’yı süzüyordu. Kızının bir bankacıda ne bulduğunu düşünüyordu. Saygın aile dostlarından birinin oğluyla karşılarına gelmemiş apayrı bir adam çıkarmıştı karşılarına. Ebrar’a döndüğünde göz göze geldi.

“Emin misin?”

“Anlamadım baba.”

“Birbirinizi idare edebilecek misiniz?”

Ebrar çantasını alıp ayağa kalkarken Tolga’ya baktı.

“Nereye Ebrar otur şuraya.”

Annesinden gelen ikaz dolu cümleyi duymamazlıktan geldi.

“Tolga bana biraz müsaade eder misin? Hemen geliyorum.”

Tolga annesine ve babasına dönüp iyi akşamlar dedikten sonra çıkışa yöneldi. Ebrar gittiğinden emin olduktan sonra annesine ve babasına dönüp elini masaya koydu. Bakışlarını önce babasına dikti. Gözlerinin kızarmasını şu durumda istemiyordu.

“Özür dilerim Behçet Çakır. Size layık bir kız çocuğu olamadım. Hep işlerinizle ilgilendiğiniz için beni idare edebilecek kişi nasıl olur diye sizinle vakit geçiremedim, öğrenemedim çünkü rol modelim olmanız lazımken işçilerine gösterdiği muameleyi gösteren bir baba modeli oldunuz. Bana hiç vakit ayırmadınız. Ne istediğimi sormadınız. Beni görmediniz. İstediğiniz kalıplara da ben sığmak istemedim.”
Behçet Bey sakince kendisine bakarken boğazını temizledi.

“Ebrar-“

“Lütfen Behçet Bey. Bu saate kadar anlamak istemediniz, bu saatten sonra anlamasanız da olur. Ben beni anlayacağınızdan emin değilim.”

Annesinin “Ebrar kendine gel neler diyorsun o senin baban!” demesiyle annesine döndü.

“Kimlikte anne ve baba adı yerinde ismi yazılı olan kişilerden ibaretsiniz. Daha fazlası yok. Neden? Çünkü beni istemediniz hiçbir zaman. Size göre ayak bağı oldum hep. Tolga’yı beğenmediniz neden? Bankacı... Bir patron değil ya da bir şirket sahibi. Bana diyorsunuz ki birbirinizi idare edebilecek misiniz? Ben sizden bir yardım talep etmeden bir kafe açtım. Gelmediniz. Kendim ayaklarımın üzerinde nasıl duruyorum. Görmek istemediniz! Beni idare edebilecek kişi sizdiniz. Siz de beceremediniz. Lütfen. Daha fazla sizin tarafınızdan kırılmak istemiyorum.”

Cevaplarını beklemeden arkasını dönüp çıkışa doğru ilerlerken tuttuğu gözyaşını serbest bıraktı. Elinin tersiyle akan gözyaşını sildi. Yıllardır içinde tuttuğu kırgınlığı dile getirmişti. Kırılmış olmalarını düşünemiyordu. Çünkü onlar yıllarca onun kırıklarını tamir bile etmemişlerdi. Kendisine bakan insanlara karşı kısa bir bakış atıp önüne döndü. Ne düşünüyorlardı hakkında umursamadı. Dışarda kendisine merakla bakan bir çift göz ile göz göze denk geldiğinde gülümsemeye çalıştı. İyi olacaktı. Olmalıydı. Çünkü yeryüzünde insan üzerine yapışmış kalıcı bir kalıp iyi olmaktı...

19 Temmuz 2018 Perşembe

YANLIŞ ANLAŞILMA(19)

Ortalık durgun gözükürken iki kafe de her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu. Ve asıl sorun kimse birbirini anlamıyordu ya da bir alternatif olarak anlamak istemiyordu.

Ebrar, Nehir’e olumsuzca başını sallarken Nehir suçunu kabullenmiş bir şekilde dudaklarını kemiriyordu. Akşamüstü müşteriler yavaş yavaş azalırken ikili durum değerlendirmesi yapmaktan kaçınıyordu özellikle.  Ebrar Nehir’i daha da korkutmak istemiyor ama bir yandan doz aşımını verdiğine emin olamıyordu. Nehir, Erdem’in ne yaptığını merak ediyor, bir kavgaya daha karışıp karışmadığını sorguluyordu beyninde.  Bir müşteriyi daha yolcu ettikten sonra ellerini arkasında birleştirerek Ebrar’a mahcup bir şekilde bakış attı.

“Cidden hiç yapmamam gereken bir şeydi.”

“Ama yaptın.”

“Ay ama biliyor sandım.”

Ebrar elindeki kalemi bir kenara bırakıp tezgaha ellerini koyup Nehir’e doğru eğildi.

“Biliyor sanmış olsan dahi karşındaki kişi Zümrüt’tü. Erdem’in en haz etmediği kişi yanlış mıyım?”

“Haklısın.”

Ebrar başını onaylarcasına sallayıp “Bende öyle düşünmüştüm.” dedi ve bıraktığı kalemi alıp siparişlerin tutan hesaplarını temiz bir listeye geçirmeye devam etti. Kapının açılıp yeni bir müşterinin gelmesiyle Ebrar Nehir’e kısa bir bakış attı.

“Müşteri.”

Nehir başını sallayıp müşteriye doğru döndü hafif bir tebessümle.

“Hoşgeldiniz.”



Karşı kafede Göker Gökçe’ye niye geldin bakışları atıyorken karşılarında babası ve abisi oturmuş iş konuşuyorlardı.
Gökçe sürekli sokağa bakıyor, Erdem’in yüzünün nasıl o hale geldiğini merak ediyordu. Eli boynundaki kolyeye gidiyor onu çekiştiriyor sıkıntıyla nefes alıp veriyordu.

“Yeter kızım yeter. Kolyeyi kopartacaksın.”

Göker’in ikazıyla duraksayıp ondan tarafa döndü.

“Uff uğraşma benimle Göker, havamda değilim.”

Göker tek kaşını kaldırıp ona doğru eğildi ve sessizce konuşmaya başladı.

“Salaksın kızım sen. Abim sana mis gibi izin vermişti. Ne diye geliyorsun ki?”

Gökçe gözlerini kısıp Göker’in konuşmasının bitmesini beklerken Gökmen ikiliye yandan bir bakış atıp babasına döndü.

“Çünkü canım gelmek istedi çok sayın geri zekalı. Zaten giderim birazdan.”

Göker geriye doğru yaslanırken gelen müşteriyle oturduğu yerden kalktı ve hızlı adımlarını müşteriye yönlendirdi. Gökçe gelen müşteriye kısaca bakıp gözlerini devirdi. Yaşına göre oldukça abartılı bir şekilde giyinmiş ve Göker’in kendisiyle ilgilenmesiyle yapmacık bir şekilde konuşmaya başlamıştı. Gökçe midesinin bir an bulandığını hissetti. Ah bu kızlar ille de tipe göre kendini basitleştirmek zorunda mı? diye sordu kendi kendine. Kıza tekrardan kısa bir bakış attığında kahkahasını işitti ve kulaklarını tıkama ihtiyacı hissetti. Babası bile rahatsız olmuştu o an. Bir kızın bu derece rahat tavır sergilemesini uygun bulmazdı. Ona göre her şey dozunda olmalıydı. Kendisine dönen bakışları hissettiğinde babasıyla göz göze geldi ve tebessüm etti.

Arslan bey kızıyla gurur duydu o esnada içten içe. Oldukça hanım hanımcık büyümüştü. Abilerine karşı cadı ama dışarıya karşı olgun hareketleriyle biricik prensesiydi. Gökmen o esnada önündeki dosyaya ciddi bir şekilde bakış atmış kızı tamamen duymamazlıktan gelmişti. Oğluna bakıp hafifçe öksürdü. Gökmen kendisine döndüğünde “Ne düşünüyorsun?” diye sordu.

“Duru ile konuşmam gereken bazı durumlar var.”

“Ne gibi?”

“İçine sinmeyen bazı şeyler varmış. Hoş geçen gün şirkete uğradığımda görüşmek istemedi daha acil işleri varmış. Dosya bende de olduğu için kendim de anlayabilirmişim.”

Arslan bey güldüğünde Gökmen’de güldü.

“Dişli kız.”

“Genel müdürüne dikkat etmemiştim.”

“Senin de tanıdığın olunca iyi anlaşırsınız diye düşünmüştüm.”

“Merak etme anlaşırız. Kendisi sadece bütün işlerin sorumlusu olmaktan arada geriliyor anladığım kadarıyla. Yardımcı olacağım elimden geldiği kadarıyla.”

Arslan bey kafasını sallayıp gülerken arka tarafında kalan kafeyi işaret etti.

“Komşunla aran nasıl?”

Gökmen derin bir nefes alıp geriye doğru yaslandı.

“Durgun.”

Arslan Bey kaşlarını merakla kaldırıp kendisine doğru eğildiğinde bakışlarını kaçırdı.

“Biraz daha aç.”

“Aslında iyi ama işte günlük işler yoğunuz, sorun yok yani...” Bir süre bakışlarını boşluğa dikip cümlesini en sonunda tamamladı. “Sanırım.”

Arslan Bey başını anladım dercesine sallayıp geriye yaslandı.

Gökçe oturduğu yerden çıkışa yönelirken babasıyla abisine kapının önündeyim diyerek yanlarından ayrıldı. Göker bu arada hoşlanmadığı müşteriden uzaklaşmak için bahane arıyordu. Kız siparişi verdikten sonra Göker’i lafa tutmuş rahat bırakmamıştı. Sıkıntıyla nefes verdiğinde babası ve abisinin radarına yakalandı. Gökmen halinden memnun bir şekilde bıyık altından gülüyor, babası acıyor gibi bakıyordu. Yeni bir müşterinin içeri girmesiyle rahatladı ve kızdan müsaade isteyerek müşteriye yönlendi.



Erdem kendisini sahile atıp bir kayaya oturmuştu. Bu aralar fazlaca sınandığını hissediyordu. Nehir’e sinirleniyor, Gökçe aklına gelince kalbi kasılıyor, Zümrüt’ün davranışları gözünün önüne gelince delirecek gibi oluyordu. Gökmen’in kurduğu cümle ile Gökçe’nin yerinde sıçradığı an aklına geldiğinde ise Gökçe’nin olayı bilip bilmediğini düşünmeye başlıyordu. Derin bir nefes alıp gökyüzüne baktı.

“Dibe batacağım.”

Önüne döndüğünde güneşin akşamüzeri denizin üzerine yansıttığı renk cümbüşü gözünü kamaştırdı ve gözlerini kapadı. İnsan kendinden kaçar bazen, doğruları bildiği yanlışlardan kaçar diye kendi kendine iç savaşına başlamışken yüzüne düşen gölge ile gözlerini araladı.

“Erdem?”

“Erdem abi.”

Geçen gün sahilde öğüt verdiği küçük adaşıyla karşılamıştı.

“Yüzüne ne oldu?”

“Kaza diyelim.”

“İnanmadım.”

“Kaşındım diyelim o zaman.”

“He bak ona inanırım.”

“Niye kazaya inanmayıp kaşındığıma inanıyorsun?”

“E dürüst birisin. Dürüst oluşun birilerine yaramamış.”

Erdem şaşkınca yanında denize bakan çocuğa döndü.

“Yerleri mi değiştirdik küçük adam.”

“Bilmem.”

“Arkadaşların nerede?”

“Artık arkadaşım değiller.”

“Neden?”

“Sen daha iyi bilirsin.” dedikten sonra kendisine dönüp göz kırpan küçük Erdem’e, zorlansa da gülümsemeden edemedi.

“O zaman yeni dost edinmeye bak.”

Başını sallayıp önüne döndükten sonra ikisi de sessizce denizi izlemeye devam etti. Bir süre sonra sessizlik bozuldu.

“Abi cidden çok merak ettim anlat ya, valla bak kimseye anlatmam.”

Erdem gözlerini kısıp yandan bir bakış attıktan sonra “Tamam ama aramızda.” dedi. Genç çocuk “Aramızda söz.” dedi ve Erdem denize bakıp kendi kendine güldü.

“Burada kayalıklarda geçen gün yanımda bir kız vardı hatırlıyor musun?”

“Yengeyi mi?”

“Yok oğlum yenge değil. Başkasına aşık o.”

“E abi sana aşık değilse niye o kadar celledi?”

“Celledi?”

“Bağırdı yani.”

“Cadılığından.” Erdem güldüğünde çocuk da güldü.

“O başkasına aşık, ben de ona sanırım.”

Çocuk yüzünü buruşturup “Uff.” dediğinde Erdem tek kaşını kaldırdı.

“Ne oldu?”

“Kötü bir durum yani. Ee aşık olduğu kişiyi gördün mü hiç?”

Erdem başını olumsuz anlamda sallayıp sessiz kaldığında çocuk kaşlarını çattı.

“İyi de bir kızın sevgilisi varsa ve eğer sinir olduğu bir erkek varsa kendi adamıyla konuşturmasa bile hani bak gör dercesine muhakkak görmen için bir şeyler yapar.” Biraz düşündükten sonra başını hızla kaldırıp Erdem’e baktı.  “Yok yok abi bu kız sana aşık.”

Erdem yanındaki küçük adama başını sağa doğru eğerek baktı.

“Cidden bu saçma düşünceye inanıyor musun kendin?”

Çocuk başını sallarken Erdem tekrardan canı yansa da gülümsedi.

“Sonra ne oldu abi? Yoksa sevgilisi mi yaptı bunu? He o zaman dayak yemekten sen adamın yüzünü göremedin normal bir durum tabi.”

Erdem şaşkınca baktığında çocuk doğru tespit yapmış gibi bilmişçesine bir moda girmişti.

“Abisi dövdü.”

Çocuk duraksayıp “Nasıl ya!” diye bağırdığında Erdem araya girmemesini belirterek dün akşamı eksiksiz bir şekilde anlattı. En sonunda yüzünü gösterip “Son durum bu!” dedi.

Çocuk ağzı beş karış açılmış bir şekilde bakakalırken, Erdem içini dökmenin vermiş olduğu rahatlıkla derin bir nefes alıp gökyüzüne çevirdi bakışlarını. Gökyüzünün biraz daha kapalı rengi denize ayna olmaya başlamıştı.

“Karşılık verdin mi peki, abisine vurdun mu?”

Erdem başını olumsuzca sallayıp denize bir taş attı.

“O zaman daha da sinirlidir sana karşılık vermedin diye, haberin olsun bu dayağın bir rövanşı olur.”

Erdem çocuğun saçlarını karıştırıp güldüğünde çocuk da gülmeye başladı. Bir süre sonra gülüşmeler yavaş yavaş sona erdiğinde Erdem oturduğu yerden ayağa kalktı.

“Eve gitme vakti küçük adam kendine iyi bak.”

Çocuk kendisine bakıp başını salladığında “Sen de.” dedi. Erdem arkasını dönüp giderken birden çocuğun seslenmesiyle omzunun üzerinden çocuğa baktı.

“Erdem abi!”

“Efendim?”

“Bir daha ne zaman görüşürüz?”

Erdem tamamen ona dönüp “Bilmem.” dedi ve tekrar arkasına döndü. Çocuk arkasından bir elini ensesine atıp kaşırken Erdem’in durup ona dönmesiyle dikkatle yüzüne baktı. Erdem ona kafenin adını ve yerini söyleyip istediği zaman onu bulabileceğini belirttiğinde çocuk heyecanla ona el salladı ve tekrar vedalaştılar...

Evine geldiğinde cebindeki telefonu çıkartıp cevapsız aramalara ve mesajlara bakmaya başladı. Ebrar inada bindirmiş konuşmak için her şeyi yapmıştı anlaşılan.

“Erdem abi iyi misin? Erdem abi telefonlara cevap verir misin? Çok mu kızgınsın bize? Merak ediyorum neredesin lütfen haber ver.”

Erdem rehberde Ebrar’ı bulup aramaya koyulduğunda Ebrar bir müşteriyi yolcu ediyordu. Çalan telefonuyla müşteriye son kez el sallayıp telefonu eline aldı.

“Erdem abi nihayet!”

“Evdeyim ve iyiyim ayrıca sana kızgın değilim ama Nehir bir süre gözüme gözükmesin.”

“Tamam iletirim. Şey ee istersen yarın gelmeyebilirsin. Biraz dinlen.”

“Bu aralar beni fazla şımartıyorsun ama gerek yok, yarın yine aynı saatte görevimin başında olurum. İyi akşamlar.”

Ebrar’ın sıkıntıyla nefes vermesiyle bakışlarını tavana dikti.

“Hulk moduna geçmemi istemiyorsun değil mi?”

“Hayır.”

“O zaman şimdi beni kafana takma ve kendi sorunlarınla ilgilen. Kendinden başka birilerini düşündüğün kadar kendine vakit ayırmıyorsun be kızım.”

“Öyle mi dersin?”

“Öyle derim hadi bakalım yarın görüşürüz.”

Ebrar’ın gülüp “Görüşürüz.” demesiyle rahat bir şekilde telefonu kapattı.
Kitaplığının karşısındaki koltuğa oturup başını tekrar tavana kaldırıp bir süre gözlerini kapadı. Ebrar özellikle Tolga konusundan kaçınıyordu. Bazı şeylerle birebir yüzleşmesi gerekiyordu. Göremediği şeylerle. Kendi kendine başını olumsuz anlamda sallayıp durduğunda Gökçe belirdi zihninde. Yine mahallede yaşanan an beyninde tekrar ediyordu. Gözlerini açıp öne doğru eğildi. Dirseklerini dizine yaslayıp karşısındaki kitaplığa kısa bir bakış attı. Kitaplığın raflarında yazan cümlelere göz gezdirdi.

“Umut, her defasında yeni bir gün. Her defasında yenidendir. Yenilenendir.”
                                                       Umut GÜNER

Sesli bir şekilde “Yarın yeni bir umut başlayacak ve bitecek.” dedikten sonra gözüne takılan diğer cümleye bakakaldı.

“Bu acelemiz nedir Olric? İnsanlardan, bütün insanlardan kaçıyor muyuz?
                                                           Oğuz ATAY

Kendi kendine alay ederek gülüp başını sağa sola salladı. Çok kaçıyordu insanlardan. Kendi açıklarını birebir kitaplıktaki raf yerlerine yazmıştı. Kimisi onu daha da güçlendiriyor, kimisi kendini yargılamasına yardımcı oluyordu. Kendi adalet terazisinde acımadan yanlışlarını dile getiriyordu. Oturduğu yerden kalkıp odasına yöneldi. Daha saat geç olmamış, kafe bile daha kapanmamışken bugün belki biraz erken uyumak kendimi toparlamama yardımcı olur diye düşünerek uykunun kollarına bıraktı kendini.


Arslan bey oturduğu yerden kalkıp Gökmen ile vedalaşırken Göker yanlarına geldi.

“Baba bir şey içseydin ya nereye gidiyorsun?”

“Ben bir şey içme hakkımı karşı komşunuzda değerlendirmek istiyorum beyler. Bana müsaade.”

Gökmen alıngan bir bakış atıp ellerini cebine soktu.

“Göker dur dur. Açılışta dediğini yapmazsa olmaz. İlla oraya gidecek, kafasına koydu ya yapacak.”

Arslan Bey Gökmen’e gözlerini kısıp kısa bir bakış attıktan sonra Göker’e döndü. Gökmen babasının bu haline kahkaha atmamak için dudaklarını sıkıp arkasına döndü.

“Öyle. Abin haklı. Size kolay gelsin.”

Gökçe babasına sarılıp “Ben de eve geçeyim o zaman.” dedi. Arslan bey “Bekle beraber geçeriz.” dediğinde Gökçe önce kararsız kalıp ardından onu onaylayarak koluna girdi. Baba kız kafeden ayrılıp karşıya geçerken Gökmen arkalarından gülümseyerek bakıyordu.



Ebrar, Erdem ile mesajlaşıp ondan haber aldıktan sonra rahatlamıştı. Kafenin kapısındaki çan sesini duyduğunda bakışlarını o tarafa çevirdi. Gökçe ile içeri giren adamı tanıdığını biliyordu. Hafızasını yoklayıp kim olduğunu hatırladığında afalladı. Gökmen’in babası buraya gelmişti. Arslan Bey karşısına geçip gülümsediğinde o da aynı şekilde gülümsedi.

“Hoşgeldiniz.”

“Hoşbuldum kızım.”

Nehir’e doğru bir bakış atıp Arslan Bey’e döndü.

“Nasılsınız?”

“İyiyim, teşekkür ederim sen nasılsın kızım? ”

“Ben de iyiyim teşekkür ederim. Eee ayakta kalmayın. Nehir yardımcı olur musun?”

Nehir hızlı adımlarla yanlarına geldiğinde Gökçe’ye bakıp gülümsedi.

“Hoşgeldiniz. Şu tarafa alayım ben sizi.” dedi ve sokağa bakan boş bir masaya yönlendirdi ikiliyi. Ebrar arkalarından şaşkınca bakarken Arslan Bey’in gelişinin öylesine mi yoksa bir sebebi mi vardı onu anlamaya çalışıyordu. Nehir ise siparişlerini alıp onlara hemen döneceğini belirttikten sonra Ebrar’ın yanına geldi.

“Gökmen’in sunumu hoşuna mı gitmedi acaba?”

Ebrar gözlerini devirip “Saçmalama.” dedikten sonra Gökçe’yi gözleriyle işaret etti.

“Sessiz ol biraz.”

Nehir ellerini teslim olur gibi kaldırıp dudaklarında sanki fermuar varmış gibi sağ eliyle susuyorum işareti yaptıktan sonra siparişleri uzattı. Ebrar siparişleri hazırlarken bir yandan konuşuyordu.

“Ben ilgilenirim onlarla. Ayıp olmasın şimdi. Senden ricam müşterilerin hesabını falan halledebilir misin?”

Nehir hızla başını sallayıp “Tabi ki.” dedikten sonra kendisine seslenen müşteriye doğru ilerledi.

Arslan Bey Gökçe’ye bakıp gülümsedikten sonra Gökçe göz kırparak söze girdi.

“Buraya gelmenin bir sebebi var mı Arslan Bey?”

Arslan Bey başını sağa sola sallayıp gülümsedi. Gökçe gözlerini kısıp elini çenesine yaslarken bakışlarını Ebrar’a çevirdi.

“Ebrar’ı açılışta görmüştün değil mi sen?”

“Evet. Hanım bir kıza benziyor daha yakından tanımak istedim.”

“Neden?”

“Herhangi bir nedeni yok küçük cadı. Sadece ben öyle istiyorum.”

Gökçe babasının aklından neler geçtiğini asla bilemiyordu. Bu anlık moralini bozsa da belli etmedi ve babasına başını sallayıp “Anladım.” diyerek gülümsedi. Ebrar elinde tepsiyle onlara doğru yaklaşırken oturma pozisyonunu değiştirdi.

“Buyurun.”

Tepsideki siparişleri masaya bıraktıktan sonra duruşunu dikleştirip ikiliye gülümsedi. Arslan Bey teşekkür ettikten sonra Ebrar’a döndü.

“Bize eşlik edebilir misin rica etsem?”

Gökçe sıcak çikolatasından bir yudum alıp geriye yaslanırken Ebrar’a yandan bir bakış attı. Kararsız bakışlarını yakalamıştı. Babasının asıl amacını bilmese de ona destek çıkmadan gocunmadı.

“Lütfen bende bize eşlik etmeni isterim.”

Ebrar, Gökçe’nin son zamanlarda kendilerine karşı bu kadar ılımlı yaklaşmasına alışmaya çalışsa da beklemediği ataklarla afallıyordu. En sonunda “Ah tamam.” diyerek boş koltuğa oturdu. Şu an ikilinin arasında kalmıştı.

“İşler nasıl gidiyor?”

Arslan Bey’in biraz ciddi ve biraz da samimi sorusuyla gülümsedi.

“Her zamanki gibi.”

Arslan Bey ortama kısa bir bakış atıp memnun olmuş bir ifadeyle Ebrar’a döndü.

“Yoğun yani.”

Ebrar gülerek “Evet.”dediğinde Arslan Bey kahvesinden bir yudum alıp fincanı masaya bıraktı.

“Babamın ciddi tavırlarını fazla ciddiye alma. Şirket onu bu hale getirdi. Her ne kadar artık işleri bırakmış olsa da kurduğu cümlelerde hep bir iş konusu varmış gibi bir tavrı olur.”

Ebrar kaşlarını kaldırıp başını anladım dercesine sallarken Arslan Bey’in gülmesiyle ona baktı.

“Gökçe haklı. Benden çekinmeni istemem. Bakma sen bana.”

Ebrar bu cümleyle gülüp “Anlaştık.” dediğinde biraz daha rahatlamıştı.

“Bende bugün Gökmen’i ziyaret etmiştim. Gelmişken seni de görmeden gitmek istemedim. Açılışta pek konuşmaya vaktimiz olmadı.”

Ebrar gülüp “Evet olmadı. İyi yapmışsınız gelmekle. Ama alışırsam her zaman beklerim.”

“O zaman bende her zaman gelirim.”

“Bende seni abime söylerim.”

Gökçe’nin küçük bir kız çocuğu moduna bürünüp babasına verdiği karşılıkla, Ebrar Gökçe’ye şaşkınca bakakaldı.

“Söylersen söyle. Selamımı da söylemeyi unutma.”

Arslan Bey’de onun gibi karşılık verdiğinde Gökçe önce dudaklarını sıktı, ardından kendini serbest bıraktı.

“Ya baba ya!” diyerek gülmeye başladığında Ebrar’a kısa bir bakış atıp boğazını temizledi.

“İki dakika izin vermiyorsun ciddi olmama.”

“Bana karşı ciddi olamazsın küçük hanım.”

Ebrar baba ve kızın ilişkisine bir an imrenerek baktı. Boğazında oluşan yumruyu zorlukla yutkunmaya çalıştı. Babası asla onunla böyle olmamıştı. Hep resmi davranmış uzak kalmıştı.

Arslan Bey Ebrar’daki bu ani değişimi fark ettiğinde Ebrar’a laf attı bu sefer.

“Ebrar sakın kahveni çok beğendiğimi söyleme Gökmen’e seni kıskanır.”

Ebrar buruk bir gülümsemeyle Arslan bey’in yüzüne baktı.

“Afiyet olsun.”

Gökçe, Ebrar’ın yüz ifadesini fark edip babasına yandan bir bakış attıktan sonra hafifçe öksürdü.

“Bende söylerim söylersem.”

“Aman cadılık yapmasan olmaz zaten.”

Ebrar’ın Gökçe’ye bakıp “Cadı mı?” diye sormasıyla Gökçe babasına bakıp dudaklarını büzdü.

Arslan Bey Ebrar’a doğru yaklaşıp sır verir gibi konuşmaya başladı.

“Şşş aramızda kalsın. Gökmen ve Göker’e göre o süpürgesiz cadı.”

Ebrar içinden tam yerinde bir lakap diye düşünse de gülmemek için kendini zorladı. Gökçe’nin Ebrar’a bakıp “Güleceksen gül yoksa bir daha gülmene izin vermem.” demesiyle Ebrar dudaklarını serbest bırakıp kahkaha atmaya başladı. Arslan Bey’de ona eşlik ederken Nehir kapıdan gelen yeni müşteriye ilerledi.

“Buyrun hoşgeldiniz.”

Kadının kendinden emin bir şekilde etrafa kısaca göz atmasıyla Nehir duraksadı. Görmemezlikten gelmişti kadın kendisini. En sonunda bakışları Nehir’e döndüğünde taktığı gözlüklerin üzerinden küçümseyici bir bakış attı. Ben senden üstünüm dercesine  bir bakıştı bu. Tekrar etrafa bakındı. İşte kızı oradaydı. Nehir “Arka tarafta boş masa var ben size yardımcı olayım.” dediğinde kadın elini sus dercesine kaldırdı. Nehir kaşlarını çatıp sakinleşmeye çalışırken kadın kızına doğru ilerlemeye başlamıştı. Oturduğu masada arkası dönük bir adam elini kızının omzuna koyup sesli bir şekilde “Ya Ebrar kızım işte öyle.” dediğinde adamın Tolga’nın babası olduğunu düşündü. Başka kim kızına kızım diye hitap edebilirdi ki...

“Ebrar.”

Ebrar’ın yüzündeki gülümseme kendisine dönmesiyle yavaş yavaş kayboldu. Sürpriz yapmak  ve ertelenen düğünü halletmek istemişti annesi. Hazır Tolga’nın babası da buradayken işi konuşmaları iyi olurdu. Arslan Bey kadına dönüp kısa bir bakış attıktan sonra Gökçe’ye döndü. Ebrar oturduğu yerden kalkıp “Anne.” dediğinde Gökçe şaşkınca kaşlarını kaldırdı.

Kadın gülüp kollarını iki yana açtı. Omzuna attığı ceket yerle buluşurken etraftaki müşterileri umursamıyordu bile.

“Sürpriz!”

Ebrar midesinin burkulmasıyla bir an duraksadı. Zorla annesinin gülüşüne karşılık güldüğünde olanı biteni anlamaya çalışıyordu. Müşteriler bu anın üzerinde fazla durmadan önlerine döndüler. Annesi Ebrar’a sarıldığında bir an elleri öylece kalsa da ardından annesine sarıldı. Sarılma faslı bittikten sonra Arslan Bey’de oturduğu yerden kalkıp “Hoşgeldiniz.” dediğinde kadın Arslan Bey’e “Hoşbulduk.” dedi. Gökçe’de gülümseyip başıyla selam verdiğinde Ebrar hala şoku atlatamamıştı. Kadın en sonunda Arslan Bey’e dönüp “Demek dünürümüzle tanışmak bugüne kısmetmiş.” dediğinde Ebrar dudaklarını şaşkınca araladı. Annesi ve babası Tolga’nın ailesiyle adamakıllı tanışma tenezzülünde bile bulunmamışlardı ki. Olacağı buydu. Arslan Bey’in yüz ifadesi ve Gökçe’nin elinden düşen bardağın sesi net olarak ortamı özetliyordu. Durum oldukça vahimdi.

11 Temmuz 2018 Çarşamba

ÖNÜNE BAK!(18)

Günün ilk ışıkları etrafı aydınlatırken iki ayrı evde tamamen allak bullak bir halde gözleri yeni güne açılan ikili hala dün akşamın etkisindeydi. Biri bir anlık boşlukla ağzından kaçırdığı bir durumun geri dönülemez noktasını kabullenip ne olacağını umursamadan başkaldırmış, diğeri itiraf karşısında afallamış, kabullenmemiş, gerçek olmaması için kaç kez yumruklarını acımadan Erdem’in yüzüne indirmişti bilmiyordu.

Çevredekilerin araya girmesiyle zor bela ayrılmışlar evlerin yolunu tutmuşlardı. O an film şeridi gibi Gökmen’in gözünün önünden geçmeye başladığında derin bir nefes alıp verdi. Hırsla üzerindeki pikeyi atıp yataktan kalktı ardından doğruca banyoya yönelirken sinirle kendi kendine konuşmaya başladı.

“Neymiş duygularına karışmaya hakkım yokmuş! Kendisi duygularına söz geçiremiyormuş! Başlarım o duygulara!”

Banyonun kapısını sinirle kapatıp duşa kabine kendini attığında derin bir nefes alıp verdi. Gökçe hangi ara bu adamı kendine böyle kaptırmıştı da dün akşam Erdem dile gelmişti. Soğuk duşun ardından aynanın karşısına geçtiğinde yüzünde dün akşama dair herhangi bir iz yoktu. Yüzünü buruşturup banyodan çıktı. Erdem dün akşam kendisine hiç karşılık vermemişti...

Odasına geçip dolabından giyeceği kıyafetleri ayarlarken homurdanmaya kaldığı yerden devam etmeye başladı.

“Ben nasıl fark etmedim ya! Nasıl fark etmem! Adam hepimize karşı öküzce davranırken Gökçe’ye karşı ne zaman yumuşak davrandı bu!”

Unuttuğu tek noktada son kullandığı cümleydi işte. Genelde aynı ortamlarda bulunuyorlardı ve Erdem Gökçe’ye karşı bilinçli olarak hiçbir harekette bulunmamıştı. Elindeki kıyafet yere düşerken olduğu yerde kaldı.

“Gökçe...”

Gökçe’nin son zamanlardaki değişimine sebep olan kişinin Erdem olma ihtimalini %99 yapmıştı an itibariyle. Çalan telefonuyla irkilip yerdeki tişörtü dolaba fırlatıp askıdan başka bir tişört seçti. Telefonu eline alıp kimin aradığına baktı.

“Tam zamanı!”

Daha fazla telefonun çalmasına izin vermeden açıp kulağına götürdü.

“Abiciğim!”

“Direk sadede gel Göker.”

“Aman Gökçe deyince efendim olur ben deyince sadede gel.”

“Abartma oğlum sabah sabah!”

“Tamam tamam da... Bir dakika ya, abi sen pek bir asabisin sabah sabah hayırdır?”

“Gökçe nerede?”

“Hazırlanıyor çıkacağız birazdan işte kafeye geleceğiz.”

“Tamam sen gel, Gökçe gelmiyor.”

“Neden?”

“Göker ne zamandır sana hesap veriyorum ben?”

“Opss! Tamam bir saniye.”

Gökmen geri kalan işini de hallederken telefonu hoparlöre aldı. Göker Gökçe’ye sesleniyordu.

“Abim sana izin veriyor bugün gelmiyormuşsun.”

Gökçe’nin sessizliği ardından pat diye cırlamasıyla Gökmen yüzünü buruşturdu. Göker’de kulaklarını kapatmaya çalışıyordu.

“Ama ya! Ben bugün Nehir’i falan göreceğim. Tam olarak iyileşti mi merak ediyorum! Bana ne yarın kullanırım iznimi!”

Gökmen dudaklarını beş karış açıp telefona bakarken Gökçe’nin Ebrar’ın dükkanına gittiğini ve Erdem’le aynı ortamda olacağını aklına getirdi.

“Göker telefonu hoparlöre verir misin?”

“Tabi abiciğim.”

Birkaç saniye sonra Göker “Aldım abi.” dedi. Gökmen derin bir nefes alıp Gökçe’ye hitaben konuşmaya başladı.

“Arkadaşlarını kafeye getirip bir daha gelmemek için plan yapan sen, izin verince gelmek için cırlayan da sen... Gelmeni istemiyorum bugün Gökçe konu benim için kapandı.”

Gökçe’nin cevabını beklemeden telefonu kapadı. Son hazırlıklarını da tamamlayıp evden çıktı. Tek isteği bugünü sinir sistemine hasar almadan kapatabilmekti.



Erdem yataktan kalkmamak için büyük bir çaba sarf ederken dün gecenin her anının beyninde replay etmesine anlam veremiyordu. Ona göre dün gece ki yaptığı hareket aptallıktı ve bu aptallığının sürekli sürekli gözünün önüne gelmesi hayli sinirini bozmuştu. Esnemek için dudaklarını araladığında hissettiği acıyla inledi. Gökmen’e dün hiçbir şekilde karşılık vermemişti. Yüzünde patlayan yumruklar onu ne hale getirmişti, hiçbir fikri yoktu. Bir an Ebrar’ı arayıp izin almayı düşündü. Ama kızların aklının merakta kalıp kafeden önce evine geleceklerini bildiği için sabah sabah başını ağrıtmaya gerek yoktu kendince. Yaşayıp görecekti.

Yerinden kalkıp banyoya yönelirken Gökçe aklına geldi. O kendisini bu halde görse ne olurdu? Gökmen’in yaptığını söyleyemezdi kimseye. Başını sağa sola sallayıp banyoya girdiğinde aynada gördüğü aksi ile sıkı bir küfür savurdu. Derin ve düzenli bir şekilde nefes alıp vermeye çalışırken kendi kendini adalet terazisine koyuyordu.

“Tamam belki o an pat diye söylememem gerekiyordu ama içilen zıkkım yerinde duruyor mu? Yok! Hadi sinirini çıkartıyorsun  da insanın yüzüne böyle gavura vurur gibi vurulmaz arkadaş! Hayvan herif bunun acısını bir gün bir yerde çıkarırım elbet.”

Elini yüzünü dikkatle yıkayıp odasına geçti. Dün ki kıyafetlerini direk çöpe attı. Kan sıçramış ve harap olmuştu. Yeni kıyafetlerini giyerken bugün tek amacı mutfaktan çıkmamak olacaktı. Çay içmek için bile atmayacaktı adımını dışarı.



Nehir kafeye gelip işlere başladığında etrafta kimsecikler yoktu. Kolundaki bandaj dikkatini çektiğinde çiziğin geçtiğine inanarak dikkatle yapılan pansumanı çözmeye başladı. Tamamen çözdüğünde gördüğü manzarayla tatmin oldu. Kabuk bağlamıştı çizik, kendi kendine atardı o kabuğu. Kaldığı yerden işine devam etmek için hareketlendiğinde kapıdan gelen ses ile arkasını döndü.

“Günaydın.”

“Günaydın.”

Kaşlarını çatıp Erdem’in yüzüne bakarken Erdem onu görmezden gelip mutfağa yönelmek için harekete geçti.

“Bir şey demeyip senin kendi açıklamanı bekliyorum ama burada.”

Erdem omzunun üzerinden kısa bir bakış atıp gözlerini kıstı.

“Ebrar geldiğinde hemen yetiştireceksin yüzümün halini, ikinize ayrı ayrı söyleyeceğime birden söylerim ve konu burada kapanır. Anlaştık mı?”

“Hulk?”

“Nehir!”

“Ay tamam anlaştık.”

“Güzel.”

Bir kelime daha etmeden kendini mutfağa attı. Nehir arkasından gözlerini kısarken Ebrar’da kafeye giriş yapmıştı.

“Zamanlaman harika!”

“Yine ne oldu?”

Ebrar çantasını alelacele çıkartırken saçını topuz yapmaya başladı.

“Erdem abi fena dayak yemiş.”

Ebrar olduğu yerde kalırken Nehir’in cümlesini idrak etmeye çalışıyordu.

“Ne?!”

Nehir ellerini iki yana açıp bilmiyorum galiba hareketleri yaparken Ebrar mutfağa doğru yönlendi.

“Erdem abi!”

“Sana da günaydın Ebrar.”

Mutfaktan çıkan Erdem ile burun buruna gelen Ebrar iki adım geriledi.

“Yüzünün hali ne böyle!”

“Dün sanırım birilerine sataştım.”

“Nasıl yani?”

“Şöyle Hüseyin abi Mahmut abi ve Gökmen ile akşam bir şeyler içtik, sanırım fazla kaçırdım. Ne dediğimi de bilmiyordum birilerinin canını sıktım, sonra olay böyle gelişti sonuç bu oldu.”

Ebrar ve Nehir birbirlerine anlamsız bakışlar attıktan sonra Erdem’e döndüler.

“Evet çok iyi anlattın!”

“Rica ederim şimdi mutfaktayım konuyla alakalı bir şey daha duymak istemiyorum.”

İkiliyi şaşkın bir şekilde bırakırken umursamadı ve mutfağa döndü. Kendi kendine aslında pek de yalan söylemiş sayılmam diye düşünüyordu. Sonuçta fazla içmişti ve Gökmen’in canını sıkmıştı. Dediği şeyler de pat diye çıkmıştı işte ağzından. %90’ını doğru aktarmıştı sadece bilgi eksikliği yapmıştı o kadar.

Gökmen karşı kafeye bir bakış atıp kendi kafesine yöneldi. Göker’de sokağın başından gelirken oldukça neşeliydi.

“Hayırdır Göker ne bu neşe?”

“Sorma abi sorma. İçimde garip bir his var bugün. Sanki aşık olacakmışım gibi.”

Gökmen alayla kardeşine bir bakış atıp kahkahasını bıraktı. Göker elindeki anahtarı alıp kafeyi açmak için harekete geçtiğinde abisine yandan bir bakış atıp gözlerini devirdi.

“Çölde su. Sana aşk!”

“Obaa.”

“Ne var oğlum sen o aşk hissini unut. Gökçe’nin dükkana gelmeyişinin sevinci bu.”

Göker kısa bir bakış atıp kapıyı açtı. İçeriye girip abisine kapıyı açık tutarken Gökmen gözlerini üzerinden çekmiyordu. En sonunda sıktığı dudaklarını bırakıp kahkaha attı.

“Kafamızı dinleyeceğiz. Daha ne olsun oh be!”

“Öyle. Hadi bakalım başla temizliğe bende dışarı çıkacak masaları halledeyim.”

Göker başını sallayıp malzemelerin olduğu tarafa giderken Gökmen’de kasanın olduğu tarafa geçti ve böylelikle iki kafede de gün başlamıştı.


Gün içerisinde dolup boşalan kafe müşterileriyle sohbet edip vakit öldüren esnaf yine enerjikti. Mahalleli arada balkona çıkıp Güzin Hanım’a laf atıyor kendi aralarında sohbet edip eğleniyorlardı.

Zümrüt’ün mahalleye girişiyle dikkatler ona döndü. Her zaman garip kıyafetler giyinirdi ama bugün siyahlara boyanmıştı. Hiçbir yerinde renkli bir şey yoktu. Suna ve Berrak görür görmez ona seslendiğinde Zümrüt onların yanına doğru gitti.

“Kız yine kayıpları oynuyordun.”

“Aman be Suna havamda değilim.”

“Kız ne oldu?”

“Ne oldusu mu var Berrak? Sevgilisi kimmiş Erdem’in? Siz biliyor musunuz?”

İkisi de bilmiyoruz dediğinde Ebrar’ın dükkanına doğru ilerlemeye başladı Zümrüt. Süleyman Efendi Zümrüt’ü gördüğünde yüzünü buruşturup “Geldi yine nemrut kadın!” deyip sandalyesini alıp içeri geçti. Suna Hanım Süleyman Efendi’nin arkasından restorana girdikten sonra kendini belli etmek için hafifçe öksürdü. Süleyman Efendi kendisine döndüğünde gülümsedi.

“Yine dedin diyeceğini Süleyman abi.”

“Ne demişim kızım?”

“Yapma Süleyman abi. Zümrüt’e dediğini duyduk.”

“Yalan yanlış şeyler söyleyip milleti kandırıyor.”

“Biz zaten bunun farkındayız.”

“O yüzden gelip duruyor dimi buralara.”

“Onun da sevdiği uğraş bu Süleyman abi çok ayıp ediyorsun ama.”

Süleyman Efendi sessiz kalıp bir şey söylememeyi tercih etti. Suna Hanım ona yakın bir sandalyeyi çekip oturdu.

“Bazen insan yalanlara inanmak istiyor. Doğru olmadığını bile bile, körü körüne bir ucundan bir yalana inanmak istiyor. O yalanla avutuyor kendini.”

“Gerçek yüzüne vurduğunda-“

“Gerçek yüzüne vurduğunda üzülse bile kendini kandırdığının farkında olup fazla yara almıyor.”

“Öyle mi dersin?”

“Öyle derim Süleyman abi. Bırak insanlar istediği yalana kendilerince inansınlar. Sonunda dersini çıkaracak kişi kendisi her zaman. Kimsenin adalet terazisini ne sen ne ben kurabiliriz ancak kendi kendini yargılar.”

“Ya yargılamıyorsa?”

“O da onun yanlışı işte.”

“Zümrüt’ün kendisini yargıladığına inanıyor musun?”

“Zümrüt insanların asıl duymak istediği şeyleri söylüyor Süleyman abi. Ne zaman buradan birinin falına bakarken kötü bir şey dediğini duydun. İyi şeyler söyler hep. İnsanların bilinç altını iyiye yönlendiriyor işte.”

“Bu kız neden kendi söküğünü dikemiyor o halde?”

“Erdem mevzusu mu?”

“Evet. Çocuğun kendisinden hoşlanmadığını cümle alem biliyorken niye böyle yapıp kendisini üzüyor?”

“Belki insanlara söylediği şeyler yani olumlu şeyler kendisinde fayda etmiyordur.”

Süleyman Efendi kafasını sallayıp çırağına döndü.

“Suna ablanla bana iki çay getir koçum.”



Zümrüt, Ebrar’ın kafesine girdiğinde Ebrar kendisine kısa bir bakış atıp önüne döndü.

“Hoş geldin Zümrüt.”

Ebrar’ın en son Zümrüt’le karşılaşmalarında Zümrüt’ün son kurduğu cümleyle afallaması aklına geldi. Hızlıca kendisine yaklaşan Zümrüt’e döndü.

“Sana bir şey soracağım?”

Zümrüt ona dikkatle bakarken “Tabi.” dedi.
“Geçen gün buradan gitmeden Gökmen ile ben kapıda otururken bir şeyler söylemiştin.”

Zümrüt dediklerini hatırlayıp başını olumlu anlamda salladı.

“Evet.”

“Ne demek istedin?”

“Bilmem. Sen ne anladın?”

“Zümrüt kartları açık oynasan.”

“Aranızdaki farklı iletişimi tek ben görmüş olamam Ebrar. Gökmen senden etkileniyor. Sen ama kendini bastırmaya çalışıyor gibisin. Sanki... sanki kendini kandırıyorsun gibi.”

Ebrar başını olumsuz anlamda sallayıp önüne döndü.

“Yok öyle bir şey. Ayrıca unuttun mu bilmiyorum ama hayatımda-“

“Evet Tolga var. Ama ya sen Tolga var diye kendini kısıtlıyorsan?”

“Zümrüt sen-“

“Ben ne? Açık oynuyorum işte.”

Nehir’in tezgaha tepsi bırakmasıyla ikili Nehir’e döndü. Nehir Zümrüt’ü simsiyah giyinmiş görünce şaşkınlıkla dudaklarını araladı.

“Zümrüt başın sağ olsun.”

Ebrar gözlerini kısıp “Ne?” dediğinde Zümrüt’te aynı tepkiyi vermişti.

“Siyahlara bürünmüşsün. Birini mi kaybettin?”

Ebrar, Zümrüt’e kısa bir bakış atıp kıyafetlerini daha yeni fark etmiş olmanın verdiği şaşkınlıkla diyecek söz bulamadı. Zümrüt ortamın en garip renkli kıyafetlerine sahip insandı.

“Evet.”

Nehir’e karşılık verdiği cevapla Ebrar ve Nehir birbirine baktı.

“Kimi?”

“Nehir!”

Ebrar’ın uyarmasıyla Nehir bir dakika dercesine elini kaldırdı. Zümrüt dudaklarını büzüp “Erdem’i.” dediğinde  Ebrar omuzlarını aşağı indirip gözlerini devirdi.

“Erdem abinin dün ki kavgasını sen de mi biliyorsun yoksa. Merak etme ölmedi o. Yani sadece yüzü biraz şiş ve biraz mor.”

Zümrüt anlamsız bir bakış attıktan sonra oturduğu yerden hızla kalktı. Ebrar Nehir’e gözlerini pörtleterek bakarken Nehir ne var dercesine ikisine bakıyordu. Birkaç saniye sonra “Ah ben pot kırdım galiba.” deyip tezgaha bıraktığı tepsiyi eline aldı ve müşteriyle ilgilenmek için arkasını döndü.

“Nehir.”

Ebrar’ın seslenmesiyle ona döndü. Zümrüt’e özellikle bakmamaya çalışıyordu.  Zümrüt “O nerede? Mutfakta mı?” dediğinde Ebrar “Evet ama-“ dediğinde Zümrüt çoktan mutfağa doğru harekete geçmişti.


Mutfakta işlerini bitiren Erdem çıkmak üzereyken Zümrüt’ün geldiğini duyup mutfaktan ayrılmamayı tercih etti. Daha sonra konuşmaları duyduğunda Nehir’in cümleleriyle elini alnına vurdu. Alnındaki şişliğe denk getirdiği için dişlerini sıkıp ses çıkarmamaya çalıştı. Nehir eceline susamıştı ona göre.

Zümrüt’ün mutfağa doğru geldiğini hissedince mutfaktan dışarı attı kendini. Zümrüt göğsüne çarpıp duraksadığında hemen arkasında duran Nehir’e ölümcül bakış atmayı ihmal etmedi. Nehir dudağını büzüp Ebrar’a bakış attığında Ebrar ben suçsuzum dercesine ellerini havaya kaldırdı.

“Hiii! ”

Zümrüt elini yüzüne değdirmek için kaldırdığında Erdem bileğinden yakaladı.

“İyiyim Zümrüt Hanım.”

“Ama-“

“Geçer Zümrüt Hanım.”

Dükkandan çıkmak için kapıya doğru ilerlerken Zümrüt önünden çıkmıyor geri geri yürüyordu.

“Nasıl oldu?”

“İnsanlık hali olur böyle şeyler arada Zümrüt Hanım.”

Dükkandan dışarı çıktıklarında Gökmen karşıda bir müşterisiyle konuşuyordu. Gökçe sokağın girişinde kafeye doğru yaklaşıyordu. İkilinin gördüğü manzarayla olduğu yerde kalmaları kimsenin umurunda değildi. Erdem ne Gökmen’i ne Gökçe’yi fark etmişti.

“Canın acıyor mu?”

 Zümrüt elini ısrarla Erdem’in yüzüne değdirmek için çabalıyor Erdem ısrarla bileklerinden yakalayıp elini nazikçe bırakıyordu. Bu hareket onda bana dokunmanı istemiyorum demekti. Ama Zümrüt anlamıyordu. Gökçe Erdem’in yüzünün halini gördüğünde kalbi bir an kasıldı. Boğazı düğümlendi. Dün akşam veya bugün bir şey mi olmuştu? Düşünceler beynini istila ederken Gökmen’in kendisine seslenmesiyle olduğu yerde sıçradı.

“Gökçe!”

Erdem önce karşıya daha sonra Gökmen’in baktığı karşıdaki noktaya çevirdi bakışlarını yavaşça. Gökçe dikkatle kendisine bakıyordu. Zümrüt’te Erdem’in baktığı noktaya döndüğünde Gökçe’yi gördü. Erdem başını sağa sola sallayıp Zümrüt'ün sağ tarafından hızlı bir geçiş yapıp adımlarını hızlandırdı. Gökçe’ye kayan bakışlarına engel olmaya çalışıyordu. Gökmen’in “Erdem! Önüne bak!” diye bağırmasıyla omzunun üzerinden Gökmen’e kısa bir bakış attı.
Gökçe kaşlarını kaldırıp abisine doğru ilerlerken arada Erdem’e bakıyordu. Abisinin kurduğu cümleyle afallayıp yolda durdu. Abisinin bu ani çıkışına anlam veremedi. Aralarında anlaşmazlığı pekala biliyordu ama abisi böyle birine asla çıkışmazdı. Gökmen’in karşısına geçtiğinde şaşkındı.

“Ben sana bugün izinlisin demedim mi abiciğim. Ne işin var burada senin?”

“Abi ben gelmek istedim.”

 Gökmen Erdem’in köşeyi döndüğünü gördüğünde derin bir nefes alıp verdi.

“Tamam. Her neyse geç içeri o halde.”

“Abi ne oluyor?”

“Yok bir şey Gökçe.”

“Erdem’e ne olmuş?”

“Bilmem. Kim yaptıysa ellerine sağlık. Ayrıca sana ne kızım. Bizi ilgilendirmez.”

Gökçe abisinin bugün ki tavırlarına anlam vermekte zorlanıyordu.

“Abi-“

“Gökçe.”

Zümrüt’ün dikkatle olduğu yerde kalması az önce olanları beyninde çözümlemesi fazla zamanını almamıştı. Erdem’i bu hale Gökmen getirmişti. Sessizce sokaktan çıkarken bunun nedenini düşünmeye başladı.

Ebrar ve Nehir dükkandan çıkıp Erdem’in arkasından bakınırken Gökmen ve Gökçe’yi gördüler. Gökçe onlara doğru bakıp  hafifçe gülümsedi. Abisine “Hemen geliyorum.” dedikten sonra karşıya geçti.

“Tekrardan geçmiş olsun Nehir. Daha iyisin ya?”

“Ah iyiyim iyiyim, sağ ol. Krem için de teşekkür ederim.”

Nehir’in endişeli bakışlarının gizlemeye çalıştığını fark etti. Ebrar ise elini alnına vurup bir ileri bir geri volta atıyordu.

“Siz iyi olduğunuza emin misiniz?”
Ebrar başını yavaşça sallayıp gülümsedi.

“Sorun yok.”

Mahalleye giriş yapan bir arabayla hepsi duraksadı. Gökmen dükkanın önünde duran arabaya doğru ilerledi. Gökçe şaşkınca arabaya doğru döndü.

“Ah! Babam geldi sanırım.”

Arabadan inen babasının yanına ilerlemeye koyulduğunda kızlara el salladı. Ebrar, Nehir’in kolunu cimcikleyip kulağına doğru eğildi. Erdem fazla hassaslaşmıştı bu aralar. Fark ettirmemeye çalışsa da Ebrar farkındaydı. Nehir’in kendisine gelmesi için biraz gözünü korkutmasında sorun görmedi.

“Yarın cenazen öğle namazından sonra kalkarsa şaşırma.”

“Ay Hulk olup çıktı dükkandan resmen! Ebrar korkuyorum ya!”

“Kork kızım kork.”

Daha sonra dükkana girip kasanın başına geçerken, tek düşüncesi Erdem’in yarım yamalak anlattığı olayın aslının ne olduğuydu.

ŞİMDİ KÖŞEYE SIKIŞTIN...(24)

Gökmen o gün şirkete gittiğinde kendini istemsizce kasılmış bir halde bulmuştu.  Şirkete adım attığı andan itibaren herkes duruşunu değiştir...